Bu virüs, daha çok farazi ya da sanal. Tıbben tanımlanamayan ve tespit edilemeyen türden… Biyolojik değil, daha çok psikolojik, sosyal nitelikli.

Bireyleri ve kitleleri, akıl ve bilgiden çok “inanç”lara veya zihinsel alışkanlıklara yöneltiyor.

Deprem Bölgelerinde Konteyner Kentlerde Çözülemeyen ”Elektrik ve Su Problemleri” ! Deprem Bölgelerinde Konteyner Kentlerde Çözülemeyen ”Elektrik ve Su Problemleri” !

Normal hatta sağlıklı zannedilen anlayış, tavır ve davranışlar şeklinde gözüküyor.

Bir başka açıdan, içinde yaşadığımız toplumun hayat tarzı, kültürümüz; olaylara ve olgulara bakış açımız, olan biteni değerlendirme tarzımız gibi duruyor.

Etkisi her ne kadar kabul edilmese, reddedilse de o kadar alışmışız ki anlaşılan çoktan beri içli dışlıyız ve neredeyse bütün ufkumuzu tutmuş!

Hem çok yabancı olmadığımız, alıştığımız türden hem de bir bakıma nevzuhur…

*

En önce beyine, algı, mantık, muhakeme melekelerine hücum ediyor, sonra da düşünce, duygu ve davranışlara hükmediyor. Bilgisizlik ve “ne bilip ne bilmediğinin farkında olmamak” durumu çok belirgin. Sağduyuyu iptal ediyor.

Sağlıklı eleştiri gücü yok oluyor,  adalete ve hakikate yakın durma kaygısı azalıyor, “estetik” hiç akla gelmiyor. Bugüne, tarihe ve geleceğe, tabiata ve topluma, insana ve devlete, yani hayata şaşı baktırıyor. İhtimal ve derece hesabı olmaksızın, dünyayı, hayatı, olayları, insanları, fikir ve açıklamaları siyah beyaz, iyi kötü, doğru yanlış, dost düşman şeklinde gösteriyor.

Bünyeyi, kafa ve kalpleri halsiz, cansız bırakıncaya kadar işlevini sürdürüyor. Girdiği bünyeleri “yaşayan ölülere” dönüştürüyor, tabiri caiz ise öldürmüyor süründürüyor!

Bu virüsü kapanlarda gerçeklerden kopuş süreci yaşanıyor; mantık ve eleştiri gücü zayıflıyor. Öngörü ve tahmin kabiliyeti azalıyor, hakikate yakın durmak için çaba sarf etmek akla gelmiyor. Acımasızlık, umursamazlık, neme lazımcılık karakter haline geliyor.

Zamanla gayret, iyi niyet ve fedakarlık yerini tembelliğe ve egoizme, hatta düşmanca duygulara terk ediyor. Beyana güven ve empati yerine şüphe esas oluyor.

Virüs giren bünyeler hak ve hukuk, insan hakları ve adalet hassasiyetinden uzaklaşıyor, takıntılı bir kişilik gelişiyor, doğruyu eğriden ayırma, ölçme değerlendirme yeteneği ortadan kalkıyor, renk körlüğü artıyor.

Hastalık kapmış tiplerde diploma, unvan, konuşma, kılık kıyafet gibi şeyler normal gözüküyor ama bazı kritik anlarda ya da beklenmedik durumlarda aklı başında, yaşına göre düşünmesi ve davranması gereken insan profili çizmiyorlar.

*

Virüs, tevarüs edilmiş, kültürel kaynaklı gibi gözüküyor. Sanki toprağın eskimesinden, metalin yorulmasından neşet etmiş, mutasyona uğramış gibi…

Genellikle iddia edildiği gibi ithal veya yabancı menşeli değil, tamı tamına “yerli ve milli” gözüküyor! Bu virüsün yaygınlaşmasının, tarihi olduğu kadar aktüel temelleri ve nedenleri de olmalı…

Virüs, muhtemelen doğru yanlış inançlardan, gelenek ve alışkanlıklardan, zihniyetten, akıl, bilgi ve ahlak zafiyetinden besleniyor; yani bireysel ve toplumsal az gelişmişlik kaynaklı. Çünkü hem bireysel hem de toplumsal ölçekte hakikat kaygısını, ilkeli olma iradesini ve ahlaki duruşları, sağlıklı düşünce ve duyguları kemiriyor. Aklı dumura uğratıyor.

