Milli imkan ve kabiliyetlerden yok sun olan bir ülkenin akıbetini tayin edecek olan kendisi değil bağımlı olduğu kaynakları ellerinde tutanlardır.
Petrol yada doğalgaza bağımlıysanız, vanayı kim ellerinde tutuyorsa, etki ve hareket alnınız o ellerin sahibinin sizde duyduğu zorunluluk, çıkar yada acıma duygusuyla sınırlı olur.
İstediğiniz kadar sanayi tesisleri açın, köprü yada otoyollar yapın fark etmez, neticede hepsi için ihtiyacınız olan kaynağı başka yerlerden alıyorsanız, büyümeniz ve gelişmeniz sınırlı seviyede kalır.
Üstelik böylesine hareketli bir coğrafyada bulunuyorken, böylesine derin ve yaralayıcı çatışmalar etrafınızı kuşatmışken, milli birlik ve toplumsal huzurunuza yönelik tehditler bu derecede çoğalmışken "enerji ve savunmada dışa bağımlı" olursanız, henüz oyuna daha başlamadan kaybedersiniz demektir.
Türkiye işte kendi eliyle böylesi bir tehditle karşı karşıyadır.
Son verilere göre Türkiye'nin petroldeki ithalat oranı %90,4, doğalgazdaki ithalat oranı ise %98,5 civarındadır.
Durum sadece bununla sınırlı değil, zira kullandığımız elektriğin yaklaşık olarak %50'ye yakını da ithal kaynaklardan elde ediliyor.
Bu durum fotoğrafın enerjiyle alakalı yüzünün bir kısmı.
Diğer kısmındaki büyük sorunu ise Suriye merkezli yaşanan büyük krizle beraber görmüş olduk.
* * *
Hali hazırda Türkiye'nin etrafı balistik kabiliyeti olan füzelerle çevrili durumdadır.
Suriye, İran, Rusya, Güney Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail'in Türk topraklarını içerisine alan uzun menzilli füze sistemlerine sahip olduğu biliniyor.
Kaldı ki bu durumu son olarak Hazar Denizi'nden Suriye'de belirlediği hedefleri vuran Rusya'nın geride bıraktığımız haftalarda yaptığı askeri operasyonla beraber görmüş olduk.
Yaklaşık olarak 1500 km mesafelik bir rotayı takip eden Rus füzeleri -kimi başarısız olarak hedefe varmadan düşmüş olsa da- son derece uzun bir rotayı takip ederek hedeflerine ulaşmıştı.
Bu füzelerin menzili dikkate alındığında ülkemizin tehdit altında olmayan hiçbir şehri yoktur.
Dolayısıyla Türkiye'nin kendisini böylesine gelişmiş, ileri nesil silah sistemlerine karşı koruması mecburi ve hayatidir.
Bu sağlanmadığı müddetçe Türkiye'nin caydırıcılığını bir kenara bırakın, krizlerin derinleşmesi haline istenilen çevrelerce tehdit unsurları göz önüne alınarak, istendiği gibi yönlendirilebileceği gerçeği karşımıza çıkıyor.
2013 yılında ilki yapılan hava savunma sistemleriyle ilgili ihalede yerli üretimin katkısı ve teklif fiyatı dikkate alınarak, Türkiye Çin'e bu ihaleyi vermişti.
NATO üyesi bir ülkenin, NATO'nun karşı bloğunda yer alan bir başka ülkeden bu sistemleri tedarik etmeye karar vermesi, hem ABD, hem de NATO nazarında tepkiyle karşılanmıştı.
G20 toplantısının başladığı saatlerde bu ihalenin iptal edildiği kararının duyurulması ise son derece manidar olmuştur.
* * *
Ayrıca çok değil, bir hafta önce ABD'nin F-15 uçaklarının, Türkiye'nin talebi doğrultusunda Türk hava sahasını korumak üzere İncirlik'e konuşlandırılmasının kararlaştırıldığının ilan edilmesi de bu haberle beraber düşünüldüğünde, savunma alanında ne derecede vahim bir halde bulunduğumuz ortaya çıkıyor.
Milli harp sanayisinde gelişmeler yapıldığını iddia eden AKP iktidarının söylemlerini bir kenara bırakırsak, gerçekte Türkiye'nin en stratejik ve hayati alanda ne derecede savunmasız, biçare ve dışa bağımlı olduğu gerçeğini bu vesileyle görmüş olduk.
Basına yansıyan bilgilere göre Türkiye Çin'e verdiği füze savunma ihalesini iptal ederek kendi hava savunma sistemini geliştireceği söyleniyor.
Oysa henüz "orta menzilli" olarak adlandırılan hava savunma sistemini dahi tam manasıyla yapamamış olan Türkiye için ani bir kararla "uzun menzilli" olarak adlandırılan bu sistemin yerli imkânlarla geliştirileceğini iddia etmek, AKP'nin Türkiye'yi daha uzun yıllar oyalayacağını, savunmasız bırakacağını, Türkiye'yi koruma görevini TSK'dan alıp, ABD ordusuna vereceğini ilan etmekten başka bir anlam ne yazık ki taşımıyor.
Bu sistemler elbette mili olanaklarla geliştirilmeli ve kullanımından, üretimine kadar Türkiye'nin vakıf olmadığı hiçbir alan bulunmamalıdır.
Ancak hava savunma gibi böylesi önemli bir konuda Türkiye'nin 2013-2015 arası dikkate alındığında 2 yılının heba edildiği gerçeğinin görülmesi lazımdır.
TSK'nın modern savaş teknolojilerinden mahrum bırakılması, Türk Milleti'nin savunmasız kalması ve geleceğinin belirsiz olması demektir.
* * *
Peki şimdi ne olacak?
Muhtemeldir ki, Türkiye bu acil açığını kapatmak için iki yol deneyecektir.
Ya NATO'dan hava savunma sistemleri isteyecek, yada ABD'den Patriot olarak adlandırılan hava savunma sistemlerini almak için yeni bir süreç başlatacaktır.
Bu ikisi olurken hava savunma sistemlerinin milli imkânlarla geliştirilmesi süreci de ne yazık ki yavaş işleyen bir seviyede hareket edecektir.
Oysa böyle olmamalıydı.
En başından itibaren koşullar ve netice doğru hesaplanarak, Türkiye'nin ihtiyacı olan sistemlere yönelik olarak doğru planlamayla, milli imkanların mümkün olan en üst seviyede olacağı geliştirme süreci başlatılmalı, bu çalışma içerisinde ihtiyaç kalemleri tespit edilerek, buna dayalı dış alımlar gerçekleştirilmeliydi.
Genel tabirle, tümden varım yerine tüme varım seçeneği devreye alınmalıydı!
Ancak olmadı, AKP bunu yapmayarak bir bakıma Türkiye'yi yabacı ülkelerin askerleriyle beraber tabir yerindeyse cirit atacakları bir sahaya çevirdi.
Bunlar dikkate alındığında şayet kendi ayaklarımız üzerinde durmak, kendi politikalarımızı uygulamak, kendi kararlarımızın kabul edilmesini sağlamak istiyorsak enerji ve savunmadaki dışa bağımlılığımızı ortadan kaldırmamız mecburidir.
Aksi halde Türkiye AKP iktidarının 13 yıllık serüveninde tecrübe edildiği gibi her daim yöneten değil, yönlendirilen, küresel projelerde taşeron olmaktan öteye gidemeyen bir ülke olur.
Yanı başınızda size rağmen sınırlar değiştirilmeye başlanır da, buna sesiniz dahi çıkamaz…
Olan da bu değil mi?