Hicabi MERAL(*)

AAO. Bşk.Yrd.



1071 Yılında Malazgirt Savaşı ile Anadolu’nun Türk yurdu haline getirilmesi, Avrupa ile Türkler arasında yüzyıllar boyu sürecek bir mücadelenin miladını oluşturur. Avrupa, Türkleri kendi topraklarından uzak tutmak ve eğer mümkünse Anadolu’dan atmak adına elinden geleni ardına koymadığı gibi bu hayallerinden bugün de gelecekte de vazgeçmeyecektir.

Haçlı seferleri, suikastlar, bölücü unsurlara destek verilmesi, Kıbrıs meselesine bakışları, Ermeni soykırımını gündemde tutmaları, ekonomik yaptırımlar, misyonerlik faaliyetleri, Heybeliada Ruhban Okulunun yeniden açılması talepleri, Fener Rum Patriğinin Türkiye’de kendisini çarmıha gerili olarak hissetmesi, ekümenlik talepleri bu arzularının dün olduğu gibi bugün de devam ettiğini göstermektedir. Avrupa, etnik ve dini kimliği sebebiyle Osmanlı İmparatorluğu’nu tehdit unsuru olarak algılamış ve ortadan kaldırılması için büyük çabalar harcamıştır.


Avrupa, sadece Osmanlı’yı değil Türk kimliğini Anadolu’dan silmeyi de hedef almıştır. Avrupa içerisinde Türk ya da Müslüman halkın yaşadığı bir devleti Hıristiyanlığın büyük Avrupa hayali önünde tehdit olarak görmüştür. Bu kimliği mutlaka yok etmeleri gerekiyordu. Bunun için yeni kavramlar ortaya attılar. Hürriyet, eşitlik ve kardeşlik… v.b. Bu kavramlar, Osmanlı Devleti yapısında kurumlarında etkisini göstermiştir. Bununla ilgili olarak ‘Harp Tazminatı’ meselesini görüşmek üzere Rusya ‘ya gönderilen Halil Paşa geri döndüğünde açıktan açığa ‘Devlet-i –Aliye'nin yaşaması için Batı’yı taklitten başka çare olmadığını’ ifade ederken aslında dönemin devlet erkânının görüşlerine tercüman oluyordu.


Kendi öz kimliğinden sıyrılırcasına Batı’ya dönük bu yenileşme akımının yetiştirdiği aydın kadro, umumiyetle, inanç sistemleri içinde bunalım geçiren bir bakıma iki kültür arasında sıkışmış zavallılardı. Batı kültürü karşısında yeni değer ve inanç sistemlerinin kazanılması, Osmanlı toplum yapısında üç akımın ortaya çıkmasına neden olmuştur: Batıcılar, İslamcılar, Türkçüler. Osmanlı toplum yapısını Hacı İbrahim Efendi ile Sait Bey arasında geçen tartışma çok sade olarak ortaya koymaktadır.


“Arapça isteyen Urbana gitsin,

Acemce isteyen İran’a gitsin

Frengiler Frengistan’a gitsin

Ki, biz Türk’üz bize Türkî gerekir”


Türkçülük akımının savunucusu Sait Bey’e karşı Hacı İbrahim Efendi şu cevapları veriyordu. “Biz davamızı yani Osmanlı Lisanının mevcut olduğunu daha ince delillerle ispat edebiliyoruz. Lakin “Biz Türk’üz, bize Türkî gerekir” deyip Türklük iddiasında bulunanlar, aslen Türk olduklarını nasıl ispat edebiliyorlar? Bu anlayış, bu yapılanma Osmanlı devletinin çöküşünü ve Kurtuluş Savaşı sonrası yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasını sağlamıştır. Bedeli çok ağır olmuştur.


Mustafa Kemal Atatürk, bu hususa ilişkin görüşlerini şöyle ifade ediyor. Bizim milletimiz, milliyetinden tegafül edişinin çok acı cezalarını gördü. Osmanlı imparatorluğu dâhilindeki akvam-ı muhtelife hep milli akidelere sarılarak, milliyet mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık.