Bulaştığı insanlar üzerinden toplumsal kurumların, devletin, siyasetin, demokrasinin, partilerin, bürokrasinin, hukukun, eğitimin, üniversitenin, sağlığın standartlarını zorluyor, kalitesini düşürüyor. Bununla kalmıyor, demokrasi, laiklik, çağdaşlık, vatanseverlik, bağımsızlık, milliyetçilik, dindarlık, muhafazakarlık gibi değer ve kavramların da içini boşaltıyor.

Bilgilenmeyi, alın terini, samimiyeti, adanmışlığı, idealizmi, ilkeliliği, kendini gerçekleştirmeyi enayilik gibi gösteriyor. Virüslü ortamda adil rekabet kuralları ve şartları hiç istenmiyor. Kestirmeden devlet, parti, ideoloji, akrabalık, arkadaşlık vs. yoluyla hedefe ulaşmak ve unvan, mevki, makam sahibi olmak daha gerçekçi gözüküyor.

İtibarın tek ölçüsü para gibi görülüp, elde etmek için bütün yollar mübah sayılabiliyor. Kamu imkanları ya da kaynakları üzerinden zengin olma, mal mülk edinme davranışları olabildiğince yaygınlaşıyor.

Virüsün bünyeyi kapladığı hallerde öfke, hamaset, dindarlık, milliyetçilik, düşmanlık duyguları çoğalıyor ve sağduyu, hesap kitap yani akılcılık/rasyonalite azalıyor.

 *

Virüsün etkisinde kalanlar o kadar çok ki! Ama, en çok aydınlara musallat oluyor.

Virüs inanç, ideoloji, şu veya bu politik görüş, meslek, meşrep ayırımı yapmıyor; bütün bilgisizler, bütün ilkesizler, bütün kifayetsizler onun hedef tahtası. En çok sevdiği kesin inançlılar, özeleştiri yapmayanlar, bilgi sahibi olmadan fikir insanı kesilenler, ifrat tefrit eğilimi yüksek olanlar…

Virüse maruz kalmış dediğimiz çoğu aydının dünyasında belirleyici olan “hakikat sevgisi” ya da sağduyu değil bir tür kestirmeden sonuca gitmektir. Hayatın gerçekleri ile barışık olmanın “olmazsa olmazı”, her alanda güvenilir ve yeterli bilgi iken, bu kişilerde bilgi eksikliği, yalan yanlış inançlarla telafi ve ikame edilmeye çalışılır.

Ömürleri boyunca “komplo teorilerine” inanma eğilimi içinde olmuş, ülkeyi ve dünyayı kurtaracak “sihirli formülleri” olan bu kesimler virüse kolayca teslim olabilmektedir. “Kifayetsiz muhteris”tirler. 

Yaygın semptomlardan biri, aklen ve vicdanen yol ayırımında yani zorda kaldıklarında en çok yaptıkları şeyin olan biteni meşrulaştırmak ya da kendilerini kandırmaya çalışmak olmasıdır.

Erken olgunlaşmışlardır, unutmayı ve yeniden öğrenmeyi zafiyet kabul eder, “kırk yıldır aynı yerdeyim” diye övünürler! Hasta tiplerin dünyasında değişmemek güçlü karakter, kurnazlık ise akıl ve erdem, hatta başarı gibi takdim edilir.

“Ortak akıl” arayışı yoktur, istişare yöntemini zafiyet olarak görürler. Fena halde “megaloman”dırlar: Eğer bir pozisyon ya da unvana sahip iseler, birçoğunun her tarafından gurur ve kibir akar.

