Sosyoloji dünyasının acı kaybı: Orhan Türkdoğan Hakk'a yürüdü Sosyoloji dünyasının acı kaybı: Orhan Türkdoğan Hakk'a yürüdü
Bana hayatın anlamını öğreten güzel çocuk, seni yazmak istedim bu gece… Ay, az önce uzattı başını pencereden; kaldırıp başımı şöyle bir gökyüzüne baktım. Yalnızlığım vardı şu sol yanımda, bir de onsekiz sene önce bırakıp geldiğim anılarım. Yıldızlar dizi dizi gökyüzünde, öyle parlak ki bu gece. Gözlerin geldi aklıma: bana insanlığı hatırlatan sözlerin. Güzel meleğim, nasıl unutabilirim ki seni…

Garip biliyorum ama belki de sen benim en onurlu öğretmenimdin. Anımsadın mı beni? Yıl 1990, diploma almanın, annemin tabiriyle adam olmanın sevinci vardı üzerimde. Evet ya, büyümüştüm, okumuştum da adam olmuştum. Bir yanım para kazanma hırsıyla dolu öylesine haylazken; öbür yanım İnsanlığa hizmet etmenin haklı gururunu yaşıyordu. En büyük armağanda belki de bu meslek, tanrı tarafından sunulan sermayem çocuklarımdı. Ama inan ki; ben de en az senin kadar çocuktum bu hayatta. Hasret denen o acı şey hep şu yanımdaydı. Tüm sevdiklerimi geride bırakarak gelmiştim bu şehre. Çok benziyorduk birbirimize aslında; senin umutların vardı geleceğe dair; elma şekerine benzeyen düşlerin. Benimse para kazanmak uğruna geride kalan hayallerim…

Annemin ellerini öperek çıkmıştım yoluma. “Allah’a emanet ol yavrum. Çocuklarına asla kızma.” Hiç unutmadım bu sözü, hiç unutmadım… Ne güzel bir duyguydu öğretmen olmak, ne onurlu bir şeye sahiptim. Anne olamamıştım belki ama ben yüzlerin, binlerin en değerli hazinesiydim. Yüzüm biraz solgun olsa; anlardın halimden, bilirdin yanlış giden bir şeyler olduğunu. Güldüğümde gülerdi gözlerin, güneşin parıltısı düşerdi yüreğine. Ne ekmek, ne para ne de başka bir şey. Sen benden o masum yüreğinle sadece biraz şefkat beklerdin. Öyle büyüktüm ki senin gözünde; öyle erdemli, söylediklerin kanun gibiydi o küçücük sözlüğünde. Derse başladığımda öyle hayranlıkla izlerdin ki; belki de öğretmeninden çok gizli bir kahramanındım senin. Her şeyi bilirdim ben; her şeyi anlardım, bakışlarından hissederdim çocuklarımı…

Affet beni, ne olur bağışla küçüğüm. Ben anlayamadım seni… Hatırladın mı? Kar yağmıştı Gaziantep`e , lapa lapa kar. Beyaza bürünmüştü tüm sokaklar, dağlar, ovalar. Ne heybetli görünüyordu şu Antep. Tipi vardı dışarıda. Ellerin sıcaksa sırtında pek, kim anlar kemiklere işleyen soğuğu, söyle kim bilir? Sınıfa girdim. Yine her zamanki gibi selâmlaştık. Bizim meslekte oturmak yok bilirsin; hakkını vermelisin aldığın paranın. Ayağa kalktım dersi anlattım. Yine dinledin beni, masumca oturduğun o sıradan. Seni kaldırdım tahtaya. Her zamankinden farklı bir ifaden vardı. “Kalkmak istemiyorum!” dedin.

İnanamadım küçüğüm. Beni çiğneyip geçmene inanamadım. Sinirlendim, tekrar söyledim adını, “tahtaya kalk!” Gözlerin doldu, ama kalkmadın. Ne acı ki gururuma yenildim. Ben, her şeyi anlayan öğretmenin ben; yokluktan üşüyen onurunu hissedemedim. Kalktın; evet kalktın; bir damla düştü gözlerinden yanıma geldin, gözlerime baktın. Israr etmesem konuşmayacaktın biliyorum. Usulca yaklaştın, kulağıma fısıldadın. Hâlâ kulaklarımda o sözün “ Öğretmenim, ayakkabılarım yırtık, çoraplarım gözüküyor. Arkadaşların görmesinden utandım; o yüzden kalkmadım…” Bilir misin? Kurşun, insanı bir kez öldürür; ben o an binlerce kez öldüm.

