Çağdaş Densizliklerde Türkiye Başrolde
Prof. Dr. Yümni SEZEN
Ülkemizi saran tehlikelerin, sonu kötüye gidecek gibi görünen üst düzey çalkantıların, herkes farkındadır. Konu Türk, özellikle Müslüman Türk olunca, konu iç ve dış ittifaklar olunca, cehalet ve ihanet gündemden düşmeyince, bir şey değişmiyor.
İnşallah bu da geçicidir diyoruz. Fakat geleceğimiz için hazırlıklı olmalıyız diye düşünüyoruz. Zemindeki sebepler ve oluşumlar zincirinin bazı sosyal halkalarını, bilimsel çerçeveyi kaybetmeden, sakince bakalım diyoruz. Bizlere yansıyan, çağımızın densizliklerine, ahlakı göz ardı etmeyen sosyolojik gözle bakmak mümkündür, ayrıca elzemdir.
Her çağda vardı ama gittikçe artmak üzere çağımızın medeni hastalıkları, insanlığa yakışmamaktadır. Hastalıklar, kavramını hafifletmek için bunlara densizlikler de diyorum. Ancak olanlara bazen hastalık kavramı bile az gelmektedir. Nedir bunlar: zevke ve hazza taparcasına düşkünlük, konforculuk, teşhircilik (açık olmak iddiası, fakat istismarı), utanma duygusunun dumura uğrarcasına ortadan kalkması (günde birkaç kere yalan söyleyen yöneticinin, yalanına devam etmesi gibi), genelin özele esir edilmesi. Pek çok örneklerinden, tipik olan biri de şudur: ilan edilen ilkelerin tersinin yapılması. Yani büyük çelişkiler. Sigara paketinin üzerine öldürür diye yazılır, fakat üretimine devam edilir ve reklamı yapılır. Aile önemlidir deyip, nikahsız evliliği yaygınlaştırır. Kadın erkek eşittir der, fakat para için kadını geneleve veya randevu evine mahkûm eder. Bunlar kaçamaklar mıdır? Hayır. Hayat tarzı olmaya doğru gitmiştir. Bu densizliklerden bir diğeri iyice göze batmaya başlamıştır. Algı yaratma kurnazlığı. İstismar tavrının da kâmil bir örneğidir bu. Bu örnek iki alanda zirve yapmıştır: siyaset-idare ve ticaret. Bu alanlardaki algılatma becerisinde Türkiye başrolü oynamaktadır.
Siyaset ve idare, gerçeği yakalama ve hayatı mutluluğa dönüştürme hünerlerinde bir “yarış” olmalıyken, böyle olacak algısı yaratıp, telkin altına alıp, kendi hesaplarını kollama yarışı haline dönüşmüştür. Saltanat sürmeye devam etmek, varsa kötü niyetli ve haince projelerini gerçekleştirme hüneri haline gelmiştir. Temelde yatan istismara, gerçekler, din, sanat, bilim dünyası bile alet edilebilmektedir. “Nurlu ufuklar” yalan çıksa dahi, yeni bir algı yaratmayı oraya eklemeyi becerebilmektedirler. İradelerin esir alınabilmesi, yeni taktiklerle mümkün olmuştur.
Algılatma, hayali gerçek zannettiren bir cambazlık gibidir. Ahlak dışı olmayıp bilimsel maksat taşıyan örnekler konumuz dışıdır. Hipnoz gibi. Plasebo gibi. (İlaç olmadığı halde, ilaçmış gibi kullanılan su) Bunlar bilimsel maksatlıdır ve muhatabın iyiliği içindir. Yapanın kendi menfaati için bir kandırma söz konusu değildir. Fakat siyaset ve idarede, ticarette böyle bir hedef yoktur. Orada niyet farklıdır.
Yaratıcı, bize verdiği zekâ, akıl, şuur, irade gibi yeteneklerimize, kendimizin kullanmasına göre yaratmıştır. Oysa algılatmaya açık olmak, “canlı robot” olmayı gerektirir.
Siyasi ve ticari algı yaratmada neler var:
-Yalan.
-Kandırma.
-Sinsi baskı metotları. Çok tekrar, çok ısrar.
