Çeşitli vesilelerle ve sıkça vurguladığımız üzere “demokratik sivil siyasetin” kural ve şartlarının bulunmadığı bir siyasi iklimde, siyaseti daha çok “yanaşma düzeninin” kuralları ve “güç ilişkileri” belirlediğinden, iki gündür analizlere konu yaptığımız“ittifaklarla” siyasi geleceği öngörmeye çalışıyoruz.

Aslında analiz adı altında yaptığımız bu işin adı tam anlamıyla “SİYASET MÜHENDİSLİĞİNE” dair değerlendirmelerdir.

Siyaset mühendisliğinin karşıt anlayışı olan “Demokratik sivil siyaset” ise; gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi siyasi karar süreçlerini etkileyen faktörlerin içinde, başta milletin hür iradesi olmak üzere, çoğulcu bir nitelik gösterecek şekilde çeşitli faktörler altında, rekabet içinde ve hukuki denetimi altında, seçmenin rasyonel karar almasına uygun bir siyaset anlayışını ifade eder.

Oysa ki, iç ve dış meseleler doğrultusunda içinde bulunduğumuz ortamın özellikleri ve bu meselelerin “seçmen” tarafından nasıl algılanması gerektiğine dair “manüplatif” haber kaynakları ve güç odaklarının baskın etkisiyle siyasi kararlarımızı “akıl” ölçüsüyle değil, “duygularımıza” teslim olarak aldığımızdan, demokratik sivil siyaset ikliminden hızla uzaklaşarak, SİYASET MÜHENDİSLİĞİ’nin hâkim olduğu alaca karanlık kuşağını içinde yaşamakta olduğumuzu öncelikle tespit etmeliyiz.

Dikkat edileceği üzere, böyle bir iklimde sokaktaki insanın bile dilinden düşürmediği ve benim adına “yanaşma düzeni” veya “müesses nizâm” dediğim, aktörlerinin kim ve etkilerinin ne kadar olduğunu bilmediğimiz bir takım faktörlere göre “siyasi öngörülerde” bulunmaya çalışıyoruz.

Bugün itibariyle “müesses nizâmı” temsil eden muktedirlerin ellerinde bulunan ve acımasızca kullanılan “sınırsız enstrümanlar” karşısında, “demokratik sivil siyasete” göre analiz yapmak imkanından maalesef ki mahrumuz.

Önsöz niteliğindeki bu tespitleri yapmamızın sebebi, bugünkü yazımızın konusunu teşkil eden İYİ PARTİ’nin mevcut durumuna dair yapacağımız analizlerimize dayanak oluşturmak içindir. Büyük bir tesadüf olarak, bu yazı dizisine başlamamızdan itibaren dört büyük partimizin genel başkan ve kurmayları söz birliği etmiş gibi, muhtemel “seçim ittifaklarına” dair beyanlarda bulundu.

Görüldüğü üzere partilerimizin tamamı, içinde bulunduğumuz siyasi iklime uygun olarak SİYASET MÜHENDİSLİĞİ projelerine dair öngörülerini bir biçimde açıklamış oldular.

Yazının konusu kapsamında İYİ PARTİ’nin durumuna dönecek olursak; İYİ PARTİ; aslında mevcut siyasi yelpazenin en sağında bulunan ve mevcut sisteme bağlılık bakımından en “muhafazakâr” sayılacak MHP içinde yaşanan “parti içi muhalefetle” başlayıp, daha sonra ise farklı siyasi eğilimleri bulunan değişik kesimlerin “toplumdaki değişim taleplerinin” sözcüsü ve temsilcisi olmaya evrilmiş bir “değişim hareketi” ve bu sürecin sonucu olarak siyasi hayatımıza katılmış bir parti.