Ülkemizin bugün içinde bulunduğu zihinsel iklim geçmişi ile bire-bir örtüşmektedir. Bugünlerde etkili medya aktörleri, siyaset figürleri ve kendisine aydın sıfatı yüklenenler her anlamda kendi halkına, kendi kimliğine “El aman” dedirtecek tavırların altına imza atmaktadırlar. Cumhuriyet tarihi boyunca bu denli milli kimliğe, milli tarihe, milli birliğe ve varlığa kâfir(yaban) davranış görülmemiştir. Aydının içinden çıktığı halkına, halkının kendi devletine siyaset adamlarının kendilerini var eden kimliğine olan yabanlığını “El insaf” dedirtecek boyutlara ulaşmıştır. Mit Müsteşar Yardımcısı Cevat ÖNEŞ İmralı'daki terörist başı ile PKK terör örgütünün eylemlerini durdurması için görüş alışverişinde bulunuyor. Eve dönüş yasası da bu görüşmelerden sonra çıkarılıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne hallere düşürülüyor. Kahrolmak içten değil…


Binlerce yıllık tarihi olan Türk Milleti, geleceği belirsiz, rotası felç olmuş istikameti olmayan bir sevdanın peşinden bir çıkmazdan bir çıkmaza savrulmaktadır. Sözde aydınlar “Anayasa Vatandaşlığı” “Türk Vatandaşlığı” “Türkiye Halkları” gibi terörizme, bölücülüğe etnikliğe, ayrımcılığa pirim verebilecek konuşmalar yapmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Sn. Tayyip Erdoğan da birçok toplantısında bu kavramlara yer vermiştir. Son zamanlarda bu hususla ilgili pervasızlık insanımızın aklıyla mantığıyla izah edemeyeceği boyutlara ulaşmıştır. Sen “ Ne Mutlu Türküm” dersen birileri de çıkar. “Ne Mutlu Kürdüm” der. El insaf. Bu yaklaşım “Türkiye Cumhuriyeti” devletinin de isminin tartışmaya açılması anlamına gelmez mi? Bu yetmiyormuş gibi bir de anadil meselesini ortaya koydular. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun dil atlası Dr. Ahmet BUHAN tarafından başarılı bir şekilde yapılmıştır. Dil biliminin bir kolu olan “Dil Coğrafyası”gerçekleştirilmiştir. Bölgede konuşulan dillerin Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Arapça, Süryanice, Ermenice, Kaldanice ve Yezidice olduğu görülmüştür. Dil atlasına göre bölgede tek bir dilin hâkimiyeti mevcut değildir. Ancak bölge nüfusunun %85-90’ı Türkçeyi anlamakta ve konuşmaktadır. Türkçe, şehir ve ilçe merkezlerinde daha yoğun olmak üzere, bölgede en büyük ortak anlaşma vasıtasıdır. Bu bilimsel gerçeklere rağmen Sn. Başbakan Tayyip ERDOĞAN (TRT–6)’yı kurarak bölge insanının problemlerine çözüm getirdiğini ifade etmiştir. Bu açılım üzerine ömür boyu hapse mahkum terörist Şemdin SAKIK Sn.Başbakanın ayaklarını öpebileceğini ifade ediyor.Yorumu size bırakıyorum.


Batı destekli Anayasa vatandaşlığı, Türkiye vatandaşlığı, Türkiyelilik, Türkiye halkları” gibi deyimler, birlik yerine terörizme yasallık kazandırmıştır. Batının ve ABD’nin organizatörlüğünde 12 adam; polis akademisinde bir araya gelerek Türkiye Cumhuriyeti Devletinin problemlerine çözüm aradılar. Bu mucitler, hükümetinde desteğini alarak icatlarını basın-yayın organları vasıtasıyla göğüslerini gere gere açıkladılar. Bu cihazın adı “KÜRT AÇILIMI” idi. Bu cihaz akan kanı durduracak, ekonomik harcamaları halkın mutluluğu ve refahına yönlendirecek, etnik ayrımcılığa son verecek, herkesin eşitliğini sağlayacak, bugüne kadar azınlıklara yapılan zulümlere son verecek, kardeşçe yaşamamızı sağlayacak dini inançlarımızı serbestçe yapmamıza imkân sağlayacak. Özgür düşünmemize, ifade hürriyetine açık AVRUPA STANDARTLARINDA bir alet: Bankamatik gibi; yeter ki şifreni doğru gir. Tuşlarına basıyorsun seni hayaller dünyasına götürüyor.