-İradenin, dolayısıyla özgürlüğün gasbedilmesi, esir alınması. Seçebilmede, yönetilerek kandırmanın hâkim kılınması.
-Menfaatin saltanatı için, akıl, izan ve vicdanın terki.
Algılayan bunların farkında olmaz ama algılatan bunları gözetir. Algılayan düzeneğe kapılmıştır. Er-geç sonunda anlar ama iş işten geçmiştir. İşin farkında olup da yüzsüzlük ederek kabullenenler ya hainliklerde ortaktırlar ya vicdansızlığın zirvesindedirler.
Bu dediklerimiz yeni bir şey değildir. Yani çağımıza has değildir. Fakat daha önce olanlar ferdi ve istisnalar halindeydi. Toplum düzenine mal olmuş marifetlerden ve medeniyetin sapmalarından değillerdi. Özellikle ticari ve siyasi renge bürünerek, gittikçe yeni hayat tarzının marifetleri haline geldi. Neredeyse yer yer kurumlaştı. Son çeyrek yüzyıldır Türkiye’yi iyi tanıyan biri bunu anlayabilir. Bu algılatma becerisi, mesela terörle normal hayatı, teröristle şehit anasını, teröristin istekleriyle hukuku, kucaklaşmaya çağırabilmiştir. Bunun arka planı olmasa, projenin devamı gelmese, iyi diyeceğiz. Fakat proje zaten kendini saklamadığı için, niyetler açığa vurulduğu için, iyimser olma imkânımız yoktur.
Algı yaratmanın yoğunlaştığı siyasi ve ticari alandan birincisi, projenin devam etmesine, saltanatın sürdürülmesine, ikincisi kazanmaya, daha çok gelir elde etmeye odaklanmıştır. İkisi de adaleti ve özgür iradeyi hiçe saymaktadır. İşler, içten pazarlıklı olarak yürütülüyor. Demokrasi dediğimiz sistem en çok istismar edilenlerdendir. Suret-i Haktan görünüp, demokrasi amaç değil, araçtır derler. Neyin aracı? Ahlak ve faziletin aracı olmadığı bellidir. Saltanata ve projelere dönük istismarın aracı olmuştur.
Bir başka alanın, dinin istismarı, yüzyıllara mal olmuş, Türkler bunun, ne yazık ki hem mağduru ne yazık ki hem de yer yer rol sahibi olmuştur. İslam, bu istismarların, bu manzaraların hiçbirine layık ve müsait değilken, cehaletle ihanet harmanlanınca olanlar olmuştur.
Kur'an şöyle buyurur: “Ey iman edenler! (Peygambere), bizi güt(raina), bize çobanlık et demeyin, bizi gözet (unzurna), murakabe ve kontrol et, yol göster deyin…”(Bakara-104). Zaten “dinde zorlama yoktur”(Bakara-256) ilkesinden, ne zor kullanarak yönetmeye, ne kandırarak (kaval çalarak) yönetmeye yol bulamazsınız. Vahiy dinidir bu. Yöneticiyi çobana benzetemezsiniz. Dinde inanmanın, diğer adıyla güvenmenin, aynı zamanda sorumluluğun dayanağını zora veya algılatma manevrasına bağlayamazsınız. İslam’da, mutlak beşeri yetkili, yanılmaz ve kutsal bir kişi, sınıf, ruhban yoktur.
Yöneticiye, hukuk dışı veya hukuk üstü, danışmasız ( meşveretsiz) yetkiler verilmemiştir. Dahası yönetici kadrolara, hukuk üretme, kanun çıkarma yetkisi de verilmemiştir. Siyasi, idari, dini hukuki yetkiler bir kişide, bir sınıfta toplanmamıştır. Yönetim düzeninde şunlar bulunur: 1- Haklarda eşitlik, 2- Şura(danışma, meşveret), 3- Sorumluluk, 4-Özgürlük, 5-Anlaşma/sözleşme. Yönetici ile yönetilen arasında iki bağ vardır: 1-Sözleşme, 2-Emanet. Devlet bir çeşit sözleşmedir. İslam, sözleşmeye o derece önem verir ki, şu ayet bunu anlamamıza yeter: “…kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız anlaşmaya sonuna kadar uyun..”(Tevbe-4). Diğer bağ emanettir. İslam, emanet konusuna çok önem verir. Aile fertleri birbirine emanettir. Yönetici; yönetilene, yönetilen yöneticiye emanettir. Can, şuurumuza emanettir. Hepimiz Allah’ın emanetiyiz. Emanet hassas bir konudur. Emanete hıyanet olmaz, mesela sağlığımıza dikkat etmezsek, emanete kıyamet etmiş sayılırız.
