Son yıllarda toplumca birlikte karar vermişçesine Rem uykusundayız. Rem uykusu, uykunun hafif olanıdır. Yani rüyaların hatırlandığı kısmıdır. Bilinç alt seviyede çalışmaktadır.  Birey, olup biteni hatırlamakla kalır. Uykunun derin anında (Nrem) görülen rüyalar hatırlanmaz.


Toplumumuzun sosyal fay hatları, coğrafyamızı, kültürümüzü, değerlerimizi, geleceğimizi, varlığımızı, kaderimizi allak bulak ederken rem uykusu uyanmamıza hep engel olmaya devam etmektedir. Bu karanlık gecenin bir türlü sabahı olmamakta, şafak ise sanki başka baharda kalmıştır. Evet, rem uykusu sadece rüyalarımızı değil hayallerimizi, sevdalarımızı alıp götürmeye kararlı bir canavara dönüşmüştür.


Rem uykusu toplumu narkozlamaya devam ederken rüyanın dışındaki dünyada baykuşlar, vatanı parsellemeye, Türklüğe ait ne varsa formatlamaya, yok etmeye son hızla devam etmektedirler.  Rem uykusundan uyanmaya, narkozun süresinin geçmesini beklemeye devam ederken uyandığımızda acaba nerede olacağız?


Uyku halidir yaşadıklarımız… Milli refleksler travmaya uğramış, kurumlarımız özellikle siyasi partilerimiz sanki rem uykusundadırlar. Böylesi vahim bir dönemi bırakın normal şartlarda bile bir siyasi partinin yapacağı sıradan faaliyetlere bile milletimiz hasret kalmıştır. Siyasi partiler, etkisiz elemana dönüşmüş olup atalet halindedirler. Biz uykudayken dış dünyamızda neler oluyor? Onlara kısaca bakalım;


Ülkenin bir bölgesi fiilen terör örgütünün kontrolüne girmiştir. Paçavraları dağlarda, vadilerde sallanmakta, şehirlerde kontrol noktaları oluşmuştur. Belediyelerde örgütün büroları açılmış durumdadır. Hükumet sözcüsü “şimdilerde dağa daha nitelikli insanlar gitmektedir” diyebilmektedir. Yani vatandaş, devletten çok terör örgütünde geleceğini gördüğü için kendisine vaat edilen statülere(Geleceğin bölücü devletinde görev almak üzere, polis, asker, kaymakam, vali gibi) kavuşmak için ön almaya çalışmaktadır.


Asker, polis alanları bölücü örgüte bırakarak kışlalarına hapsedilmiş durumdadırlar. Irak ve Suriye sınırını onlarla değil binlerle ifade edilen kaçakçılar askerle çarpışarak ihlal etmeye, etkisizleştirmeye ve sınırı anlamsız hale getirmeye devam etmektedirler. Peki; devlet nedir sorusuna cevap vermeye kalkarsak, milletin egemenlik hakkını koruyan, uygulayan en büyük organizasyondur demek zorundayız. O halde bu fiili durum devleti de ortadan kaldırmış olmuyor mu? Aynı devlet, egemen olduğu topraklarda farklı hukuk sistemlerini uygulamaya kalkıyorsa Batıda despot doğuda taviz veren görüntüsü varlığını tartışmaya açmıyor mu?  

Üç Tarz-I Siyaset... Üç Tarz-I Siyaset...


Velhasıl, rem uykusundan uyandığımızda ne benim diyebileceğimiz devleti ne de vatanı bulacağız. Millet ise yetkileri paylaşılmış, etnisite seviyesine indirgenmiş tarihinden, sosyal ve kültürel fay kırıklarıyla geçmişinden kopmuş bir yığın olacaktır.


Güvendiğimiz, marka dediğimiz kurumlarımız ise basiretsiz, öngörüsüz, egosuna mağlup olmuş yöneticiler sayesinde toplumsal reflekslerin bile çok gerisinde kalmıştır.  Milletin makûs talihini değiştirmelerini beklemeyi bırakın kendilerine bile faydası yoktur. 


Rem uykusunda kurtulmanın yollarını bulmak ve Türk milli refleksini harekette geçirmek zaruret ötesi varlık problemine dönüşmüştür. Türk milleti bu fetret dönemini aşmak ve tarihi yolculuğuna devam etmek zorundadır.


Bu mücadelede meşru yolların dışındaki her türlü çaba maceradan başka bir şey olamaz. Demokrasilerde millet iradesi esastır. Millette gitmek ve onu aydınlatmaktan başka yolu da yoktur bu işin. Egemenliği kayıtsız şartsız millette mal etmek için bütün vatan sathını çalışma alanı yapmak zorundayız. Fildişi kulelerden nutuk atanların bu devasa problemi çözemeyeceğini, ihanetin önüne geçemeyeceğini artık anlamak zorundayız. 

Abdullah Alagöz

Editör: TE Bilisim