(Sürüleşmiş- çürümüş toplumlar yazısının devamı)

 Sadece ülkemizde değil hemen hemen tüm İslam toplumlarında yaşanan bu çürümüşlüğün en büyük sebepleri arasında ise  ‘’ İtaat’’  kültürünün  geniş manada yanlış yorumlanması  olarak karşımıza çıkmaktadır. 

İslam’da  Peygamberimizin vefatından  sonra, başlamış Emevicilik  anlayışıyla  İslam toplumları  ayrı bir  kutba dönüştürülerek  dinin içi boşaltılmıştır.

Peki nedir o zaman Ulu’l Emr’e İtaat?

 Dilimizin döndüğünce kalemimizin yazdığınca anlatmaya gayret edelim.

 Herkesin bildiği gibi, ‘’ İtaat’’  boyun eğmek, kabullenmek demektir. İtaat’le isyan zıt anlamlı olmalarına rağmen ikisi aynı anda  bir  davranış  biçimi  olamaz. 

Bir şeye  itaatin olmadığı yerde, isyan var demektir. İsyan’ın olmadığı yerde ise  bir  olguyu kabullenmek  demektir. Bu iki kavram  zıt kardeşlerdir. Biri olmadan, öbürü de olmaz. Birinin olması  durumunda, öbürünün  olmaması  eşyanın tabiatıdır.  Hem itaat, hem de  isyan ikisi  aynı  kalıpta  olmayan fakat, birbirlerini   tamamlayan  olgulardır.

Bugünkü manada isyan, silahlı güç değildir. Toplumu  geren, bölen, kutuplaştıran  bir davranıştan ziyade  var olan  bir  hoşnutsuzluğu gidermeye  yönelik  bir  davranış biçimidir.  Modern  çağın  isyanı  kalem,  fikir,  düşüncelerdir...

 Dini manada itaat, Allah’a, yalnızca Allah’a olmalıdır. İnsanların  geliştirdikleri  olumsuzluklara katlanmak, sessiz  kalmak,  düzeltilmesini istememek, yapılmış olan zulüm ve haksızlıklara katlanmak itaatin yozlaşmış  şeklidir.

 Zulme  alkış, tepkisizlik, zulüm edenleri  memnun  edeceğinden, Kur’an’ın  istediği  davranış  şekli değildir.

 İslam’ın  kime, neye  ve  nasıl  itaat edilmesi  emirleri  açık  olduğu için;
İSLAM  BİR   İTAAT  DİNİ   DEĞİL, HAKSIZIKLARA  KARŞI  İSYAN DİNİDİR...

 Kur’an’da,  Allah’ın  ‘’ zalimlere  boyun  eğmeyin’’ emri  bunu  açıklamaktadır.  Kişinin,  nefsi  makamı ve  menfaatleri  için haksızlıklara, yanlışlara  sessiz kalarak  boyun eğmesi, Kur’an ifadesiyle Allah’a isyan olacaktır.

 Yani  hem Firavun, hem de  Allah’ın hoşnutluğunu  kazanmak  mümkün olamayacağından, itaat  ve  isyan etmek  kulun  iradesine   kalmıştır.

Daha açık bir  tabirle, itaat yalnızca Allah’a yapıldığında  olumlu,  aksi taktirde  Allah  dışındaki  varlıklara itaat  ise  olumsuzdur. 

Allah’ın  emirlerine  isyan  eden yöneticilere, toplumda  önder kabul edilen akil  kişilere  haksız  itaat  ise,  o   kişiyi  köleleştirir  ve toplumda çürümüşlüğün  kapısını  açan  en önemli  etkendir...

                   ***
 Şimdi  Diyanet İşleri  Başkanlığının hazırladığı  İslam  Ansiklopedisine bakarak  konuyu  açıklamaya çalışalım:

 TDV- İslam  Ansiklopedisinde, sözlük manası   Ulu’l Emr,    ‘’ Emir sahipleri’’   anlamına geldiği  belirtilir.

  Hem  yetkili, hem de  görevli  kimseleri  ifade eden ve Kur’an’da iki yerde  geçen dini  bir  terimdir. Dini literatürde  başta  devlet  başkanı olmak üzere, toplumun  üst  düzey yöneticilerini , toplumsal  sorumluluk sahibi ve   otorite  sahibi  kimseler içine  alan  bir  terimdir.

 Nisa 4/58.  Doğrusu Allah size  işleri EHİL.  olana  vermenizi  ve   insanlar arasında  hüküm  verdiğiniz  zaman  ADALETLE.  hüküm  vermenizi  emreder.  Doğrusu, Allah  size  ne kdar  güzel  öğüt  veriyor.. Doğrusu,  Allah  işitmektedir, görmektedir.
 
