Süleyman Nazif hiç kimsenin yadsıyamayacağı bir Osmanlı vatanseveridir. 9 Şubat 1919 tarihli Hadisat gazetesindeki yazısıyla, Fransız generalin bir Fatih edasıyla İstanbul'a girişini protesto için "Kara Bir Gün" başlıklı bir yazı yazmıştır. Derhal tutuklanıp Malta'ya sürülür. Buradaki yazısı da Malta dönüşü Celal Nuri'nin 20 Mart 1923 tarihli İleri gazetesinde çıkmıştır. Vatanseverliğin bir ölçüsü de İskilipli Atıf için yazdığı İMANA TASALLUT risalesidir.

Eli kalem tutan cesur bir Osmanlı aydını olan Süleyman Nazif, "Münci-i Azam"(Büyük Kurtarıcı) yazısıyla, Mustafa Kemal'i en büyük Türk kahramanı olarak değerlendirir. Son cümlesi: Mustafa Kemal’in vazifesi milletine hizmet etmek, milletin borcu da daima Mustafa Kemal’ini sevmektir.

Bu yazıyı, 90 yıl geçtiği halde kurucu öndere nefreti hiç eksilmeyen siyasal İslamcılara ithaf ediyoruz.

MÜNCİ-İ AZAM /

BÜYÜK KURTARICI

▪︎ Felsefe-i Askeriye’yi tamamıyla anlamış olan Von der Goltz; Millet-i Müselleha adıyla tercüme edilen meşhur eserinde diyor ki: Bazen kabiliyet-i askeriyesi büsbütün sönmüş zannedilen bir kavimin başına bir askeri deha geçerek harikulade hareketler gösterebilir. Nadir Şah’ın İran tarihindeki vakası gibi.

Mustafa Kemal Paşa, bayrağımızı düştüğü yerden kaldırarak, eline aldığı zaman bizim kabiliyet-i askeriyemiz sönmemiş, fakat o kabiliyeti izhar edebilecek her kuvvet, her vasıta elimizden alınmış idi.

Anafartalar’ın genç kahramanı yalnız yed-i azminde, bin kurşunla delik deşik olmuş bir bayrak ve kalbinde hiçbir kaza ile yıkılmayacak bir kurtarma şevki olduğu halde meydana atıldı. Vatanımızın serhatlarından başka Galiçya, Dobruca ve Makedonya’da çılgın bir israf ile harcanan Türk ordusundan; bir milyon cenaze ile pek acı bir mağlubiyet yarasından başka şey kalmamıştı. Mustafa Kemal’in ayağa kalkmasına herkes:

Çılgınlık!...Dedi.

Ben de bunların arasındaydım. Millet uzun seneler doğrulamayacak kadar yorulmuş. Vatan kendi evladının cenazeleri üstünde geceleri ölüm ve matem terennüm eden baykuşların sesini bile işitemeyecek kadar derin bir uykuya dalmıştı. Mustafa Kemal’in gösterdiği azim ve ümit; bu ölümlü uykuyu def etmek için kafi görülmüyordu.

Bu imkansızlığı akıl, hesap, mantık ile insaniyetin en az on bin senelik tecrübe ve birikimi ansızın evlada tasdik ve ilan etti. Herkes ve her şey Mustafa Kemal’e, onun elindeki bayrağa; o bayrağın etrafında toplanan üç beş adama ve bu üç beş adamın üstünde çalıştığı topraklara acıyordu. Yalnız akıl, hesap, mantıkla insaniyetin on bin senelik bir araya gelen tecrübesi değil, yorgun ve bezgin halkımızın büyük bir kısmı; bu huruç sahibinin her bir hareketi son çırpınış telakki etti. Ve ona düşmanlık hissetmeyenler bile acıdılar.

