Hasan Külünk
İçinden yetiştiğimiz ülkücü camia onyıllarca incelense tarihe-bilime ışık tutacak nice yüksek lisans ve doktora tezleri çıkar. Üzerinde özellikle durduğum bir husus var ki hep dikkatimi çekmiştir. Ülkücü camia bir yandan “Lider doktrin teşkilat” diyerek disiplinli hiyerarşik bir yapı görüntüsü verirken bir yandan da nöbeti biteni terhis edip hayata gönderen bir ordu gibi davranmıştır.
Yıllar sonra tüm mensuplarını aynı hiyerarşide tutan bazı teşkilat/cemaat gibi yapıların tepesi ele geçirilince alt kademelerin nasıl merkez devletlerin kontrolüne geçtiğini görünce anladım ki ülkücü hareketi inşaa eden muhteşem irade bu duruşu bir tedbir/tarz olarak şuurla üretmiştir.
Her türlü istihbarat operasyonuna karşı bağışıklık sağlayan binlerce onbinlerce “tek kişilik ordu” yetiştirdi ülkücü hareket…
Bir çoğu rahmeti rahmana kavuşan- Ömer Lütfü Mete ve Osman Sınav gibi- bu tek kişilik ordulara iki örnektir. O tek kişilik ordulardan biri de Ramazan Bakkal dostumuzdur. Cumartesi sabahı muhteşem uç bir konuyu açıklayıp paylaşarak bizi ihya etti/ilham verdi.
Yazısını paylaşıp beğeninize sunuyorum.
Ramazan Bakkal
Cimrilik, obezite, bizim mazot deposu...
Fulton, Franklin, Lavosier
İnsanoğlu bir şeyler yiyip içiyor oradan oraya koşuyor, çalışıyor çabalıyor, enerji harcıyor. Bu enerji nasıl oluşuyor? Otomobil benzini içti mi yerinde duramıyor. Yeter ki kontağı çevir, gaza dokun... Peki insan? Çay-çorba içiyor, domates biber yiyor, börek-çörek, olmadı kavun karpuz... Bütün bunları karıştırıp akaryakıta nasıl çeviriyor? İnsanın neyi nasıl yakıp enerji kazandığı sorusuna doğru cevabı veren arkadaşım Lavosier’e gereken ilgi ne kadar gösteriliyor? “Cumhuriyetin dâhilere ihtiyacı yok” diyerek onu giyotine gönderen hâkim amca bu dâhiye neden ilgi göstermedi?
Olacak iş değil. Şimdi Cumartesi sabahı çayımızı yudumlayıp kafamızı dinleyelim derken Lavosier nereden çıktı? Ben de anlayamadım ama “Avrupa’da Bilim” içindeki “Yöneticilerin Bilime Lakaydiliği” dosyası keyfimizi kaçırdı.
“Avrupa devletlerinde krallar, Başbakanlar ve üst düzey yöneticilerin bilimsel ve teknik gelişmeler karşısında nasıl tavır aldıkları, çalışmaları ne ölçüde destekledikleri ve gelişmelerden ne ölçüde haberdar oldukları veya gelişmede payları nedir?” diye sormuşuz? Birkaç olayı bu bölüme aktarmışız:
Amerika’nın Paris elçisi Livingston Viyana’daki Napolyon’a bir tavsiye mektubu ile bir dahiyi göndermeye cüret etti. Bu dahi-deli Napolyon’a büyük bir buluş yaptığını ve buluş sayesinde imparatorun rüzgâr ve gelgitlere aldırmadan taburlarını İngiltere’ye çıkaracağını, bunun için de gereken biricik şeyin kaynar su olduğunu söyledi. Napolyon bu teklifi büyük bir kaçıklık olarak görmüş küfürler savurarak adamı kovmuştu. Bu adam buharlı geminin bulucusu Amerika’lı Robert Fulton (1765-1815) idi.
Kral ve Benjamin Franklin
Paratoneri bulan Benjamin Franklin Amerika’da yaşamasına rağmen Londra’daki Bilim Derneğinin (Royal Society) üyesi idi. Amerika’nın İngiltere’den bağımsızlığı için aktif rol oynamaya başlayınca Kral Royal Society’ye haber göndererek “O asinin yaptığı paratonerin sivri ucunun bir küre ile değiştirilmesini emretti. Bilim adamlarının bu anlamsız isteğe direnmeleri sonuç vermedi ve derneğin o dönemdeki başkanı kurtuluşu görevinden istifa etmekte buldu. S.45 İngiltere kralı emrini yerine getirecek bir tek bilim adamı bulamadı ve ilk başkan tekrar görevinin başına döndürüldü. .J.D.Bernal Modern çağ öncesi Fizik. S.317-318. Bilim adamları ne başkanlarını sattı ne de bilimsel dürüstlüğe gölge düşürdü.