Bu cihazın tanıtımının öncelikle yapılması kamuoyunun bu cihazı benimsemesi için kollar sıvandı, seferberlik ilan edildi, monşerler atağa geçti. Basın üzerine düşeni aslan payını almak şartıyla tanıtıma hazır olduğunu bildirdi. Kanallar ve musluklar açıldı. Festival havasında düğmeye basıldı. Olmadı isimde bir problem var, bu cihazı Anadolu’nun diğer


bölgelerine bu isimle tanıtamayız, daha baştan tepki ile karşılaşırız. Ne yapalım? İsmi değiştirelim daha kabul görecek bir isim bulalım bu cihaza. Ne olsun? “DEMOKRATİK AÇILIM”; eh fena değil. Yağmur yağdı, gök gürledi ama yine toplumun büyük kesimi bu ismi benimsemedi.“Biz şimdiye kadar demokrasi ile idare edilmedik mi?”Nereden çıktı bu saçma sapan isim derken %47 oy oranına sahip partinin Lideri Made-in Öcalan patentli cihazın ismi “MİLLİ MUTABAKAT AÇILIMI” olarak ilan etti. Son söz söylenmişti. Artık isim tartışması bitmiş, süreç başlatılmıştır.Dr.Frankenstein sendromundaki canavar gibi.


Kızılcahamam'da yapılan toplantılar sonunda cihazın bölgelere, kentlere, kasabalara köylere tanıtılması ve monte edilmesi için tuzu kurulardan, köksüzlerden, F tipi yapılanmadan, monşerlerden, bölücülerden, Türk kelimesine karşı alerjisi olanlardan, dönmelerden, Büyük Ortadoğu projesi görevlilerinden, Milli Eğitimi cemaat anlayışına göre yapılandırmak isteyenlerden, şehit askerlerle çatışmada ölen teröristleri aynı kefeye koyanlardan, köşe yazarlarından, akademisyenlerden heyetler oluşturuldu. Birinci aşamanın Türk toplumu tarafından hazmedilmesi için düğmeye basıldı. Mikrofonlar sokaktaki insanlara uzatıldı, bazıları “MİLLİ MUTABAKAT AÇILIMI” cihazını benimsediklerini yaşadıkları sorunlara çare olacağını ifade ettiler, bazıları da bu cihazın Made-in-PKK(Öcalan) patentli AB standartlarına uygunluğunu ileri sürerek karşı çıkıyordular. Derken İçişleri Bakanımız Sn Beşir ATALAY toplumdaki kargaşadan, çok seslilikten hoşnut kalmamış ki cihazı tanıtmak üzere basın toplantısı yaptı. Kafalar daha da karışmıştı. Herkes birbirine, bu bakan ne dedi, ne anladın diyordu. Ahmet TÜRK, dağ fare doğurdu diyerek bir yerde toplantı ile ilgili sorulara açıklık getirdi. Bunu, kendisinin partisinin ve PKK terör örgütünün beklentileri çerçevesinde bir yorum olarak değerlendirebiliriz.


Büyük umutlarla halkın kullanımına, huzuruna, refahına, kardeşliğine, kendini ifade etmesine, Avrupa standartlarını yakalamasına sunulan” MİLLİ MUTABAKAT ” cihazının başına oturuyor ve düğmelere dokunuyoruz.


