Her milletin bir milli ülküsü olmalıdır. Milli şuura sahip sahip olmayan her millet, sürüden ve yığından farkı olmaz. Tarihe mal olmuş her davanın bir ülküsü vardır. 

Ülkücülük değerlerini, maddeden ve inançtan  manaya  taşıyan, düşünceden teoriye, fiiliyattan aksiyonerliğe yükselten,  gönül erleri, dava  adamları dediğimiz ülkücüleri vardır.

Milli egemenliğimiz kaldı mı? Milli egemenliğimiz kaldı mı?

 Ülkücüleri olmayan  hiçbir  dava omuzlarda  yükselmez...İnsanı var eden ve  bütünleştiren  değerleri ayakta  kaldıkça, kökleşen  duygular güçlendikçe, milliyet  duygusu da mütemadiyen devam  edecektir..

Türk milletinin  gücü de, zaafı da hemen hemen aynı  merkezde saklıdır. Türk milleti, güçlü, dirayetli, Türk gibi  düşünen  güçlü lider ve idareci  kadrosuna sahip olduğu her zaman, coğrafyasında  dünya tarihinde hükümran olmuş ve  büyük devletler kurmuş, yaşadığı çağa kafa tutmuştur. Bunun  tersinde ise zaafa uğramıştır...

  Tarih yazmış, tarih yapmış, yaşadığı her  çağa damgasını vurmuş  asil millet  olmanın getirdiği  bir  çok hasletler mevcuttur...Türk  Milleti, bağımsızlığına  düşkündür, karakter sahibidir, idealisttir, bir  o  kadar hürriyetine  düşkün olmanın yanında disiplini de sever.. 

Sabırlıdır,  devletinin  ve  milletinin bekası için katlanamayacağı ızdırap çekemeyeceği hiçbir  sıkıntı  yoktur..

 Lakin  bu  özelliklerin  anlamayan  veya  suistimal  eden iç ve  dış düşmanlar;  Türk  milleti  hakkını aramaya  karar verdiği gün,  önünde hiçbir engelin  duramayacağını ve o gün Türk’ün  tam  bir  BOZKURT olduğunu da  göreceklerdir...

  Milletimizi  yükselten  milli değerlerimizin  zaman  zaman kesintiye  uğradığı  zamanlar da olmuştur mutlaka... 

İmparatorluk  coğrafyamızda asli kurucu unsur  olan Türkler,  zaman içinde  horlanmış, dışlanmış, adeta kendi  adını ve  Türk olduğunu söylemekten bile  aciz halde bırakıldığı  zamanlar  olmuştur.

Kendilerini inkar etmeseler bile  Türk yerine ‘’   Osmanlı’’  adını kullanmışlardır!... 
 Halbuki,  "Osmanlılık..’’,  Türk soyundan olan  Osman oğullarının yönetimine verilmiş  bir isimdir.

 Tarihin en  büyük  dört imparatorluğundan biri olan Osmanlı Türk İmparatorluğu  623 yıllık zamanda  ve devletin içinde  çok sayıda  azınlıklar ve tebaa olmasına rağmen bütün  savaşlarını Türkler yapmıştır diyebiliriz...

Zaman içinde  devlet zayıfladıkça ayakta tutabilmek  ve  azınlıkların kopmasını  önlemek adına, sayısız tavizler verilmiş; bütün azınlıklar milliyet mücadelesine girmişlerdir.

 Asli  unsur  olan, Türk milleti, adını söyleyememiş, mefküresiz  ve idealsiz bırakılmış, nasıl  ne yapacağını, nasıl  davranacağını bilememenin  acziyetini yaşamıştır!..

İşte bu  hal içinde, Tarihten ve Osmanlı’dan acı  tecrübelerle,  devletimizi kuran irade, Cumhuriyet Türkiye’sinin kuran felsefi irade, milliyetçilik ülküsüne dayanmış olsa da;  2.Dünya Savaşının  getirmiş olduğu  soğuk  atmosfer, milliyetçilere karşı her türlü  iftira kampanyasının  oluşmasına  da kapılarını  açmıştır..

 Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Türkiye’si , laik temeller üzerinde ve  halkın değerleriyle bütünleşen,  İslam’ı reddetmeyen,  akılcılıkla İslam’ı bütünleştirerek İslam’ın özüne dönmeyi  esas almıştır. 

Arap  taassupçuluğundan  uzak, uydurulan değil,  hakiki  İslam’a  önem veren,  din  adı altında milli iradeyi dışlamaya da  izin vermeyen  bir din  anlayışını benimsemiş, halkın inançlarına, mabetlerine, töresine karışmamıştır...

