14 Mayıs 2013 günü Türkiye tarihine bir dönemin kapandığı tarih olarak geçecektir. Çünkü bu gün Türkiye' nin yaklaşık yarım asır sonra IMF ile ilişkilerine nokta koyduğu gündür. Evet bu tarih itibarıyle devletin IMF' ye olan borcunun son taksidi ödeniyor ve böylece bir dönem kapanıyor. Üyesi - veya ortağı- olduğumuz IMF ile bundan sonra da ilişkilerimiz olacaktır, ancak borçlu sıfatıyla değil üye sıfatıyla devam edecektir.

IMF (International Monetary Fund - Uluslararası Para Fonu); 1944 yılında Bretton Woods anlaşması ile kurulmuş , uluslararası para hareketlerini düzenleyen bir kurumdur. Kuruluş sermayesi üye ülkeler tarafından karşılanan ve başlangıçta mali krize giren üyelerine yardım etmek amacı ile kurulmasına rağmen günümüzde daha çok borç verenlerin paralarına garantör olma yönüyle ön plana çıkmaktadır.

Ülke olarak 1947 yılında IMF' ye üye olduk, ilk anlaşmayıda Ocak 1961 de yaptık. O tarihten 2009 yılına kadar muhtelif tarihlerde onlarca anlaşma imzalandı.IMF' nin dayatttığı programlar uygulandı.Hükümetler IMF den borç alabilmek için hükümranlık haklarını  IMF' ye devrederlerdi. IMF' nin onaylamadığı hiç bir harcamayı yapamaz, adeta IMF' nin izni olmadan çivi bile çakamazlardı. IMF' nin dayattığı bu mali programlar ekonominin büyümesini, ülkenin kalkınmasını sağlamaz, sadece ekonominin durmuş olan çarklarını döndürmek ve alınan borçların geri ödenmesini sağlamaya yönelik olurdu.

IMF ile anlaşma yapan bir ülke  aynı zamanda iflas ettiğini de ilan etmiş olurdu.Bunun anlamıda rayiç borçlanma maliyettinin çok çok üzerinde maliyetlerle borç almak zorunda kalır ve zaten sıkıntıda olan halkın sırtına yüksek faiz kamburu bindirilirdi.

Yukarıda da belirttiğim gibi IMF; sosyal harcamaları, sağlık harcamalarını, eğitim harcamalarını ve yatırımları kısarken savunma harcamalarına (yatırımlara değil ithalata)herhangi bir kısıtlama getirmemektedir. Ülkemizde de IMF kontrolünden çıktığımızdan itibaren eğitim bütçemiz savunma bütçemizin önüne geçebilmiştir. Savunma sanayiindeki emekleme kabilinden yapılan yatırımlarda IMF' den bağımsızlığımızı kazandığımız döneme denk gelmektedir.

IMF' den bağımsızlığımızı kazanmış olmak çok önemli fakat bu bir daha İMF boyunduruğuna girmeyeceğiz anlamına gelmiyor. Ekonomimizi hızlı bir şekilde dünya ile rekabet edebilen üretim ekonomisine dönüştürmez isek heran IMF' ye muhtaç hale gelebiliriz.                   Bunun için öncelikle eğitimimizi nitelik ve nicelik olarak dünyadaki ortalama seviyeye yükseltmemiz gerekiyor. Çünkü dünyada ortalama eğitim seviyesi  6,5 yıl , fert başına milli geliri 15-20 bin dolar olan bir ülke yok.                                                                                                               Ayrıca kalkınmanın olmazsa olmazlarından olan üniversite sanayi işbirliği istenen düzeye ulaşmış değil. Bir tarafta binlerce diplomalı işsiz dolaşırken diğertarafta ihtiyaç duyduğu kalifiye iş gücünü bulamayan sektörler mevcut.                     

İkinci olarak daha fazla tasarruf edip, bu tasarruflarıda yatırıma dönüştürmek şart. Bilmiyorum bize münhasır bir özellikmidir üretmeden tüketmeyi seven bir toplumuz. IMF ' den kredi talep etmiyoruz fakat özel finans kurumlarının yurt dışından getirdikleri krediler tüketime gidiyor.  Yani yurt dışından aldığımız borçlarla onların mallarını satın alıyoruz. Üretim olmadığı için istihdam ve katma değer sağlanmıyor.

Çok çalışıp az tüketerek , ürettiklerimizi ihraç ederek, tasarrufları, yatırımları dolaysıyla üretimi artırarak bu fasit dairenin dışına çıkabiliriz. Ancak ozaman ekonomik bağımsızlığımız kalıcı olur. Yoksa nasıl yapıldığını hiç merak etmeden; üç  ayda bir telefon, yılda bir televizyon, üç yılda bir araba değitirmeye devam edersek IMF' nin kapısına gitmemiz kaçınılmazdır. İMF' siz yıllar dileğiyle.