Çok iyi hatırlıyorum, kurultay sürecinin en yoğun yaşandığı 2016 Mayıs ayında yapılan kamuoyu yoklamalarında, kurultayını yapmış değişimi sağlamış olmak varsayımıyla MHP’nin seçmen nezdindeki oy desteği %23-25 oranlarıyla ölçülüyordu.

Bu oranların siyaseten bize gösterdiği sonuç; ilk defa sivil bir halk hareketine dönüşmüş “ demokratik değişim” taleplerini temsil etmek iddiası Türk milliyetçilerine düşmüştü. Siyaseten MHP geleneği ve fikriyatına mesafeli kalmış insanların bile bu harekete gösterdiği sempatiyi o günler herkes etrafında gözlemlemiş olmalıdır. Netice itibariyle İYİ PARTİ’yi doğuran sebep ve süreçleri, hepimiz önemsediğimiz farklı yönleriyle algılamamış olsak bile yine de çok iyi hatırlıyoruz.

Sadece bu süreç içinde yaşanan 16 Nisan 2017 tarihli referandum sonucu geçmiş olduğumuz Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne ayrıca ve önemle vurgu yapmamız gerekiyor: Bu sistemin gereği olarak anayasa değişikliği ile “Cumhurbaşkanlığı” makamının önem ve seçim usulü, demokratik sivil siyasetin kurallarını alt üst ederek, partilerin önem ve fonksiyonunu ikinci plana atmış ve cumhurbaşkanlığına aday olacak “siyasi figürleri” ön plana çıkarmıştır.

Bugün konuştuğumuz “ittifaklar” meselesi ve “siyaset mühendisliğinin” öne çıkması ve demokratik siyasetin ise önemini kaybetmesini ağırlıklı olarak “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi”ne geçiş sebebiyle açıklayabiliriz.

Nitekim gözlemlediğimiz üzere, İYİ PARTİ’de bu sebeple kuruluş kurgusunda bu etkiye teslim olmuştur.

Az önce ifade etmeye çalıştığımız üzere, başlangıçta “toplumsal değişim taleplerini” demokratik bir ortamda temsil istidadı ve iddiasıyla ortada bulunan İyi Parti kurucuları, kendi deyimleriyle siyaseten “marka” olduğunu düşündükleri Meral AKŞENER’in Cumhurbaşkanlığı adaylığını öne çıkarmakla başlangıçta olduğu gibi “değişimi” temsil edecek güçlü bir siyasi yapı kurmak arasında ciddi bir “ikilemi” yaşadılar. Nitekim; bugün bile partililer arasında; “parti kurmak mı, cumhurbaşkanlığına bağımsız bir şekilde aday olmak mı daha doğruydu” tartışmalarının yapıldığına şahit olunmaktadır.

Bu yöndeki analizimizi devam ettirecek olursak, MHP içinden çıkmakla birlikte, değişik sosyal kesimlerin sempatisini kazanmış bu hareketin öncüleri bir “değişim hareketini” tahkim ederek, bütünüyle sivil bir karakterde ve bir millet hareketini inşâ yerine, elde ki verilerden hareketle en kolayı seçenekte karar kıldılar ve Meral AKŞENER ismini ön plana çıkaracak bir kurguyla yola çıktılar. Nitekim; kamuoyu yoklamalarına göre, neredeyse partisinin bugün itibariyle oy oranının ( % 9-13 arası ) üç katı nispetindeki bir destekle ( % 38 ) seçmenin Cumhurbaşkanı adayı olarak görmek istediği Meral AKŞENER “markasına” göre yapılanmayı tercih ettiler. Bu durumda kaçınılmaz olarak, sahip olunan ve“marka” sayılan siyasi aktörün ön plana çıkarılması dışında, diğer faktör ve değişkenlerin ihmal edilmesi de normalmiş gibi algılandı.