Herkes baktı sana, sen o kadar onurluyken. Herkes gördü yamalı çoraplarını; ben o kadar asi ve anlayışsızken. Affet Meleğim, dedim ya kaynayan bir aşın varsa evde; üç beş kuruş parada varsa cebinde, kralı oluyorsun bu evrenin. Gözlerine perde iniyor ansızın; ya görmüyor gözlerin; ya da görmek istemiyor, insanlıktan soyutlanmış yüreğin. Sen yine oturdun usulca. Kolay mı dersi anlatmak, senin o küçücük ayakların kar sularıyla dolmuşken; o yalan bilmeyen dilin, yoksulluğa isyan ederken. Ne kadar dinlerdin anlattıklarımı, bunca insanın arasında ezik düşmüşken. Teneffüstü, herkes dışarı çıktı. Kalmanı istedim, ağladın.

Öyle ağladın ki, nehirler dile gelirdi gözyaşlarında; Ağrı Dağı isyana dururdu. Sarıldın sıkıca, biliyor musun? Bir daha hiç kimse öyle sarılmadı bana. Bakıştık birbirimize, anayla oğul gibi; sonra ağlayışımıza güldük. Güneş vurdu yüzüne, o simsiyah gözlerin parladı yine. Cebimden para çıkarıp sana uzattım. Yeni bir ayakkabı al diye; öyle onurluydun ki almadın. Sonra bir hikâye anlattım; inandın bana. “Söz veriyorum öğretmenim.” diyerek aldın. Biliyor musun? Ben o gece hiç uyumadım.

Defalarca sorguladım kendimi. Koluma çantayı takıp, okul bahçesinde tur atmanın öğretmenlik olmadığını; o gün anladım. Sıcacık evimin odasında, hayata dair şiirler yazarken; öğretmenliğin tahta başında kalmadığını, ben seninle öğrendim güzel çocuk. Ben, hayatı yeniden seninle keşfettim. Ertesi gün daha da büyük bir şoktu hayatımda. Gülümseyerek Öğretmenler odasına girdin; beni çağırdın. Gözlerindeki o parıltı vardı ya; yeniden doğdum o ışıltınla. Ayakkabılarını gösterdin bana; ümitlerin kadar parlaktı ayakkabıların. Giderken elime bir miktar para tutuşturdun. “Bu ne?” dedim. Pahalı olmaması için ayakkabılarını pazardan aldığını söyledin ve kalan parayı da bana getirmiştin. Sen ne asildin güzel çocuk; sen ne asildin… Kim öğretmişti sana bu kadar masum ve dik olmayı. Ben mi öğretmenindim senin; yoksa bana insanlığı öğreten sen mi? Aradan tam onsekiz sene geçti. Ben seninle büyüdüm, olgunlaştım, yenilendim. Kim bilir hangi yıldızlar ülkesindesindir şimdi. O minik ellerin, kiminle paylaşıyor gecenin soğuğunu; kimlerle bölüşürsün yarım ekmeğini…

Ben, seni bıraktığım çizgide ama bambaşka bir paraleldeyim artık. Sınıfa girdiğimde, daha içten bakıyorum çocuklarımın gözlerine. Ne istediklerini onlara sormadan anlayabiliyorum. Unutmadan, bir fazla almak yerine, ben de senin gibi bir eksik alıp, kalanı onlarla paylaşıyorum. Hâlâ yalnızlığım var şu sol yanımda; bunu bana sen öğrettin küçük öğretmenim; ben, yalnızlığımı da utanmadan insanlarla paylaşıyorum… Anladım ki ; kitaplardan öğrenilmiyor her şey. Sana binlerce teşekkür, bana içtenliği, onuru, paylaşmayı, her şeye rağmen dürüst ve ayakta kalmayı kısacası; insan olmayı öğreten KARA GÖZLÜ MELEK.

 
( Dr. Ersin Arslan'ın öğretmeninin kaleminden...
Görevi sırasında kendisinden istenilen sahtekarlığı yapmadığı için öldürülen, Dr. Ersin Arslan henüz ilkokula giderken onun için yazılan, ölümüyle ortaya çıkan bu öykünün, fedakar bir öğretmen olan yazarı isminin açıklanmasını istemiyor...)

Editör: TE Bilisim