GÜNCEL

Türk basınında Yunan muhipleri

1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Hürriyet gazetesinde Özdemir İnce’nin İoanna Kuçuradi ile birlikte Türkçeye çevirdiği Yannis Ritsos’un Barış şiirini konu aldığı “Barışla barışmak” adlı yazısı yayınlandı.

Yunan milleti tarih boyunca emperyalizmin uşaklığını yapmış ve acımasızlığı ile tanınan, Türkiye’nin GKRY’ne barış suyu götürme teklifi ile GKRY’de çıkan orman yangınına müdahale için yardımda bulunma talebini reddedecek ve Kıbrıs’ta Rum kesimine geçen bir köpeği Türk tarafından geldiği gerekçesiyle işkence ile öldürecek kadar Türk düşmanı olan bir millettir.

Yunanlar, Kilisenin tavsiyelerine uyarak Ortodoks Hristiyanların kutsal günü kabul edilen “Müjde Bayramı” gününe tekabül eden 25 Mart 1821 tarihinde isyan etmeyi planlamışlardır ancak Yunan ayrılıkçı Filiki Eteria örgütünün planlarının erken deşifre olması üzerine isyan 21 Şubat 1821 tarihinde başlamıştır.[1] Yani Yunanların milli gün ve bağımsızlık bayramı olarak kutladıkları ve Yunan Deniz Astsubay Okulu öğrencilerinin Türklere sinkaf’lı küfür ederek Atina’da yürüyüş yaptıkları 25 Mart tarihi Yunan isyanının ve Tripoliçe katliamının planlandığı tarihtir.

1821’in Nisan ayına gelindiğinde isyanın başladığı bölge olan Mora’da 150.000 Rum, 40.000 Türk yaşamaktadır. Bu yüzden Türklerin imhasının daha kolay gerçekleşeceğini düşünen Rumlar, harekete geçmeye karar vermişler ve savunmasız Türklerden binlerce kişiyi katletmişlerdir.[2]

6 Nisan 1821’de başlayan ayaklanmanın sloganı “Mora’da tek bir Türk bırakılmamalıdır” olmuş ve “Hristiyanlara huzur! Konsillere saygı! Türklere ölüm!” şeklinde devam etmiştir.[3] Asilerin ilk bayraklarının üzerinde, altı üste getirilmiş bir hilal ve kesilmiş bir Türk kafasının üzerinde bir haç vardır.[4]

Bu durumu bir savaş zayiatı ya da nefretin dışa vurumu olarak değil, hesaplı bir politik davranış olarak değerlendiren Tarihçi McCarthy; “Ölüm ve Sürgün” adlı kitabında Mora Yarımadasında yer alan Tripoliçe’de yapılan katliamda üç günde öldürülen Türk sayısının 35.000’den fazla olduğunu tespit etmiş ve Tripoliçe katliamını şöyle örneklendirmiştir;

“Perişan Türk halkı, üç gün süreyle vahşi haydutların hırs ve zulmüne maruz bırakıldılar. Yaşına ve cinsiyetine bakılmadan hepsi katledildi. Öldürülmeden önce kadın ve çocuklara işkence yapılmıştı. Katliam o kadar mahşeriydi ki, çete lideri Kolokotronis’in kendi anlatımına göre; kasabaya girdiğinde, hisar kapısından itibaren atının nalları toprağa değmiyordu. Onun zafer yolu, halı gibi insan cesetleriyle kaplanmıştı. İki günün sonunda, sağ kalabilenleri feci haldeki 2.000 kadar her yaş ve cinsiyetten Müslüman, bilhassa kadın ve çocuklar merhametsizce toplanıp, yakındaki bir dağdan uçuruma yuvarlandı ve orada sığır gibi parçalandılar.”[5]

5 Ekim 1821’de yapılan ve iki gün süren kırım sonunda 10.000’ den fazla kişi öldürülmüş, öldürülenlerin çoğunun kafaları kesilerek vücutları parçalanmıştır. St. Clair’la Howarth, İngiliz Sömürgeler Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı raporlarına göre, “kollarıyla ayakları kesilerek ateşte yavaşça yakılmışlardır.[6] Onbinden fazla Türk katledilmiştir. Paralarını sakladıklarından şüphe duyulan esirler işkenceye uğramışlardır. Hamile kadınların karınları ve kafaları kesilmiş, köpeklerin kafaları bacaklarının aralarına sokulmuştur. Cuma’dan Pazar’a kadar Kolokotronis son işareti vermeden önce, çığlık sesleri kesilmemiştir. Bir Yunan kendisinin 90 kişiyi katletmiş olması ile övünmüştür. Mora’ya tamamen sahip olabilmek amacıyla Yahudi kolonisi de sistematik bir şekilde işkenceye maruz bırakılmıştır.[7]

