GÜNCEL

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın Yetimleri

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın (93 Harbi) sivil halk üzerindeki dramatik etkilerini ve Anadolu'ya yayılan göçün acı hikâyesini anlatan bu yazıda, tarihimizin unutulmuş yetimlerine sesleniliyor. Acıları, direnişi ve mirası unutmamak için mutlaka okuyun.

Ey Kafkasların, Balkanların, Yemen’in, Hicaz’ın, Süveyş’in, Çanakkale’nin, Dumlupınar’ın çileli yetimleri! Sizlere sesleniyorum: Ecdadınızı unutmayın. Ecdadınızın, bu memleketi sizlere hangi zorluklarla emanet ettiğini unutmayın. Ve dedelerinize layık olun.

Evet, zor yıllardı. Harita okumasını bilmeyen subayların zamanıydı. Paşaların birbirini çekemediği zamanlardı. Ötekileştirmenin ordu içinde yapıldığı zamanlardı. İstanbul’da hükümetin beceriksiz, yetkisiz olduğu zamanlardı. Doktorun az, ilacın olmadığı zamanlardı…

Evet, Balkanlarda, Kafkaslarda ordular yeterli eğitimden geçmemiş, istihbarattan yoksun, düşmanın üstün donanımına karşı koyacak gücün olmadığı zamanlardı. İstanbul’da Meclis-i Mebusan’ın etnik tartışmalara sahne olduğu zamanlardı.

İşte böyle bir ortamda 93 Harbi başladı. Osmanlı orduları Balkanlarda, Kafkaslarda yeniliyor, Mehmetler şehit düşüyor, sağ kalan asker geri çekiliyordu.

Ordu geri çekilirken, Rus zulmünden kaçan sivil ahali de evlerini, barklarını, köylerini, kasabalarını bırakarak önce Erzurum’a, sonra Anadolu içlerine gidiyordu. Şartlar zor muydu? Zordu. Erzurum’da konaklayacak yer kalmamıştı. Kars yaylalarından, Pasin Ovası’ndan yaya, kağnı ve at arabalarıyla on binlerce insan akın akın Erzurum’a; buradan Erzincan’a, Suşehri’ne, Malatya’ya doğru zor şartlar altında gidiyordu.

Sonbahar başlamış, yağmurlar yolları çamura çevirmişti. Soğuk hava şiddetini artırırken, kış yaklaşmış; kar fırtınaları insanları kavuruyor, güçsüz, mecalsiz bırakıyordu...! Açlık, susuzluk, hastalık insanların felaketini hazırlıyordu. Tifo, tifüs, bit, pire… Ne yoktu ki! Tüm bu zorluklar içinde aşılmaz engeller aşılıyor, geçit vermez geçitlerden geçiliyordu.

Kafileler Amasya, Kayseri, Sivas, Niğde, Nevşehir, Konya, Ankara’ya ulaşıyorlardı. Aylarca tabiatın verdiği zorluğu canları pahasına, gece gündüz demeden katettiler. Ne acılar yaşadılar, ne acılar…

Örneğin, Erzurum’dan 200 kişilik bir kadın kafilesi, başlarında bir albayın eşi olduğu hâlde yola çıkarılıyor; bunlar Aşkale-Tercan arasında tipiye yakalanarak tamamen donup Hakk’a teslim oluyordu. Aynı kafiledeki 400 kişilik erkek grup da ne yazık ki aynı şekilde donarak vefat etti.

Şehirde kalan Müslüman Türkler, 9 Kasım sabahı Aziziye’de Rusları yeniyor; ancak Edirne Muahedesi sonucunda Ruslar, şehre Şubat ayı içinde işgalci olarak, kurşun atmadan giriyorlardı. Tıpkı 1918 yılında İngiliz ve Fransızların İstanbul’a girişi gibi…

Erzurum’u işgal eden Ruslar, derhâl Tümgeneral Mihaviloviç Duhovskiy’i vali olarak atıyor; işgal köy ve kasabalara yayılıyordu. İşte bu valinin ve eşinin tuttuğu notlardan o işgal yıllarını öğreniyoruz. Türk ordusu geri çekilirken, binlerce hasta ve sağlık personelini bırakarak gitmiş; geride kalan Türkler kaderleriyle baş başa kalmıştı.

İşgal, Edirne Mütarekesi’ne göre düzenleniyor; Ruslar, istedikleri gibi şehirde yeni bir yönetim oluşturuyordu. Şehirdeki Türk doktorları geri çekilirken, Başhekim Dr. Yusuf Bey ve arkadaşlarının bir bölümü tifo, tifüsten ölmüşlerdi. Geride kalan sağlık görevlileri; Avustralyalılar, Danimarkalılar, Norveçliler, Prusyalılar, Yunanlılar ve İngilizler, sağlık işlerini üstlenirken; İtalyanlar da eczacılık işlerini yürütüyorlardı. Çünkü bu savaşta, ne yazık ki Müslüman Türk doktoru yok gibiydi.

Köylerde, kasabalarda tifo, tifüs can alırken; şehir merkezinde günde 300 kişi hayatını kaybediyordu. Donma olayları, halkın ve Türk ordusunun baş belasıydı. Her gece 12-15 asker cephede donarak şehit oluyordu. Yarı donmuş askerlerin ayakları, kolları kesiliyor ve sakat kalmaları vakayı adiyeden sayılıyordu. Türk ordusu, Ekim'den Nisan'a kadar 12 bin kişiyi gömdü. Gömülemeyen insan sayısı ise bilinmiyordu.

Ruslar, iyileşen hastaları o kış şartlarında Mamahatun’a gönderiyordu. Şehirde yakacak yoktu. Gıda maddeleri karaborsada satılıyordu. Erzurum kara günlerini yaşıyordu. Ermeniler, Müslümanlara karşı her türlü hakareti yapıyorlardı. Bu arada, bazı Kürt aşiret başçıları bol ödüller alırken; Rus idaresinin çıkarları doğrultusunda enerjik ve “yararlı” hareket ediyorlardı.

Evet, bugün İç Anadolu’nun şehir ve kasabalarında, 93 Savaşı’nın yetim kalmış torunlarını görmek mümkündür. Evet, o zor şartlar altında ölümü göze alarak giden bu insanlardan kaç kişi ölmüş, sakat kalmış; hâlâ bilmiyoruz. Konuyla ilgili ne bir hikâye, ne bir roman ve ne de bir film yapılmış değiliz.

Ahıska, Kars, Ağrı, Ardahan, Artvin, Erzurum yöresinde vefat eden sivil ve asker sayımız, hâlâ bilinmezliğini korumakta. Bu, bizim ayıbımız olarak ortada durmaktadır.

Ey 93 Harbi’nin yetimlerinin torunları!
Duyduklarınızı yazın. O acıları gelecek kuşaklara aktarın.
Aktarın ki Türk milleti ne acılar çekmiş, bilinsin.
Bilinsin ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kıymeti anlaşılsın.

📍 15 Eylül 2025 – Erzurum / Abdurrahman ZEYNAL