Bölgesel siyaset ve dengele tabirini son dönemlerde sıklıkla duyar olduk.
Bölgeden kastın sadece Suriye ve Irak'ın içinde olduğu Ortadoğu coğrafyası değildir.
Son yıllarda adından oldukça fazla söz ettirmeye başlayan Doğu Akdeniz, aslına bakarsanız "bölgesel gelişmeler" başlıklı gündemin en önemli sahasıdır.
Pek dikkat edilmese de hem Irak hem de Suriye'yi ilgilendiren temel meselelerin neredeyse tümü Doğu Akdeniz ile doğrudan bağlantılıdır.
Örneğin Suriye'nin Doğu Akdeniz boyunca uzanan sahillerini kim kontrol edecek, Irak'ın kuzeyinden başlayıp, Suriye'nin kuzeyi ile devam edecek bir Kürt koridoru oluşturulabilecek mi yoksa oluşturulamayacak mı?
İşte tüm bu sorular hedefin Doğu Akdeniz'i kimin kontrol edeceği kadar, böylelikle bazı "enerji nakil hatlarının" da önümüzdeki yıllar açısından nasıl şekilleneceğine bağlıdır.
Son dönemlerde yapılan keşiflerle beraber sadece Ortadoğu'nun değil, Doğu Akdeniz'in de zengin doğalgaz ve petrol yataklarına sahip olduğunun anlaşılması göz önünde bulundurulduğunda, Rusya'nın neden Suriye'deki askeri varlığını günden güne artırmaya başladığı sorusu apayrı bir önem olarak kendisini gösteriyor.
Keza aynı şekilde çoğu AB üyesi olan ülkelerin ve dahi ABD'nin de Rusya'ya paralel bir şekilde NATO şemsiyesi altında Doğu Akdeniz'deki askeri varlığını artırması bir noktada aynı meseleyle ilintilidir.
Aynı şekilde İran'ın da elinde bulundurduğu doğalgaz ve petrol rezervini Irak ve Suriye üzerinden Doğu Akdeniz'e ulaşacak "Şii koridoru için" uğraş verdiği ve bu nedenle sahada aktif bir şekilde bulunduğunu buna eklemek gerekir.
Hemen söyleyelim, Türkiye bu oyunun bir tarafı yada paydaşı olmaktan çok daha öte, sahip olduğu eşsiz coğrafi konumu sebebiyle tam da merkezindedir.
Rusya, Avrupa'nın doğalgazda kendisine olan bağımlılığının ortadan kalkmaması ve bu nedenle elindeki en önemli kartının devre dışı bırakılmaması için "canhıraş" uğraş verirken, neredeyse yeni doğalgaz nakil hatlarının olası güzergâhının hepsinin Türkiye üzerinden geçerek Avrupa'ya ulaştırılmasının planlanması, bu önemi ortaya koyuyor.
Tüm bu bilgiler ışığında Suriye'nin geleceğinin ne olacağı sorusunun taşıdığı önem de zannediyorum daha iyi anlaşılmıştır.
Böylesi bir dönem pek çok yeni gelişmeye kapı aralayacak potansiyele sahiptir.
Dünün düşmanları bir anda dost olabilecekken, benzer şekilde dün dost gibi görünenlerin bugün başka çıkar hesaplarının gündeme gelmesiyle gerginlikler yaşaması kaçınılmazdır.
İsrail'in son dönemlerde Türkiye ile ilgili yaptığı değerlendirmelere bu pencereden bakmak yararlı olur.
Zira Doğu Akdeniz'e uzanan ekonomik bölgesi içerisinde son yıllarda zengin doğalgaz rezervlerine sahip olduğu tespit edilen ülkelerin başında İsrail geliyor.
İsrail de bu gazı ulaştırabilecek Pazar arayışında gözünü Avrupa'ya dikmiş durumda.
Ancak bunun hangi güzergâhtan taşınacağı sorusu henüz cevabını bulmamışken, en ekonomik ve güvenli hat olarak Kıbrıs ve Türkiye yapılan hesapların öncelikli konu başlığını oluşturuyor.
Daha önce Mısır'la aralarında bulunan doğalgaz anlaşmasını, Mısır sınırları içerisinden geçen hatlarda meydana gelen kesinti sebebiyle zarara uğramasını gerekçe göstererek rafa kaldıran İsrail, sıvılaştırılmış halde doğalgazın uluslararası piyasaya sürülmesi fikrini hem bu nedenden, hem de Mısır'ın yeni doğalgaz kaynakları bulmasından ve Mısır, Güney Kıbrıs, Yunanistan arasındaki 3'lü yakınlaşma ve enerji işbirliğinden ötürü yeni bazı seçenekler üzerinde duruyor.
İsrail Başbakanı Natenyahu dahil pek çok İsrailli yetkilinin Türkiye ile ilgili doğalgaz alanında işbirliği yapılabileceğine dair değerlendirmelerinin sebebinin yattığı mesele işte budur.
Henüz bu yönde somut bir görüşme gerçekleşmemiş olsa da Erdoğan'ın da İsrail ile ilgili, bölgedeki gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda Türkiye ve İsrail arasında gergin durumda bulunan ilişkilerin düzeltilebileceğini söylediği son değerlendirmeleri dikkate alındığında, yakın zaman içerisinde Türkiye-İsrail arasında, Mavi Marmara krizi ile başlayan sorunların işbirliğine düşmesi muhtemel olacaktır.
Ancak bu durum aynı zamanda "one minut" ile başlayan AKP'nin İsrail'e dair politikalarında "çarkçılığın" nasıl işleyeceği sorusunu da beraberinde getirmektedir.