Hiç dolandırmadan, seçim sonuçlarıyla ilgili ne düşündüğümüzü söyleyelim: Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin, akıl, vicdan, iman, ülke ve millet sevgisi gibi kavramlarla izah edilebilmesinin imkanı yoktur. Bu bir akıl tutulmasıdır ve bunun bedelini korkarım ki, bu millet çok acı ve pahalı biçimde ödemek zorunda kalacaktır. 

 

Üçüncü sınıf dünya ülkesi olduk 

Bizi böyle düşünmeye sevk eden şey, kimsenin  kişiliği , kimliği veya ismi değildir. 12 yıldır gördüklerimiz ve ülkenin içinde bulunduğu şartlar her şeyi açık ve kesin şekilde ortaya koyuyor. Bütün dünya ne olup bittiğini, Türkiye'nin nereye sürüklendiğini biliyor ve izliyor. Kimse kimseyi kandırmasın, AKP ile geçen 12 yılın bizi getirdiği yer, yolsuzluğun ve rüşvetin her yanı sardığı, hukukun rafa kaldırıldığı, demokrasinin sadece sözde kaldığı, üçüncü sınıf bir ortadoğu ülkesi olmaktır. Türkiye'nin bugün dışardan görünüşü, bir Suriye'den, Mısır'dan farklı değildir. Onun için batı dünyası artık Türkiye ile arasına mesafe koymuş, Recep Tayyip Erdoğan'la biraraya gelmeyi iki defa düşünme gereği hisseder hale gelmiştir. Obama'nın  telefonlarına  çıkmadığını söyleyen bizzat Erdoğan'ın kendisidir. Almanya, Avusturya ve Hollanda'nın adaylığı sırasında Erdoğan'a açık ve net şekilde, "ülkemize gelme" dediğine herkes şahittir. 

 

Menfaat düzeni 

Allah aşkına seçim sonrasında AKP beslemelerinin televizyon kanallarını nasıl parselleyip neler anlattıklarına bakın. Sanki bu perişanlığı yaşayan bu ülke ve millet değildir. Sanki, dünyada yalnızlaşan, itibarsızlaşan, bölünmenin eşiğinde ağır sancılar çeken, etrafı bir ateş çemberiyle kuşatılan,  ekonomisi  pamuk ipliğine bağlı ve gırtlağımıza kadar battığımız borçla ayakta kalabilen ülke Türkiye değildir. Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin ülkemize itibar kazandıracağını,  ekonomimizin  sıçrama yapacağını, demokrasimizin Avrupa standartlarına ulaşacağını, yok olan hukukun yeniden inşa edileceğini söyleyebilen hiç kimse duydunuz mu? Ülkenin gerçekleri ve ihtiyaçları bunlardır. Ama söz birliği etmiş gibi herkes bunların üzerini örtüyor ve trajikomik kahramanlık hikayeleri ile kurulan talan düzeninde kendi paylarına düşeni garantiye almaya çabalıyor. Başka türlü olsa ve Allah korkusuyla, ülke sevgisiyle meseleye bakılsa, eminim ki söylenecek şeyler çok ama çok farklı olurdu. 

 