Çoğu kadınlardan oluşan 2.000’e yaklaşık tutsak, büsbütün soyularak, kentin dışındaki bir vadiye sürülüp orada öldürülmüştür. Bu olaydan sonra, haftalarca açlık içinde kıvranan Müslüman çocuklar ümitsizlik içindeyken; coşku içinde olan ve ağızları köpüren Grek asiler onları boğazlamış veya vurarak katletmiştir. Yunan tarihinin sözde “kahramanları” arasında yer alan baş çapulcu Thedoros KOLOKOTRONİS de bu korkunç kırım ve yağmalara zevkle katılmıştır.[8] Katledilenlerin çoğunun kafaları kesilerek vücutları parçalanmıştır. [9]

Kuyular atılan cesetler sebebiyle zehirli hale gelmiştir. Kısa süre içinde veba patlak vermiş ve o kadar şiddetli bir biçimde yayılmıştır ki Moralılar savaşın devamı boyunca bu beladan kurtulamamışlardır.[10]

David HOWARTH, “Grekler, bu cinayetleri işlerken, herhangi bir neden aramıyorlardı. Kan dökme şehvetine kapıldıkları için öldürüyorlardı”[11] demek suretiyle Yunanların Türklere yaptığı soykırımı gözler önüne sererken St. Clair şöyle der: “Yunanistan’ın Türkleri pek az iz bıraktılar. 1821 yılı ilkbaharında ani olarak, tümüyle ve dünyanın haberi olmadan, yok edildiler.”[12]

Tripoliçe kırımı sırasında kentte bulunan Avrupalı subaylar, oradaki tüyler ürpertici sahnelere şahit olurlarken aralarından İskoçyalı Albay Thomas GORDON, bu Helen/Grek/Yunan/Rum barbarlıklarından o kadar tiksinmiştir ki, Greklerin hizmetinden çekilmeye karar vermiştir. Bu sahnelere dayanamayan Almanyalı Helen dostu genç Doktor Wilhelm BOLDEMANN ise zehir içerek intihar etmiştir.[13]

Yukarıda verdiğim bilgiler sadece Tripoliçe katliamı ile ilgili. Adaların tamamına sahip olmak amacıyla Girit’te ve Kıbrıs’ta yapılan Türk katliamı ayrı birer kitap konusudur. İngiliz, Fransız ve Rus desteğinde hiç savaşmadan Devlet kuran Yunanlar Balkan Harplerinde de Osmanlı Devleti’ne saldırarak halen “Yunan Adaları” adıyla tur düzenlenen Türk adalarını ele geçirmiştir.

Birinci Dünya Savaşında bu defa gözünü Anadolu’ya diken Yunanlar İngiltere’nin desteği ile 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarak Polatlı’ya kadar olan Türk topraklarını ele geçirmiş ve 3,5 yıl işgal altında tuttukları Türk topraklarında 360.000 Türk’ün evlerini yakmış ve 1 milyon kadar Türk’ü ağır işkencelerle katletmiştir. Yunanların Anadolu’da yaptıkları katliam ABD’nin İstanbul’daki Yüksek Komiseri Amiral Mark BRİSTOL’un ve Uluslararası Tahkik Heyeti’nin raporlarında kayıtlıdır. [14]

Yunanların Anadolu’yu işgaline karşı her milletin en doğal hakkı olan vatan savunması için Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan başlattığı milli mücadele ise Yunan Meclisi tarafından büyük bir aymazlıkla “Pontus Soykırım Günü” ilan edilmiş ve Yunanistan’ın birçok yerine Pontus soykırım anıtları dikilmiştir.

