Rivayet bu ya, bir gün Atatürk, etrafındakilere: Dâhiliye Nâzırı, Hâriciye Nâzırı vs. diyoruz. Gelin bu "nâzır" kelimesine Türkçe bir karşılık bulalım, der. Bir müddet sonra ilgili kişiler Atatürk'ün makamına gelirler ve "nâzır"a Türkçe karşılık olarak "bakan"ı teklif ediyoruz efendim, derler. Atatürk biraz düşündükten sonra: Arkadaşlar, "bakan" demek ayıp olur, hiç olmazsa "gören" diyelim cevabını verir. Ama netice ortada, "nâzır"lar "bakan" oldu. Vüzera "bakan" olunca gayet tabii halk da"bakar" olacak...

Millet olarak uzun yıllar görmesek de baktık. Televizyonların yaygınlaşmasıyla bakan da kalmadı. Herkes artık seyrediyor. Seyirci bir toplum olduk. Olup bitenleri hep seyrediyoruz...

Güneydoğu alev alev yanıyor, şehirler harabeye dönmüş. Kaçabilenler kaçıyor, kaçamayanlar elinde beyaz bir bez parçası, asker ve polisten hayatını sürdürecek kadar bir iaşe alabilirse tuzaklanmış bombalar ve delik deşik olmuş yıkık binalar arasında kaybolup gidiyor. Yani ülke bölünmenin eşiğine gelmiş. Siyasi partilerimizden ikisi kampa giriyor, vekillerin yüzüne bakıyoruz, hiçbir endişe izi yok. Allah neşelerini artırsın, hepsinin ağzı kulağında... Kamptaki partilerden birisinin mutfağından kebap dumanları yükseliyor, ötekinde çiğ köfte muhabbeti var.

Aydın müsveddeleri yeni anayasayla meşgul. Havuz dalkavukları ise başkanlık sisteminin ülkeyi nasıl uçuracağını anlata anlata bir türlü bitiremediler. Kısacası, Güneydoğu'da yaşayanlar ve orada canını dişine takarak görev yapan askerlerimiz, polislerimiz ve onların yakınları dışında herkesin rahatı yerinde... Nasıl olsa seyirci çok, vur patlasın çal oynasın...

"Kalpleri ve kulakları mühürlenmiş, gözlerine perde çekilmişler" misali olup bitenleri görmez, duymaz ve hissetmez olduk. Önce ferdî olarak yakalandığımız bu hastalık süratle yayıldı, toplumun tamamını sardı. Oysa Hz. Peygamberimiz: "Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar" buyurmaktadır. Peki, sürmekte olan terör olayları dolayısıyla yaşanan acılar başta ülkeyi bu noktalara getiren yetkilileri yahut halk olarak bizleri ne kadar etkiliyor? Yahut etkiliyor mu? Yoksa "bana ne, biz zamanında gereken uyarıları yapmıştık, günah bizden gitti" deyip sorumluluğu başkalarının üzerine atarak vicdanımızı susturmaya çalışmakla mı meşgulüz?

Fertler olduğu gibi cemiyetler de zaman zaman hastalanırlar. Bu normaldir. Anormal olan vücudun hastalıklara karşı gerekli reaksiyonu gösteremez hale gelmiş olmasıdır. Maalesef bugün toplum olarak yaşamakta olduğumuz çalkantılara karşı reaksiyon gösteremez duruma düştük. Güneydoğu'da isyan başlatılmış, "nâzır"larımız bakıyor, halkımız ise bakmıyor bile, sadece seyrediyor.

Demem o ki insan başkalarının sevinç ve acılarına ortak olduğu ölçüde insandır. Yaşanan olumsuzluklara boş gözlerle bakanlar ve onları bir filmmiş gibi seyredenler insanlıklarını sorgulamalıdırlar. Lütfen"belgesel"lere bakın, kendi dünyalarında yaşanan olumsuzluklara hayvanların bile kayıtsız kalmadıklarını göreceksiniz...

İbret alınası bir manzara değil mi?..