1-Kürtçe yayın yapan TRT–6 yeterli değildir. Özel Televizyonlarında Kürtçe yayın yapmalarına imkân hazırlanmalıdır. Ayrıca anadilde eğitim için Kürtçenin eğitim kurumlarından seçmeli ders olarak okutulması için çalışmalar yapılmalıdır. Bu çerçevede YÖK İzmir’de düşmana ilk kurşunu sıkan HASAN TAHSİN çevikliği ile Mardin Artukoğlu üniversitesi bünyesinde YAŞAYAN DİLLER ENSTİTÜSÜNÜ kamuflajlı elbise ile uygulamaya koydu.


2-Anayasaya; Türk devletinin Türk ve Kürtlerden oluştuğu ve her hususta eşit olduğu konmalıdır, ya da Anayasa metninden “TÜRK” kelimesi çıkarılmalıdır.Bu hususla ilgili kamuoyu AKP Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı’nın düşüncelerini merak ediyor.


3- Dağa, taşa kurumların girişine herkesin göreceği şekilde “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” yazıları yazılmış. Bu toplumsal ayrışmaya neden oluyor. Bu nedenle bu yazılar silinmelidir, kaldırılmalıdır ki birileri de “NE MUTLU KÜRDÜM” demesinler. Bunun yerine her kesimin kabulleneceği “NE MUTLU İNSANIM” yazalım. İlköğretim okullarında çocuklara öğrettiğimiz ANDIMIZ’ın da bu kapsamda ele alınması MİLLİ MUTABAKAT AÇILIMI’nın gerçekleşmesine katkı sağlayacaktır. “TÜRKİYELİLİK” kavramının toplum tarafından benimsenmesinin yolu da açılmış olacaktı.



4-Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki yalnızlığı giderilmelidir. İlk etapta beş tutuklu adaya nakledildi. Ancak yeni yerinden memnun olmayan terörist başının istekleri bitmiyordu. İstekler yurt çapında düzenlenen eylemlerle dile getiriliyordu. Çaresiz kalan hükümet bu kapsamda;

a-Havalandırma bacasını genişletti,

b-Yattığı yerin kapısını değiştirdi,

c-Odasının kâğıt kaplamasını(rutubeti emen ithal kâğıtla) yeniledi,

d-Havalandırma süresini yeniden düzenledi.


5-Mahmur Kampının kapatılarak pişmanlık yasasından yararlanmak isteyenlerin yurda dönüşüne müsaade edilmelidir. Bu kapsamda bildiğiniz üzere HABUR rezaleti yaşandı. Şehitlerin kemikleri sızlatıldı. Şehit ailelerinin yürekleri yeniden sızlatıldı. Gaziler verilen devlet madalyalarını sokağa attılar. Sınırda Çadır Tipi mahkeme kuruldu, adamlar “önderimiz Sayın Abdullah Öcalan’ın isteği üzerine Kürt sorununu haykırmak için geldik” demelerine rağmen yasalar çiğnenerek teröristlerin üniformaları ile şehit kanları ile sulanan bu kutsal toprakları pisletmelerine göz yumuldu. Bu olayın anında payı olanları bu millet ve tarih asla affetmeyecektir. DTP otobüsünün üzerindeki “ÇÖZÜM DEMOKRATİK ÖZERKLİKTİR” yazısı hafızalardan silinmeyecektir. Prof. Doğu Ergil’de Habur’da yaşanan bu rezaleti Fenerbahçe-Galatasaray maçlarında, derbi maçlarda yaşanan olaylarla özdeşleştirme pişkinliği göstermiştir. Bu millet bu değerli aydınını herhalde unutmayacaktır!”Türkler bir milyon Ermeni’yi katletmişlerdir” diyerek Nobel ödülü alan yazarımız gibi…Zalimleri korumak ve kollamak, onları affetmek mazluma zulümdür.



6-“Şehitlerin cenazeleri istismar edilmektedir.”Bu hususa asla seyirci kalamayız, önlem almalıyız”. Şehit cenazelerine vatandaşın katılımını ve haykırışını mı önleyeceksiniz. “Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez” sloganından mı rahatsız oldunuz? Buna asla gücünüz yetmeyecektir.