Yönetici, yönetileni küçümsememelidir. Ona tepeden bakmamalıdır. Böyle bir tavır varsa, itaat tehlikeye girer. İslam böyle bir itaati yoldan çıkmak olarak görmüştür. “Firavun kavmini küçümsedi ama onlar kendisine yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir kavimdi.”(Zuhruf-54). “İtaat iyi olanadır, kötülüğe değildir.”(Müslim; İmare: 38-40). “Devlet memurunun hediye alması haramdır.”(Müslim, İmare: 26-30). Daha pek çok sayıda ilke, bilgi ve uyarı mevcuttur. Yönetici bunları biliyor da işine gelmediği için yan çiziyorsa, istismar ve algı yaratma yoluna sapacaktır. Bilmiyorsa, yönetici olmaya hak kazanmamış demektir. Türkiye son yıllarda, bu konuda, çok zengin bir tecrübeye sahip olmuştur. Pilot bölge olmuştur.
Algı yönetiminin iki alanında, siyaset ve ticarette, kullanılan istismar alanları da bellidir. Din, sanat, hamaset ve milliyetçilik. Niyet halis olmadıkça her hassas konu istismar ve kandırmaya maruz kalabilmektedir. Sanat ve estetik nasıl bu konulara alet edilebilir? Sanat, yüksek duygu oluşturması sebebiyle, onunla gerçek gizletilebilir. Estetik, yalın olduğu halde, onun metoduyla cazibeyi öne çıkarmasıyla gerçeği gizleyebilirsiniz. Çirkini güzel bile gösterebilirsiniz. Sıradan, hatta berbat bir şiiri, güzel bir makamla müzik eseri olarak sunabilirsiniz. Ezan, güzel okuyanın icrasında caziptir, aynı ezan bed sesli ve okumasını bilmeyen birinin icrasında yadırganır. Yani sanat, niyete ve beceriye bağlı olarak, algılatmada kullanılabilen bir alan olabilmiştir. İstismar bakımından bir ucu burayla ilgili, diğer tarafı ticaret ile ilgili, algılatmanın kullanıldığı iki mesele daha var. Türk Milleti henüz bunun tam olarak farkında değil. Bunlar magazin ve reklam konularıdır. Eğlendirmeyi hoşça vakit geçirmeyi alet eden, eğitmeyi hesaba katmayan bir dünya yaratılmıştır. Yazılı ve boyalı basın, sesli ve görüntülü medya yarış halindedir. TV dizilerinin çoğunda, Türk ailesinin nasıl bir tehdit altında olduğunu görebiliyor musunuz? Sevgiye, korumaya, fedakarlığa dayalı ve toplumun temel hücresi olan ailenin temeline, entrika, komplo, parçalanma tezgâhları konan aile görüntüleri, sadece oyalamak ve eğlendirmek için midir, yoksa kötü bir niyeti taşımakta mıdır anlamaya çalışınız.