Yunanistan 2003 yılından başlayarak Ege’de sözleşmelerle başka ülkelere devredilmemiş bulunan 152 ada, adacık ve kayalığı zamana yayarak birer birer işgal etmeye başlamıştır. Halen bunlardan 20 Türk adası ile iki kayalığı işgal altındadır ve Yunanistan bu adalara silah ve birlik konuşlandırarak, silahların namlularını Türkiye’ye çevirmiştir. Ayrıca işgal ettiği adalarda seferberlik tatbikatları yapmakta, Ege’deki adalarda ve kıta Yunanistan’da ABD’ye askeri üsler vermekte, Türkiye’yi hedef alan ortak askeri tatbikatlar yapmakta, deniz parkı aldatmacalarıyla Türkiye’yi kendi karasularına hapsetmeye ve karasularını genişletmeye çalışmaktadır. Yunanistan AB üzerinden Türkiye’ye şantaj yaparak Türkiye’yi Kıbrıs’taki, Ege’deki ve Doğu Akdeniz’deki uluslararası hak ve menfaatlerinden vazgeçirmeye çalışmakta; İzmir, İstanbul, Trakya ve Karadeniz bölgelerinin Yunan toprağı olduğunu iddia etmekte, Pontus’u ve Bizans’ı yeniden kurma ve Fener papazını Ekümenik patrik yapma hedefini artık gizlememektedir. Yunanistan Türkiye’den Yunanistan’a götürerek Pontusçuluk aşıladığı “Türk” gençlerini Karadeniz bölgesine geri göndermekte, ülkesindeki kamplarda PKK’lıları eğiterek Türkiye’ye eylem için göndermekte ve ormanlarımızı yaktırmaktadır.

Yukarıda sayılan tüm fiillerin faili olan, AB, ABD, İngiliz, Fransız ve İsrail desteği ile Türkiye’yi Ege’ye balıkçı gemisi bile çıkaramayacak hale getirmek ve kendi karasularına hapsetmek üzere karasularını 12 mile çıkarma hazırlığı içinde bulunan Yunanistan’ın barış yanlısı bir devlet ve Yunan halkının barışçı bir halk olarak tanıtılmasına hizmet eden, bir Yunan tarafından kaleme alınmış olan ve bir Yunanı “Barış Güvercini” olarak tanıtan “Barışla barışmak” başlıklı bir yazının bir “Türk” gazetesinde 30 Ağustos Zafer bayramının kutlanmasından iki gün sonra yayınlanması her şeyden önce vatanımızı ve Cumhuriyeti borçlu olduğumuz şehitlerimizin kemiklerini sızlatmıştır.

Bu yazı da tıpkı 30 Ağustos 2025’te TRT 1 de yayınlanan “Tozkoparan İskender, zafer” adlı dizi gibi çocuklarımıza Yunan dostluğu aşılama amacına hizmet etmektedir. İşbirlikçi TV kanallarının diziler ve reklamlar aracılığıyla yıllardır sürdürdükleri “Yunan sempatisi” oluşturma çabaları zaten süregelen bir sorundur. Türk milleti aklını kullanarak “dost-düşman” değerlendirmesini doğru yapmak zorundadır.

Dünya Barış Günü’nde barış konusunda bir yazı yayınlanacaksa Yunan bayrağına ve işgalci Yunan komutanına bile saygı ile davranan, Yunan Başbakanı Venizelos tarafından 1934 yılında Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen, savaştan sonra “Balkan Antantı” ile bir zamanlar Türk topraklarına saldıran başta Yunanistan olmak üzere Balkan ülkelerini aynı çatı altında birleştiren ve düşmanlarının bile saygısını kazanmış olan Mustafa Kemal ATATÜRK’ün dünyaya mal olan “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözlerini ve Türk milletinin alicenaplığını vurgulayan bir yazının kaleme alınması uygun olurdu.

Türk milletinin barış kavramının anlamını ve değerini vatan topraklarını üç kez işgal eden, 1 milyondan fazla Türk’ü işkencelerle katleden ve düşmanlığını halen sürdüren Yunanistan’ın bir şairinden öğrenmeye ihtiyacı yoktur.