7-Değiştirilen köy kasaba kent isimleri ile ilgili talepler çerçevesinde istenildiğinde Diyarbakır(AMET),Tunceli(DERSİM), Norşin, Potemya v.b… olabilir. Ne dersiniz bir açılımda İstanbul için yapalım mı? KOSTANTİN oldu mu?


8-Sosyal Devlet anlayışı çerçevesinde ihtiyaç sahiplerine para kömür ve beyaz eşya yardımına devam edilecektir.


9-Toplantılarda, sosyal etkinliklerde, siyasi propaganda da parti toplantılarında Kürtçe konuşulabilecektir.


10-PKK’nın bölgeden tasfiyesi için Irak, ABD, Türkiye görüşmeleri sürdürülecek bu sürece katkı sağlayacak teşebbüslere yeşil ışık yakılacaktır.22 Aralık 2009 tarihinde Barış ve Demokrasi Partisinden üç milletvekili, iki belediye başkanı “MAHMUR KAMPINA” gittiler. İkinci Habur rezaletine tekrar şahit olduk. BDP milletvekili Sefahir BAYINDIR ne diyor?

Sizler Güney Kürdistan’a geldiniz, Tek millet, tek dil olmaz. Güney Kürdistan varsa Kuzey Kürdistan da var, derseniz vehimli adam oluyorsunuz. Kendi kendinize düşman yaratıyorsunuz. Nereden çıkarıyorsunuz bunları sizi bir türlü anlamıyorum. Açılım sürecine karşı elimizden geleni geri koymuyorsunuz. Gelin konuşalım görüşelim, diyoruz, biz bu sürecin hiçbir anında olmak istemiyoruz, sizin midenizle probleminiz var herhalde HAZIMSIZLIK ÇEKİYORSUNUZ. TEK DEVLET, TEK MİLLET, TEK DİL, TEK BAYRAK ilaçları 21.yüzyılda ortadan kalktı, bu ilaçları eski mezun doktorlar yazıyordu. Teknolojideki gelişmeler, küreselleşen dünyada yeni oluşumlar çerçevesinde Avrupa Birliği gibi Bileşik Devletler, Çok Dilli, Çok Bayraklı evlilikler oluştu. Çağı yakalayacaksın, yakalamazsan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymazsan sınıfta kalırsın, dışlanırsın.


12-Tekel isçilerinin eylemlerinin kanunlara aykırı olduğu ifade edilecek, gerekli uyarılar yapılacaktır. Bu uyarılara aldırmamaları durumunda tazyikli su, cop ve biber gazı kullanılarak analarından doğduklarına pişman dilerek MİLLİ MUTABAKAT

AÇILIMININ gücünü damarlarında hissetmeleri sağlanacaktır. Gerekirse lağım suyu da kullanılacaktır. İsçi eylemlerine destek veren milletvekillerine de biber gazi sıkılacaktır.