Asya’nın batısından Akdeniz sahillerine kadar ülkeleri tahribe karar veren Avrupa, ihanetine kendi ordularından, kendi iştahını alçakça tatmin yolunda her hıyanet-i milliyeyi göstermeye hazır bir Padişah bulmuştu. Bu Padişah, hilafet ettiği bir Peygamber şeriatından düşman bayrağına zafer işraretleri astırdı. Ve kırılacak elleri, İslam’ı Yunan ordusunun önünde; arkasında koşturtmak istedi. Vahdettin Mustafa Kemal’e Kral Konstantin’den fazla düşmandı. Mustafa Kemal'i Konstantin esir etseydi, belki büyük bir vatanperverin müstahak olduğu her hürmet ve ikramı gösterir, kılıcını iade ederdi. Fakat Vahdettin’in eline geçseydi, muhakkak kurşuna dizdirirdi.

Cihat emrini veren bir peygamberin o sahte halifesi, Nemrut Mustafa Divan-ı Harbi’nden çıkardığı idam hükmüne; cihat ayetinden fazla kutsiyet atfetmişti. Mustafa Kemal Paşa; asilikten gaziliğe, gazilikten Büyük Kurtarıcılığa işte bu mevaniler karşısında cülus etti. Mustafa Kemal ismini İslam tarihi en yüksek sayfasına Hazreti Peygamberin adından sonraki ilk satırlara kayıt ve müebbeden tebcil edecektir.

Bugün Büyük Kurtarıcı olan o büyük adamın başından son zaferine kadar her hareketini dört seneye yakın, korkudan yeise intikal eden bir bakışla takip ettim. Kan ve ateş şeklinde İnönü’ye kadar gelen düşman istilasının; burada bir müddet irkilme ve durması bana ümit vermemişti. Çünkü Karahisar’la Eskişehir’in sükutu, İnönü muzafferiyetini bir hakikat olmaktan çıkarmış, yad-ı tahassürü bir rüya haline koymuştu.

Sakarya bile, düşmanın tamamen imhasıyla neticelenmiş bir muvaffakiyet değildi. Düşman Anadolu’nun göbeğinde ve Türk’ün en güzel iki vilayetine çelik kalelere yerleşmişti. Avrupa’nın, Amerika’nın askeri uzmanları Yunan Cephesi’nin yarılamayacağını ilan ediyordu. Türk’ün bu büyük oğlu Karahisar Cephesi’ne ilk vurduğu yumrukla yalnız ırk ve vatan düşmanının değil askeri fennin de beynine bir darbe indirdi. Milletlerin birbirini boğazlamaktan vazgeçecekleri zamana kadar – ki … pek uzaktadır – Mustafa Kemal Usulü Harbi askerliğin tarihinde ve her milletin mekteplerinde enine boyuna tetkik ve tedris olunacak.

Ben mucizeler devrinin çoktan kapanmış olduğuna kani idim. Fransa’nın en büyük yazarlarından Romain Rolland’ın bir eserinde şu satırlara tesadüf ettim.

“…Bir şaniyet-i mesturenin zuhuru kehanesine insanlar mucize ıtlak ederler. Eşhas ile akvamı en iyi tanıttıran nagehani tehlikelerdir. [1]”

Dokuz sene evvel bir Fransız edibinin söylediği bu sözü; hiçbir olay Mustafa Kemal Paşa ile onun kavmi kadar açıkça ispat edemedi. Ben Büyük Kurtarıcı’nın Adana Belediyesindeki sözünü burada tekzip ve tashih değil ikmal edeceğim.

Milli davamıza bilhassa onun mesaisi geçmiştir. Bu mesaide kuvvet, icraat ve muvaffakiyet vardır. Bütün milletin manevi şahsiyeti ve muvaffakiyet gerçeğinden övünme hissesini alır. Fakat Mustafa Kemal Paşa’nın şahsına ithaf edilmesi kim tarafından ve ne kadar tevazuuyla söylenmiş olursa olsun haksız bir iddiadır.