Türk milletinin Yunan’a karşı kazandığı her zaferin sonrasında Yunan güzellemesi yapan ve Yunan işgal kuvvetlerinin 3,5 yıllık işgalden sonra Türk vatan topraklarını terk etmek zorunda kaldığı 9 Eylül’ü bile “Barış Günü” diye yutturmaya çalışanların Türk milletini kandırma faaliyetlerine başlamadan önce Milli gününün simgeleri “balta ve kan” olan Yunanistan’ın aşağıda bir kısmı verilen milli marşını okumalarını ve Türk milletini kandırmaya çalışmaktan vaz geçmelerini tavsiye ederim:

YUNAN VE GKRY MİLLİ MARŞI

“Derin okyanus, işte böyle uğuldasın isterdim

Ve dalgasında boğulsun, her Türk tohumu

Neden muharebe yavaşladı biran?

Neden azaldı dökülen kan?

***

Hem palaskalar hem kılıçlar.

Etrafa saçılmış beyinlere.

Baştanbaşa yarılmış kafataslarına,

Kımıl kımıl oynayan iç organlarına bulanmış

***

Köpekler azalıyorlardı ve Allah!

Diye bağırıyorlardı. Allah!

Fakat Hıristiyanların dudakları daha doğruydu

Ateş diye bağırıyorlardı Ateş!

***

Aslanlar gibi vuruşuyorlardı

Hep Ateş! Diye bağırıyorlardı

Ve pislikler ölüyorlardı.

Allah! Diye böğürerek

***

Pis kanları nehir olmuş

Ovada akmakta

Masum otlar su yerine

Kan içmekte

***

En cesurları sarsıldı.

Kör adımlarıyla,

Korint’ten kovuldular

Saklandılar ve kaçtılar

***

Ölüm meleğini gönderir.

Kıtlık ve hastalıkla dolar.

İskelete benzer şekilleri.

Yürürler öyle yan yana

***

Çimlerin üzerinde uzanıyor

Ve her yerde ölüyorlardı

……………..

Kur. Alb. Doç. Dr. Ömer Lütfi Taşcıoğlu

Fanatik Ermeni ve Yunanlarla Mücadele (FEYM) Grubu Başkanı

Kaynakça:

[1] İsmail Cingöz, Türklerden Kurtuluş Bayramı ve Yunan Milli Marşı, RUBASAM (Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi), 24 Ekim 2022.

[2] Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün: Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı, Türk Tarih Kurumu, Çeviren: Fatma Sarıkaya, 2.Baskı, Ankara, 2014, s.10.

[3] McCarthy, Justin, a.g.e. s.11.

[4] Salâhi R. Sonyel, “Yunan Ayaklanması Günlerinde Mora’daki Türkler Nasıl Yok Edildiler?”, Belleten, Cilt:62, Sayı:233, 20 Nisan 1998, s.110.

[5] Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün, Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı, Türk Tarih Kurumu, Çeviren: Fatma Sarıkaya, 2.Baskı, Ankara, 2014, s.12-13.

[6] Salâhi R. Sonyel, “Yunan Ayaklanması Günlerinde Mora’daki Türkler Nasıl Yok Edildiler?”, Belleten, Cilt:62, Sayı:233, 20 Nisan 1998s.113-114.

[7] Cengiz Özakıncı, Levent Yıldız, “Yunan Tarihinde Türk Katliamları”, Cengiz Özakıncı ile Tarihin Bilinmeyen Yüzü, 04.07.2021, 01.09.2021, 20:06, 1:01:53-1:04:00. https://www.youtube.com/watch?v=0PPcySl1XYI

[8] Sonyel, Salahi R, a.g.m. s.114.

[9] Mustafa Turan, Musa Gürbüz, “Yunan Bağımsızlık Düşüncesinin Tarihi Temelleri ve Tripoliçe Katliamı.”, Uluslararası Suçlar ve Tarih Altı Aylık Uluslararası Hukuk ve Tarih Dergisi, Sayı:1, Ankara, Yaz 2006, s.32.

[10] Özakıncı, Cengiz, Yıldız, Levent, a.g.v. 1:01:53-1:04:00.

[11] Sonyel, Salahi R, a.g.m. s.110.

[12] Sonyel, Salahi R, a.g.m. s.111.

[13] Sonyel, Salahi R, a.g.m. s.114.

[14] Hikmet Öksüz; İsmail Köse, ABD Yüksek Komiseri Amiral Bristol’un Rapor ve Savaş Günlüklerinde Ermeni Meselesi (1919-1927), Karadeniz Teknik Üniversitesi Yayınları, 2015, s.57.