Atatürk’ün ölümünden sonra  laik düzende ki  İslam’a  saygılı anlayış;  kısmen dini  arka planda gören Tanrıcılık anlayışına  (Deizm’e) kaydığı gözlenmiştir...

Biraz da  devleti idare  eden kadro ülkeyi savaşa  sokmamak için, savaştan önce  HİTLER’E, savaştan sonra da STALİN’E  dost ve  şirin görünme politikaların uygulanmış olması,.  milli eğitimde  köklü değişiklikler getirmesi  o zaman ki  TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİ  derin endişelere  sokmuştur..

Savaşın sonunda Nazi Almanya’sının yenilmeye  başlaması ve Sovyetlerin kurtuluş savaşında ki  yaptığı yardımlar (esasen bu yardımların çoğuna yakını  SSCB birliği içinde ki Türkler tarafından yapılmıştır, Sovyetler aracı  olmuştur...) 

Sovyet Rusya’nı ülkemizde kurduğu sanayi  tesisleri gibi  sebepler de nazara  alınarak, iktidar  yanlısı olan aydınlar,.  milliyetçilik  karşısı söylemleri geliştirmişler ve  iftira kampanyası  başlatmışlardır..

 İnönü iktidarını  destekleyen  bir çok yarı aydın kesim Türk milliyetçilerine karşı, ‘’..FAŞİST, IRKÇI, TURANCI...’’ damgalarını vurarak  saldırarak   iktidarı kışkırtmayı başarmışlardır..

   1944  TURANCILIK DAVASI

 Her olay bulunduğu zaman içinde ki şartlara göre değerlendirilmesi gerekir. Maksadımız  geçmişin acı ve yaralarını kaşımak  olmasa da o günkü olayları  kısaca hatırlatmadan  3 MAYIS’IN  MANA ve ÖNEMİNİ DE anlatamayız.

 Zamanın Başbakanı ŞÜKRÜ SARAÇOĞLU aslında milliyetçi bir kişidir. Hatta  mecliste ki  bir konuşmasında:

  ‘’... Türk’üz, Türkçüyüz, Türkçülük bizim için bir  kan meselesi olduğu kadar bir  kültür meselesidir...’’  diyecek kadar  o zaman ki devletin politikasına  ters  düşen etkili söylemlerde  bulunmuştur.

 Fakat CHP iktidarının çift yönlü politikaları ve siyaseti yüzünden, Milli Eğitim’de  KOMÜNİST fikirlerin yayılarak, müfredat  kitaplarına  girdiği ve o zaman ki  sol düşüncenin etkisiyle Türk  milli  kültürü  yerine ENTERNASYONEL kültürün  esas alınması, vatansever  ve milliyetçi  cenahta derin  endişeler meydana getirmiştir.

NİHAL ATSIZ’IN ORKUN dergisinde, birincisi 20 Şubat 1944, ikincisi de 21 Mart 1944’de Başbakan’a yazdığı  iki açık mektupla, komünist faaliyetlerin ve milli kültüre cephe  alanların deşifre edilmesi olayların fitilini ateşlemiştir..

 Milli Eğitim Bakanı Sebahattin Ali ile Sadrettin Celal’ın yıkıcı ve Sovyet yanlısı faaliyet ve ihanetlerini, NİHAL ATSIZ belgelerle  ispatlamıştır..

 Bunun üzerine Sebahattin Ali, Atsız aleyhine davalar açmıştır.. Mahkeme günü olan  3 Mayıs 1944’de binlerce milliyetçi  Türkçü Üniversite talebeleri muhteşem  bir nümayişle aynı gün  komünizmi lanetlemişlerdir..

 3 Mayıs 1944, Türk milliyetçilerinin ideallerini  yaşatma  uğruna, bedenlerinin tabutluklara  sokulduğu, fikirlerinin ise bir  ideoloji haline gelerek  sınırların dışına  taştığı bir dönemin adı olmuştur...

 Türk milliyetçilerinin tabutluklarda işkencelere uğraması milat sayılarak, milliyetçi düşüncenin  aksiyoner hale gelmesinde kanaatimizce tarihimizde  İKİNCİ ERGENOKON olmuştur.

  Devletin içine , yapısına ve tüm okul kitaplarına kadar  giren  Türk düşmanlığı ve  her fırsatta milliyetçileri  küçük düşüren ve iftira atılan  yayınların  yapılması, milliyetçilerin  sürekli, KAFATSÇI, FAŞİST, IRKÇI gibi  ithamlara maruz kalınması  karşısında  edebiyat öğretmeni  NİHAL ATSIZ, tarihi uyarı mektuplarını yazmak  zorunda kalması bir döneme  adını vurmuştur.