13-Mahmur’dan gelenlerin DTP otobüsleri ile bölgede dolaşmalarına, halkı selamlamalarına siyasi konuşma yapmalarına Barış ve Demokrasi Partisinin (BDP) binalarının açılış kurdelelerini kesmelerine bölgenin istikrara kavuşması, MİLLİ MUTABAKAT AÇILIMI’NIN başarıya ulaşması için ses çıkarılmayacaktır. DTP’nin anayasa mahkemesi tarafından kapatılmasına müteakip İstanbul, Diyarbakır, Muş, Van, Hakkâri ve bazı ilçelerde yer yerinden oynadı. Militanlar, teorisyenler sokaklara döküldüler. Bankaların camlarını kırdılar, emniyet müdürlerini tartakladılar, bir vatandaşımız Bulanık ilçesinde can ve mal güvenlini sağlamak için silah kullanmak zorunda kaldı, ailesi helikopterle kaçırıldı, kepenkler indirildi, derken acı haber Tokat /Reşadiye’den geldi. Yedi Mehmetçik pusu kurularak şehit edildi. Toplum ayağa kalktı. Eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik bir açıklama yaptı. Bingöl Kırsalında şehit edilen 33 erimizle ilgili kafaları bulandıran demeci çerçevesinde yedi erimizin şehit edilmesini provakatif eylem olarak nitelendirdi. Sayın Başbakan da bu anlamda sözler sarf etti. AÇILIMI BALTALAMAK istiyorlar onun için bu eylemler yapılıyor şeklinde yorumlar yapıldı. Ancak teröristlerin telsiz konuşmalarından eylemi gerçekleştirdikleri kısa zamanda ortaya çıktı. Bu arada İstanbul’da teröristlerin attıkları Molotof kokteyllerin çıkarmış olduğu yangın sonucu yüzü ve vücudunun çeşitli yerleri yanan üniversite öğrencisi Serap kızımız yaşam mücadelesini kaybetmişti. Serap’ın ölümü bu ülkeyi yönetenlere aslında mesaj niteliğinde idi. Anlayana! Televizyonlarımızı açıyoruz ekranda Başbakanımız sağ elinin işaret parmağı ile dinleyicilerin dikkatini çekmek üzere “SERAP KIZIMIZIN KATİLİ KİMLER?” diye soruyor ve üzüntülerini ifade ediyordu. Samimiyetinden hiç şüphem yok. Evet, ancak sorunun cevabı açıktı. HABUR’da üniformaları ile karşılanan, sazlı sözlü karşılanan, pişmanlık duymadıkları halde affedilenlerin zihniyetini paylaşanların İstanbul’daki temsilcileri idi. Bu sorunun muhatabı ekran başındakiler değil, sorumluluk üstlenen yöneticilerdi. Meclis Başkanlığı yapmış bir zevat bu teröristlerden biri ile görüşmüş, dağa çıktığında bir yaşındaki çocuğundan bahsetmiş Sn. vekilimiz de çok duygulandığını ifade ediyor. Bütün bunlara ilaveten terörist eylemleri Filistin halkının mücadelesine benzeten akıl ve izandan yoksunlar da maalesef ortaya çıktı. Mehmet Barlas uluslar arası konjoktur ve realite BEBEK KATİLİ’ni ilgilendiren konularda daha hassas davranılması gerektiğini vurguluyor. Ne yapalım daha, avukatlarını ve ziyaretçilerini getirip götürmek üzere Mudanya Limanında hazır yat mı bekletelim? Kapatılan DTP milletvekillerinin sine-i millete dönme fikirlerine hayır deyip sine-i mecliste PKK’nın siyasallaşması ve siyasi mücadelesini sürdürmelerini mi sağlayalım? Katile her hafta NORŞİN ve Ahmet Kaya konserleri mi izlettirelim? Adalet Bakanlığı tarafından oluşturulacak bir heyeti İmralı’ya gönderip “HAŞMETMEAP”ın bir arzularının, bir sıkıntısının olup olmadığını ilk ağızdan dinlenilmesini mi sağlayalım? Adam katil değil, terörist değil, sanki Nelson MANDELA. Bir de BAYDEMİR’imiz var. Devlete, hükümete güvenlik güçlerine meydan okuyor. Aldı eline BDP’nin meşe ağacının dallarını” Hükümete ve devlet aklına bir mesajım var. Bizi güvercin ve şahin olarak ayırmayın. Meşe ağacının dalları sayın hükümet ve kabine üyeleri nerenize battı”.Bu da yetmedi” HASS… TIR”.İçişleri Bakanımız açılımla meşgul olduğu için bunları duymuyor. İçişleri Bakanı belediye başkanlarını görevden alma yetkisini hangi durumda acaba kullanacak. Toplum merak ediyor.