Bölünmeyi hazmedenler 

Hadi çıksın da birisi namuslu biçimde Türkiye'nin 12 yıldır en  büyük   ekonomiler  sıralamasında kendisine devredilen 17'nci sıranın üzerine niye çıkamadığını anlatsın da görelim. Masa başında 10 bin dolara getirdikleri kişi başına düşen milli gelirin 5 yıldır niçin yerinde saydığını izah edebilecek biri var mı? İşsizlik AKP'ye ülke devredilirken yüzde 8,5 idi, daha sonra yüzde 10'un altına hiç inmedi. Özellikle ve altını çizerek en çok övündükleri şeyden örnek veriyorum. Hani  ekonomimiz  uçmuştu, büyümüştü, kalkınmıştık masalları anlatıyorlar ya, işte size gerçekler. Elbette gelişen, büyüyen, semirenler vardır. Yandaşlar, yanaşmalar, akrabalar, oğullar gerçekten de uçmuş ve hiçbir yere sığmaz olmuşlardır. Ülkenin varlığı ve birliğinin nasıl dinamitlendiğini, bebek katilleriyle nasıl masa kurulduğuna ve bunun başımıza hangi belaları açtığına bir başlarsak, ne zamanımız yeter, ne sayfalarımız. Hiç utanmadan, sıkılmadan saatlerce Selahattin Demirtaş'ın oylarını 2 puan arttırmasının ne büyük başarı olduğunu anlatıyorlar. Zannedersiniz ki, Cumhurbaşkanlığını bu şahıs kazanmıştır. Oysa ortada bir gerçek var. Selahattin Demirtaş'a verilen oylar, bu ülkede bölünmeyi hazmedenlerin göstergesidir. 

 

Dünya her şeyin farkında 

Siz, eşine ancak Hitler döneminde rastlanmış algı operasyonlarıyla, adaletsiz ve ölçüsüz bir şekilde devlet imkanlarını kullanarak ve kurduğunuz menfaat düzeniyle bu milleti kandırıp sonuç alabilirsiniz, ama bu ne ülkenin içinde bulunduğu perişanlığı ortadan kaldırır, ne de dünyanın bize bakışını değiştirir. Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesi, özellikle medeni dünyanın Türkiye'ye yaklaşımını çok daha olumsuz hale getirecektir. Bunun anlamı daha çok içe kapanma, daha çok otorite, daha çok baskı ve daha çok bölünmedir. Recep Tayyip Erdoğan'ın fiili olarak başkanlık sistemi yürütme hayalleri de hesaba katılırsa, bizi nelerin beklediği, nerelere savrulacağımız daha net anlaşılır. 

 

Türkiyelilik köşke çıktı 

Neresinden bakarsak bakalım, hangi meseleyi ele alırsak alalım, Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin bu ülkeye ve bu millete kazandıracağı hiç, ama hiçbir şey yoktur. Buna karşılık kaybettiklerimiz, kaybedeceklerimizin göstergesidir. Daha çok bölüneceğiz, daha çok yalnızlaşıp itibarsızlaşacağız, daha çok hukuksuz şeylere şahit olacağız, daha çok demokrasiden mahrum kalacağız, daha çok tehdit edileceğiz, daha çok baskı ve tehdit alacağız. Bunu sadece AKP'nin icraatlarına bakarak söylemiyoruz. Erdoğan'ın balkon konuşması da bu mesajları vermiştir. Bölücülerin jargonu olan "Türkiyelilik" kavramının Çankaya köşküne çıktığını içimiz sızlayarak gördük. Kendinden önceki herkesi ve her şeyi yok sayan, "kardeşim" dediği Abdullah Gül dahil, bütün Cumhurbaşkanlarını vesayetçi ve statükocu ilan eden, Türkiye Cumhuriyeti tarihini ve daha da komik olanı "demokrasiyi" kendisiyle, kendisinin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle başlatan birini ibretle izledik. Başka hiçbir şey olmasa dahi, sadece bu yaklaşım, bu zihniyet bizi nelerin beklediğini anlamaya da, anlatmaya da fazlasıyla yetmez mi? 

 

Ümitsiz değiliz 

Karanlığın en zifiri olduğu saat, sabahın en yakın olduğu saattir. Türkiye derin bir karanlığa gömülmüştür. Ancak, asla ümitsiz değiliz. AKP içinde başlayan çatırtı, kendi siyasi ecellerinin yine kendi elleriyle geleceğini gösteriyor. Bizim imanımız tamdır. Mukaddes kitabımız, hayır bildiğimiz şeylerin şer, şer bildiğimiz şeylerin hayır olabileceğini söylüyor. Kim bilir, bizim için şer gibi görünen bu seçim, belki de AKP'nin sonunu getirmek gibi bir hayra vesile olacaktır.