Gümüşhane STK’ları Ayaklandı; “Utanç Köprüsü” Gümüşhane STK’ları Ayaklandı; “Utanç Köprüsü”

Bu iddianın milletin şükranı ile birlikte, Bozkırın, Konya’nın, Yozgat’ın bir kısım halkı gibi, isyan eder. Paşa’nın ne nezaketi ne şiddeti bu isyanı teskin etmeye kadirdir. Gazimizden rica ederiz: Kurtardığı milleti küfranı nimet vadilerine sevk etmesin, buna alıştırmasın.

Bu muvaffakiyetin ne kadarı Mustafa Kemal Paşa’nın şahsına atfedilebilir? Bunun için tarihten birkaç misal alacağım.

Yavuz Sultan Selim’e büyük kahraman diyoruz. Bu adam babasının cenazesine basarak tahta çıkarken, iki yüz senelik cidal ile çelikleşmiş bir ordunun başına geçmişti. Devrinin en büyük zaferi Çaldıran vakasıdır. Bu zaferini ancak düşman ordusunda top bulunmaması ve mezhep ihtilafının İran'ın Şark vilayetlerindeki cesur ve cengaver halkı; Şah İsmail aleyhine çevirmesiyle elde etmişti. Biri maddi, diğeri manevi bu iki muvaffakiyet ise Mustafa Kemal'in karşısına dikilmişti. Topsuz, tüfeksiz, her taraftan düşmanlarla kuşatıldığı halde, yalnız azim, ümit ve bir avuç iman sahibi ile bu Türk oğlu dünyaya karşı durdu.

Selahaddin Eyyubi’ye kısmen benzer. Vakıa o da Ehl-i Salip’in bitip tükenmez taarruzlarını durdurarak; nihayet Asya’yı Garpdan ihraç etmişti. Ve ona da dinsiz imansız bir halife - Vahdettin’in Mustafa Kemal’e tassallutu gibi – musallat olmuştu. Fakat Selahattin kendi silahlarını kendi memleketinde imal ettirirdi. Ancak Selahattin Eyyubi; Mustafa Kemal gibi halkın bağrından çıkmamış, az çok hükümdarlığa yakın bir ailede doğmuştu. Suriye ve Filistin o vakit Avrupa’ya pek uzaktı. Bugün ise İzmir’den Sakarya’ya kadar olan yerler Avrupa’nın göbeğidir.

Napolyon, asırlık bir orduyu, vatanperverlik ateşiyle .. Fransa inkılabıyla …. teslim etmişti. On beş seneyi aşkın bir süre bu orduya Moskova’dan Madrid’e kadar Avrupa’nın şimalini, cenubunu yakıp, yıktırdıktan sonra, memleketinden uzaklarda, son nefesini .. savurdu.

Mustafa Kemal’i bir farkla Hannibal’e benzetirim. İmkansızlıkla son dereceye mücadele eden Kartacalı kahramanın hayatı beni kırk senedir düşündürür. O büyük adam muvaffak olsaydı, şimali Afrika’nın Mustafa Kemal’i olurdu. Mustafa Kemal Garbi Asya’nın muvaffak olmuş Hannibal’idir.

İşte Mustafa Kemal'in son muvaffakiyetimizdeki mevki ve hissesi. Mustafa Kemal’i büyütmek onu yetiştiren milleti büyütmektir. Böyle harikulade adamları doğuran her kavmin övünme hakkı vardır. Mustafa Kemal’in şan ve şerefi milletine ait ve milletinin malıdır. Çünkü o milletin kendisinden başkası değildir. Mustafa Kemal olmasaydı millet bu son zaferini gösterebilir miydi?

Bu millet olmasaydı, Mustafa Kemal o zaferi istihsal edebilir miydi? Yine bilmem!. Bildiğim şudur ki Mustafa Kemal’in vazifesi milletine hizmet etmek, milletin borcu da daima Mustafa Kemal’ini sevmektir.

Nişantaşı, 19 Mart 1923

SÜLEYMAN NAZİF

Editör: TE Bilisim