Milli ve ahlaki gözlükle inceleyiniz. Medeni (!) olmamaktan korkmayınız, utanmayınız, lütfen ibretle bakınız. Medeniyet, çağdaşlık bizden utansın. Olmayacak tipler yaratmada, olanları abartarak, aileyi ne hale düşürdüklerini, insanı nerelere soktuklarını görmeye, bu da olabiliyormuş dedirten manzaraları görmeye çalışın. Mafyaya özenilir hale getirmeye bile razı olabilirsiniz. Her bakımdan rengarenk, vücut teşhirinden ve densiz, ahlak dışı hareketlerin naklinden ibaret boyalı basın, gerçekçiliği, açık kalpliliği, özgürlüğü güzel kullanmaktadır. Bunları algılatıyorsa, başarılı olmuş demektir. Türk Milletinin fertlerini ve sosyal kesimlerini, ilgilendirmeyen, ilgilendirmemesi gereken onca fotoğraf ve haber, magazinin değişmez dünyasıdır. “Kim nerede?”, “Kim kiminle?”, “Denizde yoga sohbeti”, “Bacaklar mosmor”, “El ele alışveriş”, “Podyumdan kabareye”, “Fit haliyle dikkat çekti”, “Balıklama şov”, “Mayosu 30bin lira”, “Berke’ye sürpriz”, “40 yıldır kimseye şarkı yazmadım”, daha neler neler, binlerce. Her günün magazin manzarası. Yani magazin de algı yaratmada önemli bir araç olmuştur. Biliyoruz, çağımız medeniyetinin ilk göze çarpan vurguları, renk, şekil, cazibe ve çeşitliliktir. Fakat bunlar istismar ve oyalama için kullanılmaktadır. Gerçeğin rengi, gerçeğin şekli, cazibesi, gerçeğin çeşitliliği süsü verilmektedir. Özel ve mahrem hayatları teşhir edip, özeli genele dönüştürüp sunmaya modern hayat mı demeliyiz? Buradan para kazanmaya iktisat mı demeliyiz? Kağıt israfını, zaman israfını, ticarete dahil mi etmeliyiz? Bunların sadece anlayışımıza bağlı olmayan taraflarını göremezsek, sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağız demektir.
Algılatmanın yoğun olarak kullanıldığı ticari ikinci mesele reklamdır. Bunun üzerinde, kitap bölümü ve makale olarak birkaç yerde durmuştum. Algılatma konusunun önemli bir manzarası olarak tekrar bakmak durumundayız. Reklam, normal “tanıtma” fiilinden çok farklıdır. İstismar ve algı yaratma düzeninin yer aldığı psikolojik ilginç bir alt yapıya sahiptir. Mecbur bırakmaya dönen bir ısrar, kandırarak güvence vermek, sinsi baskı, önem verilen psikolojik didiklemelerdir. Reklamcı, önemli ve nüfuzlu şahısları, alet etmekten, çocukları kullanmaktan çekinmemektedir. Çünkü sonuçta para ile yaptırılmayacak bir şey yoktur, inancındadırlar. Reklamdaki üslup, liberal kapitalizme yakışan bir üsluptur. Bu üslup, zannedildiği gibi, özgürlüğe değil, özgürlük istismarına yakışır. Meseleyi abartıyor muyuz? Araba reklamı yaparken, arabayı çıplak bir kadınla birlikte göstermeyi nasıl izah edeceğiz? Biraz önce haberlerde açlıktan, ekmek bulamayanlardan söz ederken, çöp bidonlarından yiyecek arayanları görüntülerken, 10 dakika sonra ağzını şapırdata şapırdata kebap dürümü yiyeni gösterip, çikolata yiyeni iştahla seyrettirip reklam yapmayı nasıl açıklayacağız? O başka bu başka demek yeterli midir ve kimi kandırmaktayız? Olanlara şu ahlaki öğüt ve ilkelerle yaklaşmayı, onlarla mukayeseyi deneyin; “Bir malı satarken, kusurları varsa onları da söyleyin.” , “Alış verişte neçş(müşteriyi yanıltma) engellenmiştir.”, “Bir malı lüzumundan fazla övmeyin.”, “Satışta yemin yasaklanmıştır.”(Buhari’de, Müslim’de geçen hadisler). Bugünkü reklamın güvencesi, o günün yemininin modern versiyonudur. Ticarette, yönetimde özgür irade şarttır. Bilimde ve ahlakta, şart olduğu gibi. Gerçek medeniyet ve ilerleme, bu şartlar üzerine oturtulabilir.
Aldatma manevralarının sonucu, toplumun hüsranı olabilir. Bugün Türkiye’de bunu yaşamaya başladık. İnsan şuurunu, kendisi bağımlı olan yapay zekanın bağımlılığına çeviren bir ortamda, “öteler” kaybolmuştur. Öteler, uyuşturucuların verdiği hayallerde kalmış, gençlerin üç-beş liraya satın alıp seyrettiği porno filmlerindeki hayallere terkedilmiştir.