Elektrikli sokak lambaları İngiltere’ye giremez:
Elektrikle aydınlatan sokak lambaları en son İngiltere’ye girdi. Çünkü Belediyeler gaz lambasıyla aydınlatma sistemine büyük yatırım yapmıştı. Yasa yapma gücü ellerinde olduğu için rakip gördükleri elektrik firmalarını çıkardıkları engelleyici yasalarla boğdular. Sonunda kaybeden taraf olmaktan kurtulamadılar. Teknoloji alanında rakipleri karşısında bütün halinde geriye düştüler. Bir daha toparlanamadılar.89 Britanyalı politikacılar, Edison’un geliştirdiği elektrikli aydınlatma teknolojisini, incelemeden, kısır politik hesaplar güderek reddettikleri için günü kurtardılar ama İngiltere’nin geleceğini etkilediler.
Dâhî Lavoisier-ve hakim amca...
Cumhuriyetin dahilere ihtiyacı yoktur.”
1743-1794 Kafasının koparılması için bütün gereken bir saniye idi. Onun ki gibi bir kafanın gelmesi için belki yüz yıl bile yetmeyecek. Matematikçi Lagrange-1736-1813adrian berri-bilimin arka yüzü. Tübitak yayınları 1996.s170
İngiliz kimyagerler oksijeni daha önce ayrıştırmışlar ama ona yetkin gaz adını vermekten öte bir şey yapamamışlar. İşlevini çözümleyememişlerdi. Oksijen deyimini ilk kullanan Lavoisier’dir. Ona göre su bir element değildi. Hidrojen ve oksijenin kimyasal karışmasından meydana geliyordu. Bütün bunları ortaya attığında kendini meslekte kimyacı görenler onun hukukçu olduğunu, anlamadığı konularda ileri geri konuştuğunu dillendirmeye başladılar. 61
Lavoisier hukuk tahsili yapmıştı ve Fransız barosunun üyesi idi. Onun avukatlık yapmadığını, vaktini kimyaya ayırdığını söylerler. Yüz bin Frank kadar yıllık geliri vardı. Bunu kimya deneyleri için harcıyordu. Bugün bildiğimiz 108 elementin 20 sini bulma şerefi Lavoisier’e aittir. 1789’da Temel Kimya Kitabı ‘nı yayınladı.
Nefes almanın aslında bir yavaş yanma olayı olduğunu gösterdi. İnsanların ve hayvanların yaşaması için gerekli olan enerjinin ciğerlerimize çektiğimiz havadaki oksijenin, vücudumuzda bulunan organik maddeleri yakması sayesinde elde edildiğini gösterdi.
Lavoisier gözlem ve deneylerinde hassasiyete o derece önem verirdi ki, çeşitli ışıkların şiddetini çıplak gözle ölçebilmek ve bir sıralama yapabilmek için 1,5 ay karanlık odada yaşadı.
Solunum konusunda deneyler yaptığı bir sırada iftira edildi. Vergi toplamada usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle tutuklayıp bir günde 28 kişiyle birlikte usulen yargılanarak giyotinle infaz ettiler. Savunması sırasında onun bilime yaptığı hizmetlerin dikkate alınmasını isteyenlere mahkeme başkanı yargıç Coffinhal’in söylediği şu söz tarihe geçmiştir. “Cumhuriyetin dahilere ihtiyacı yoktur.”
Havadan çektiğimiz oksijenin vücudumuza depoladığımız organik maddeleri yakmasını izah eden arkadaşıma bu hakim amcanın sarf ettiği sözler bilim tarihinde bir kara leke olarak kaldı. Bir mesele var. Şişman abiler ablalar oksijen mi çekmiyor, cimrilik edip depoladıkları gıdaların yakılmasına izin mi vermiyorlar?
Körolası hakim amca arkadaşımı giyotine göndermeseydi bu meseleyi açıklar obezite diye bir hastalık olmazdı.
Lavosier olmadığına göre bugünün kimyacıları çareyi bulmak zorunda.
Kimyacı dostlar az uyuyup çok çalışıp bu işi çözerlerse onlara minnettar oluruz...
Saygıyla.