Hedef aldığı kişi zamanın Milli Eğitim Bakanı  Hasan Ali Yücel’ dir..
 Nihal Atsız- Sebahattin Ali davasının ikinci duruşması Ankara’da 3 Mayıs 1944 günü  yapıldığında, bütün Ankara meydanları, taşradan  gelen milliyetçilerin desteği ile de  dolmuş taşmış, adeta Ankara  o güne kadar böyle bir  gün görmemiştir..

  Milliyetçiler dövülmüş, yaralanmış, fakat geri adım atmamışlardır. Adliye salonu almamıştır. Zamanın iktidarı ve  Cumhurbaşkanı  İnönü, milliyetçilerin uyanış  ve şahlanışından fena halde  ürkmüş olduklarını vermiş  olduğu demeçlerde  görülmektedir.. 

İnönü 19 Mayıs 1944’de yaptığı tarihi konuşmada, devam  eden davanın Savcısı olduğu  fikri ayan beyan ortaya çıkmıştır...

Artık bu konuşmadan sonra, iktidar milliyetçi avına  çıkarak tutuklamalar başlamıştır.. Her biri  birkaç m2 tabutluklarda  ve  başlarında 500 voltluk ampullerle ve çeşitli şekilde işkencelere maruz  kalmışlardır..
                  
 Başta  NİHAL ATSIZ, BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ, NEJDET SANCAR, ZEKİ VELİDİ TOGAN,  REHA OĞUZ TÜRKKAN,  ve bir  çokları ‘’IRKÇILIK VE TURANCILIK’’ davasından yargılanarak  beraat etmişleridir.. Ama  işkenceler sonucunda  sakat  kalanlar da çok olmuştur...

3 Mayıs 1944, Türk  milliyetçiliğini unutturmak ve kazımak isteyen o zaman ki devlet  politikasına meydan okumanın adıdır. Davanın  başından sonuna kadar Nihal Atsız  asla en ufak bir taviz  vermemiştir.

Rahmetli Başbuğumuz TÜRKEŞ tarafından, 3 Mayıs TÜRKÇÜLER günü ilan  edilmiştir.. 

Bu günü ‘’ Milliyetçiler Günü’’ olarak değiştirmek ve  sulandırmak isteyenlerin niyetleri  bize  göre kasıtlıdır ve  başaramazlar...

 Milliyetçilik her  milletin  özüne  mahsus olan  idealin adıdır.  

 Türkçülük asla  İslam’ın emirlerine aykırı  bir ırkçılık  değildir. 

 Dünyanın her ülkesinde ki  din adamları milliyetçi iken maalesef tek istisna, bizde ki din  adamlarımız olmuştur.  Pek çoğu, konuyu İslam’a  mal ederek ve  bir  suçmuş  gibi  milliyetçilere  ve milliyetçi  olmaya karşı çıkmışlardır.

Malesef bu sakat görüş ve marazi hal bugünde devam etmektedir!..

Arapçılık veya  Arap sempatizanlığı Müslümanlığın bir  gereğiymiş gibi mütedeyyin insanlarımız aldatılırken,  hatta  başka  etnik kökenlere aidiyet duymak  tabi ve saygı  ile karşılanırken,  yasak  olan tek milliyetçilik Türk milliyetçiliğidir!.. 

Ne düşünürlerse düşünsünler, bizim için de çok o kadar önemli değil!.. Bu konu ayrıca  üzerinde durulması gereken bir husus olduğu ve kökleri tarihe  dayandığından ayrı bir inceleme  konusudur...

 3 Mayıs Türkçüler Bayramını, Milliyetçiler Bayramı  olarak değiştirmek ve  sulandırmak isteyenler bize  göre kasıtlıdır ve başaramazlar. Milliyetçilik her ayrı milletin ideallerine sahip çıkmanın ve milletini   sevmenin  adıdır. 

 Oysa  Türk  milliyetçiliği  ve  Türkçülük, Türk Milletine  aidiyet duygusu ile  bağlanan  ,  Türk milletine  mensup  olma  şuurunu taşıyan, kendisini Türk gibi hisseden herkesin  bağlı  olduğu düşüncenin adıdır...

Bu vesile ile 3 Mayıs Türkçüler  Günü, Türk Milletine kutlu olsun.. Ne mutlu Türk’üm diyene... 02.05.2022/Şarköy
                        AV.Faruk Ülker

Editör: SEFA BUĞRA ŞENEL