Ölümcül virüs sanki sadece sosyal medya destekli kalabalıkları değil diplomalı, unvanlı cehaleti de yaygınlaştırmıştır!

 *

Maruz kalanların çoğu esasen ilkesiz tiplerdir. Yüksek tepelerde ilkesizlik daha belirgindir. Yalan, yanlış olduğunu bildikleri halde, bunları dile getirmeyen, elinden geleni yapmayan, menfaati için susan insanlardır. Aslında bilinçli bir duyarsızlık içindedirler.

Virüse maruz kalmış bireylerde ve toplumsal gruplarda peşin hükümlere, kesin inançlara bağlılık ve bağımlılık artarken sağduyu azalıyor, ayırt etme ve empati yeteneği kayboluyor. Ötekileştirme veya kutuplaştırma doğuracak tavır ve davranışlar artıyor. Gerçekte sahip olunamayan vasıflar tevazu, hoşgörü, sevgi ve saygıdır.

Bu insanlar nezdinde, başımıza gelen bütün kötülükler düşmanlar yüzündendir. Konjonktüre göre iç veya dış düşmanlar azalır, çoğalır, çeşitlenir.

İronik bir durum da hiç dikkati çekmez: İç ve dış düşmanların çokluğundan, ülkenin ve milletin birlik ve bütünlüğünden bahsedenler, akşam sabah ayrıştırıcı, ötekileştirici veya kutuplaştırıcı bir dil kullanmaktan, itici bir söylem tutturmaktan da bir türlü vazgeçmezler.

*

Ben virüs dedim, siz bilgisizlik, ilkesizlik, kesin inançlılık, sağduyu azlığı, ahlaki duyarsızlık, sorumsuzluk, ukalalık, gurur ve kibir, keyfilik, liyakatsizlik diye anlayın. Demokrasi azlığı, hukuk devleti yokluğu, devletin istismarı, kötü yönetim, haksız ve haram kazanç, yolsuzluk, nüfuz ticareti, nepotizm, her türlü bağnazlık ve din, milliyet, laiklik, bilim, devlet, vatan, bayrak  istismarı diye anlayın…

Birey ve toplum olmak, bir “sosyalleşme”, toplumsal öğrenme sürecidir. Belli ki hepimiz az veya çok, doğuştan itibaren öğrenme/sosyalleşme yoluyla virüse muhatap oluyoruz. Korunmak çok zor; yoğun şekilde etkilendiğimizin, taşıyıcısı olduğumuzun farkında bile olamıyoruz.

Aile ortamı, okullar, öğretmenler, hocalar, liderler, kitaplar, çalışma ortamı, medya…

*

Nasıl ki Çin kaynaklı “korona” virüsü insanları ev hapsine ve maske takmaya zorladı, okulları kapattırdı, alışveriş merkezlerini boşalttı, tıpkı bunun gibi bizim virüs de çoktandır sağduyu, mantık ve muhakemeyi zorluyor, algıları çarpıtıyor. İnsanımıza, toplumumuza, kurumlarımıza patinaj yaptırıyor; manevi dünyamızın içini boşaltıyor.

21.yüzyılın virüs kapmamış toplumları demokrasinin olabildiğince kurumsallaştığı, çoğulculuğu benimsemiş, hukukun üstün, bilgi ve bilimin öne çıktığı, refahın yaygın olduğu iyi yönetilen ülkelerdir.

Anlaşılan o ki, gelişmiş ülke örnekleri ile karşılaştırıp kıyasladığımızda bünyemiz sağlam değil, muafiyet ya da bağışıklık sistemimiz zayıf veya yıpranmış. Virüsün varlığı doğurduğu vahim sonuçlardan belli.

Durum böyle olmasaydı, uluslararası göstergeler itibariyle hemen her alanda hepimizi rahatsız eden bir tablo karşısında kalır mıydık ?

Nurettin Kaldırımcı 24.08.2023

Editör: Kerim Öztürk