YSK resmen ilan etti: Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi YSK resmen ilan etti: Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi

Bu hareketin siyasi tercihi ve kurumsal yapılanması bu yönde olunca, hiçbir hiyerarşi içinde olmaksızın tamamen “gönüllülük” sâkiyle hareket eden ve yüzbinleri ifade eden heyecanlı ve umutlu kitlelerin bir kısmında, bu tercihe rağmen bir duraksama ve şaşkınlık yaşandı. Yeni bir siyasi hareketin toplumda ciddi karşılığı bulunan “siyasi aktör” öncülüğü ve tarafından temsil edilmesi muhakkak ki çok önemli ve avantajlı bir durumdur. Ancak “müesses nizâmı” temsil eden ve “karizmatik” bir liderlik tarafından kullanılan sınırsız enstrümanlarına karşı, yeni bir siyasi hareketi kalıcı kılmak için bu avantaj yeterli midir diye bir soru da akla gelmektedir.

Bir siyasi hareketi güçlü kılabilmenin ve “halkta karşılığı bulunan” bir siyasi aktöre sahip olma avantajını birlikte değerlendirebilmenin tek yolu olan “geniş halk kesimlerinin” ortak enerjisinden faydalanacak şekilde “tabandan-tavana” doğru demokratik bir yapılanmaya gidilmesi, kitlelere inandırıcı gelecek bir siyaset dilinin üretilmesi, ehil kadrolarla gerçekten güçlü bir “alternatif”oluşturmaya bağlıdır.

Önümüzdeki dönemde gerçekleşecek seçimlerde, “ittifak” tartışmalarıyla gün yüzüne çıktığı üzere, bir tarafta elinde sınırsız ve acımasızca kullanılacak ve saymakla bitmeyecek “elverişli enstrümanlar” mevcutken, bu sınırsız güce karşı mücadele edebilmek ve bu haksız, hukuksuz statükoyu değiştirebilmek için siyasette yeni bir kurgu ve alternatife ihtiyaç bulunmaktadır.

Bu sebeplerle “değişim” hareketinden partileşmeye doğru yol alarak kurulan İYİ PARTİ’nin gerçek güvencesi olmak üzere ve “demokratik sivil siyaset”kapsamında yeni bir “sosyolojik ve siyasi meşruiyetin” mevcut şartlar dahilinde üretilmesi gereklidir. Çünkü, “SİYASET MÜHENDİSLİĞİ” anlayışını temsil eden müesses nizamın partileri elinde bulunan “sınırsız enstrümanlara” İYİ PARTİ sahip olmadığına göre, bu partinin tek çaresi, bilhassa 16 Nisan Referandumunda yüksek oranda “hayır” oyu kullanmış büyük şehirlerde ortaya çıkmış bulunan Türkiye’nin “yeni sosyolojisini” dikkate alarak ve bu verilerden hareketle yeni bir dinamizm ve meşruiyeti üretmekten geçmektedir.

Benim okumama göre Türkiye’nin yeni sosyolojisi; ağırlıklı olarak kamu kaynaklarına dayalı olmaksızın kendi kendine yeten bir ekonomik alt yapıya sahip, diğer bölgelere göre nispeten profesyonellik ölçülerinde “iş bölümü”ilişkilerini geliştirmiş, birey olma fikrine ulaşmış, piyasa şartları içinde ayakta kalabilen, milli olmakla birlikte dışa açık veya yüzünü dış dünyaya çevirmiş, hukuk ve demokrasi telakkileri gelişmiş ve kentleşme sürecinde yol almış bölgelerde yaşanan sosyolojidir.

Kısaca niteliklerini özetlemeye çalıştığımız bu sosyolojiyi esas aldığımızda, zorunlu olarak, siyaset mühendisliği yerine “demokratik sivil siyasetin” tercih edilmesi bir zorunluluğu teşkil etmektedir.