 Nisa Suresi 4/59.Ayetinde:    ‘’Ey inanlar,  Allah’a  boyun  eğin, Peygambere  ve  sizden  UZMAN  olanlara.  uyun . Eğer, bir  şeyde  anlaşmazlığa   düşerseniz,  eğer  Allah’a  ve  sonraki  güne de inanıyorsanız, onu  Allah’a  ve  elçisine  götürün.  En iyisi  budur  ve sonuç  bakımından  en güzel  olan da budur.’’

 Nisa Suresi 4/83  ayetinde ise,  Ulu’l Emr  tabiriyle,  devlet  başkanı  yanında  üst  yöneticilerin  ve  devlet  yetkisini   kullanan  kamu görevlilerinin  kastedildiğini göstermektedir. 

Çünkü 58 .ayet de   emanetlerin ehline  verilmesi  ve, insanlar arasında   adalete  uygun hükmedilmesine  ve  davranılmasına emirlerini  içermektedir.

 Ayetlerde  itaatin  mutlak  olduğu, ancak  Allah’a  isyan  niteliği  taşıyan  durumlarda,   ulu’l emr’e  itaat edilmeyeceği  hükmüne  varmak mümkündür.  

Ancak  dinin ve  hukukun  ilkelerine  uygun emirlerle  sınırlı  tutulduğunu,  bunlara  aykırı  düşen  taleplerin ise  yerine  getirilmemesi  gerektiğini bildiren  hadisler de   teyid etmektedir. ( Buhari, Ahkam, 4- Müslim, 38-40..)

 Ayetlerin ilk  kısmında  Allah’a, Resule  ve ulu’l emr’e  itaat  birlikte istenildiği halde  devamında ise  bir meselede   anlaşmazlığa düşüldüğünde  onun  yalnızca Allah’a ve  Resulüne  götürülmesinin  emredilmesi  ve  ulu’emr’in zikredilmemesi  İslam  hukukundaki  kaynak  iradeye  vurgu  bakımından  önemlidir...

 Ayetlerin üslubu  esas  alındığında  sahasında  uzman  olan  her bir kişinin,  devlet  yetkisi  kullanmasa bile  alanıyla  ilgili  sorunlar  ve olaylarla  sınırlı  kalmak  şartıyla  kendilerine  başvurulması  emredilen ‘’ulu’l emr’’   kapsamında  sayılması mümkün  görülmektedir...

 Müslüman  olmayan  yöneticilerle, Müslüman  toplum  arasındaki ilişki ise  bir  itaat meselesi  değil  bir SÖZLEŞME   ve  ahde vefa  meselesi kabul edilmiştir. 

Gayrimüslim  yöneticilere   itaatin emredilmemesi,  Müslüman toplumun   onlara   isyan  etmesinin  gerekliliği   anlamında   değildir. (Elmalılı, II, 1375)

 Diyanetin  TDV  Ansiklopedisinde konuya ilişkin  verilen  bilgiler kısaltılarak  bu şekildedir. Konuya ilgi duyanlar  daha  geniş olarak  aynı kaynak  ve  İslam kaynaklarından  araştırabilirler.

                    ***
Haksızlığa, zulme, talana, hırsızlığa, kul   haklarının  gasp  edilmesine, kişinin hak  ve  hürriyetleri  ile kamunun  menfaatlerini  korumayı esas  alan İslam’ın,  haksızlıklara karşı  isyan  edilmesini  esas  alır. 

 Halbuki,  Allah’a   itaat kavramı üzerinden,  ‘’Ulu’l Emr’’ in,  yöneticilere   itaat   yozlaşması  kullanılarak  İslam’ın  emirleri  kurban edilmektedir...

Toplumdaki  yozlaşma, çürüme  ve sürüleşmenin  altında  yatan  en önemli  sebep  budur. Allah’ın ayetleri ve  sahih  hadisler  politik amaçlarla istismar edilmektedir.  

Bu  durum  Peygamberimizin  vefatından  hemen sonra  başlayarak giderek  yükseldi.  Emevilerle  birlikte yönetenlere  itaat  meselesi, yönetenlerin  hiçbir  şekilde sorgulanmaması,  hesap sorulmamasının  istismar yolu olarak açıldı...

 Haksızlıkları sorgulayanlar ve zulme isyan edenler ise, Allah’ın  emirlerine karşı gelmekle suçlandı. Bu tür sakat anlayış, Abbasilerde de aynen devam ederek  Osmanlı’ya  kadar  bulaştı.