14-“MİLLİ MUTABAKAT AÇILIMI ”makinesinin her tuşuna dokunduğunuzda mutlaka şunları okuyorsunuz. Nedeni Avrupa Birliği Patentli Made-in PKK yapımı olması

a-Özgürlüğün olmadığı yerde demokrasi olmaz!

b-.Eşitliğin olmadığı yerde demokrasi yoktur!

c-Kardeşliğin olmadığı yerde demokrasi yoktur!

Sonuç itibariyle “MİLLİ MUTABAKAT AÇILIMI” makinesi Kandil barış elçileri isteklerini, hani bir Türkü var bugünlerde ekranlarda sıkça söyleniyor, ŞEMMAME gibi bir ŞARTNAME (İDDİANAME) ile ilan ediyor. Yeme de yanında yat.

—Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılsın.

—Bölgedeki askeri operasyonlara son verilsin.

—Koruculuk sistemine son verilsin.

—Türkiye Devleti, Türklerden ve Kürtlerden oluşan bir Cumhuriyettir.

—Kürtçe eğitim yapan okullar açılmalıdır. Eğitim/öğretim faaliyetleri yerel yönetimlere devredilmeli ve öğretmen atamalarını da yerel yönetimler yapmalıdır.

—Türklerin tarihi ve kültürü için ne yapılıyorsa aynısı Kürtlerin tarihi ve kültürü içinde yapılmalıdır.

—Mahmur ve diğer kamplardan dönecekler için Güneydoğu Anadolu’da geçici Mülteci Kampı kurulmalı, bu kampın yönetimi Birleşmiş Milletler gözetiminde kampta bulunanlar tarafından seçilen temsilcilere verilmelidir.

Başka arzularınız daha yok mu? Mesela Mülteci Kampının bir bayrağı da olmalı gibi! Bu kadar insani, masum isteklere Türk halkının tek bir cevabı var.

Yüzüme bak bakalım! Alnımda “KERİZ mi” yazıyor? Aç tavuk kendini darı ambarında görürmüş. Aklınızı başınıza toplayın. Herkesin anlayacağı bir örnekle yaşadığımız kimlik sorununa çözümü sizlere sunuyorum. İslam dininde dört mezhep vardır. Şafii, Hanefi, Maliki, Hanbelî.Bu mezheplerden hangisine mensup olursan ol ,Müslüman olarak nitelendirilirsin. Hepsi Müslüman-İslam dininin mensubudur. Türkiye coğrafyasında yaşayanlar “TÜRK” kimliğini bu kapsamda değerlendirmeleri halinde Cenabı-Allah’ın bize lütfettiği bu topraklarda, bölgesinde güçlü, sözü dinlenen Lider Büyük Türkiye’nin mensupları olarak Ay Yıldızlı bayrağımızın altında güzel dilimizle millet olarak mutlulukları yaşarız, Yaratanın rızasını kazanırız.

________________________



(*)1952 yilinda Gümüshane Köse'de dogdu. 1969 yilinda Trabzon Lisesi Fen kolundan mezun oldu. Ayni yil Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü'nü kazandi. Yüksek ögrenimine ayni üniversitede Deniz Kuvvetleri adina askeri ögrenci olarak devam etti. 1975 yilinda mastir yaparak bu üniversiteden mezun oldu. Tegmen rütbesiyle Deniz Astsubay Hazirlama Okulu'nda Matematik Ögretmeni olarak göreve baþladi. Deniz Kuvvetleri Komutanligina bagli okullarda ve kurumlarda ögretmenlik ve idari görevlerde bulundu. 1996 yilinda Ögretmen Albay olarak kendi istegiyle emekli oldu ve Eylül 1996 yilinda Özel Üsküdar Fazilet Erkek Lisesi Müdür Basyardimciligi görevine basladi. Bir yil sonra Agustos 1997'de Özel Istanbul Fen lisesi Müdürlügüne atandi. 24.10.2000 tarihine kadar bu görevde bulundu. Daha sonra Özel Üsküdar Baglarbasi Lisesi Müdürlügü görevine basladi.30 Ekim 2008 tarihinde bu gorevinden ayrildi. Evli ve iki çocuk babasidir.