İki günlük yazılarımızda genişçe bir şekilde izah etmeye çalıştığımız üzere,“siyaset mühendisliği” anlayışını temsil edenlerin güç temerküzüne dayalı siyaset oyunları dışında, İYİ PARTİ’nin benzer nitelikte siyasetin denklemini değiştirecek “ittifak” ortakları olamayacağına göre, demokratik sivil siyasete alan açmak ve yeni bir “demokratik meşrûiyeti” üretmek dışında bir seçeneği bulunmamaktadır.

Her ne kadar “ittifak” tartışmalarına katılan İYİ PARTİ Genel Başkanı Meral Akşener; “CHP ile ittifak yapmayacağız ama Saadet Partisi ve Demokrat Parti ile ittifak yapmayı arzu ederiz” şeklindeki beyanına karşın, bu sempatik arzunun siyaset oyununda denklemi bozacak veya değiştirecek bir nitelik taşımayacağını hepimiz tahmin edebiliriz.

Bu sebeple siyaseten İYİ PARTİ’yi “ittifaklar” değişkenine göre değerlendirmek mümkün değildir.

İYİ PARTİ mevcut siyasi iklimin parametrelerini değiştirecek şekilde ve demokratik sivil siyaset anlayışına uygun olarak; demokrasi, hukuk, adâlet arayışları ile “nimet-külfet” dengesi içinde, refahın geniş kitlelere ulaştırılması anlamında daha cesur, devrimci ve değişimci söylemlerle toplumun dikkatini üzerine toplaması gerekmektedir.

Toplumsal değişim taleplerinin sözcülüğünü yapmanın yerine, “biz; uzlaşmacı bir anlayışla her kesimi temsil ediyoruz” şeklindeki soyut beyanlar dışında, demokrasi, hukuk ve ekonomi arasındaki zorunlu bağı hissetmiş kitlelerin ve yanaşma düzeninin imtiyazlıları dışında sisteme yabancılaştırılmış kesimlerin hak ve talepleri dile getirilmelidir. İYİ PARTİ’nin muhtemel AKP/MHP ittifakının çekim gücü ve etki alanını azaltmasının yolu, milliyetçi-muhafazakâr, demokrat ve değişimci seçmen kitlesi için “kimliksizlik” anlamına gelen “merkez” partiyiz söylemleri yerine, toplumun bütününe bir biçimde dokunan ve sıcak gelen ortak değerlere vurgu yapmaktan geçer.

Hayat tarzı vurgusunun kutuplaştırmaya hizmet etmek dışında, yeni seçmen devşirmeye yetmeyeceği ortada iken, bu alanda ısrar etmenin bir faydası yoktur. Siyasetin olması gereken gerçek gündeminin “ aş, iş, pahalılık, geçim sıkıntısı, umutsuzluk ve gelecek kaygısı” olduğu, geniş kitlelere refahı sağlayacak ve artıracak somut ve inandırıcı projelerle ve bilhassa toplumda“bunlar devleti yönetebilirler” algısını güçlendirecek unsurlara vurgu yapılmalıdır.

Unutmayalım ki, içinde bulunduğumuz siyasi iklimimizi teslim alan diğer güçlü duygu da, “iş, aş, geçim sıkıntısı” gibi somut unsurların yanında, ülkenin normalleştirilerek “yönetilebilir” hale getirilmesi arzusu ve “dış tehdit” algıları sebebiyle, İYİ PARTİ kadroları da bu meselelerle baş edebilirler inancının geniş kitlelere verilmesi ve milletin sığınacağı bir “limanın” inşa edilmesi gerekmektedir.

Son söz, İyi Parti “siyaset mühendisliği” anlayışıyla ve ittifaklarla değerlendirilemez, İyi Parti’nin tek yolu demokratik sivil siyaset anlayışıyla geniş kitlelerle “sahici” ittifaklar kurmasıdır.

Allah’a emanet olunuz...

Türk milletine ve insanlığa huzur, barış içinde ve adil bir dünyada yaşayacakları yeni bir yıl diliyorum.

Av. Rubil Gökdemir


Editör: TE Bilisim