 Padişahlar, Sultanlar,   Allah’ın yeryüzündeki halifeleri  sıfatını aldı. Erişilmez, tartışılmaz, hatalardan münezzeh olarak  kendilerini zavallı topluma  kabul ettirdiler. Yönetilen  halk  ise  halifelere  kul ve  teba oldu. Huzurda  halifelerin  etekleri öpülerek  onlara  ‘’ kul’’ muamelesi yapıldı...

Padişahı,  sultanı,  valiyi, veziri  eleştirmek  ve  yanlış  yapılanları yüzlerine  vurmak  ve ikaz  etmek Kur’an’a  dolayısıyla da  Allah’a muhalefet  olarak değerlendirildiğinden  Türk toplumu yüzlerce  yıl  içinde  bu  afyonla uyuşturuldu!.

Gayri İslami   anlayışın  sancıları bugünlere kadar  devam ederek geldi...Yönetenler, idareciler  ne yaparlarsa  yapsınlar;  hırsızlık, rüşvet, talan, kamu  mallarını gasp, kul haklarına tecavüz gibi bu ve buna benzer  hiçbir  suçların  toplumda sorgulanması, yöneticiye isyan ve Allah’a isyan kabul  edildi...  İş başındakiler,   ‘’ yarı tanrı’’  muamelesi  ile  hesapsız,  kitapsız halkı  ve  Müslümanları  soymaya devam  ettiler...

Bu  sapkın  anlayışın  neticeleri  günümüzde de  devam  ettiğini görmekteyiz. Yapıcı  ve meşru  ve makul muhalefet  yapılması bile;  vatana ihanet, dış güçlerin oyunlarına gelmek  ve  hainlikle  suçlandığını  görüyoruz. Kendilerini  dini  bütün gören  zavallı  Müslümanlar da  bu atılan  oltaya  kolaylıkla  takıldıkları  bir gerçek... 

Bu  anlayış  sahiplerine  göre;  devleti yönetenlere  muhalefet edilmeyecek, eleştiri ve  tenkit de  olmayacak. Nedeni ise, ülkemizde  bir yöneticinin  Bismillah  dediği  anda,  dokunulmazlık  zırhına bürünmektedir.

Nisa Suresi 59.  Ayetin  devamında,   "Sizden olan’’  ifadesi  vardır. Bu duruma göre  bir yöneticinin  itaati hak etmesi  için  bizden  olması  gerekir. Peki  Kur’an’a  göre  ise  sizden  derken ne  kast edilmektedir? 

 Yani  bir  yöneticinin  bizden olabilmesi için; zayıf  düşürülen, ezilen, mağdur  olan yani  halkın kendisi gibi  olması demektir. 

Kasas Suresi 5. Ayet de  mazlumların iktidarına  vurgu  yapılarak,,  ‘’Mazlumlar  ancak  kendi  içlerinden  olan bir  yöneticiye  yani  ulu’l emr’e  itaat  ederler...

Gümüşhane STK’ları Ayaklandı; “Utanç Köprüsü” Gümüşhane STK’ları Ayaklandı; “Utanç Köprüsü”

 Zalim, zulmeden, kamu  haklarını korumayan, hırsızlıklara  göz yuman, toplumda  adaleti gözetmeyen,  işleri  ehil  olanlara  vermeyen  yöneticilere itaat  ise,  aslında  halka  ve  hakka ihanet  ve  isyanla eş anlamlıdır. 

 İslam kaynaklarına göre bu durumda olanlara  itaat,  Allah’a   başkaldırıp, zalime  boyun  eğmek  demektir.

 Günümüz  İslam toplumlarının  bir çoğunda ise,   ‘’ Müslüman  bir  sultan, zalim  bile  olsa  ona isyan edilmez, itaat  edilir ve  zulmüne sabredilir  anlayışı  hakim  olmuştur.  Fakat,  bu  dar ve  geçersiz anlayışa İslam dünyasında  bir çok karşı çıkan alimler de  olmuştur.

 Mesela,  büyük  imam,  İmamı azam Ebu Hanife,  ‘’ zalim  yöneticilere itaat  caiz değildir,  ona  isyan  vaciptir...’’  şeklinde  fetva  vererek,  Emevi  ve Abbasi  halifelerine  karşı  sürekli mücadele  etmiş ve onların verdikleri hiçbir  görevi  kabul  etmemiş olduğundan  zindanlarda  işkence altında  can  vermiştir...

                   ***
Konuyu toparlayacak olursak:

 İlahiyatçı  Cemil Kılıç,  Cami ve Siyaset  adlı  kitabında:
 Kur’an’a  göre  itaat  edilecek yöneticilerde  bulunması  gereken temel  şartları şöyle  açıklar.

 ‘’ 1- İman şartı:  Bu nitelik  birilerinin sandığı  gibi  Allah’a  iman  yahut  genel  manada  İslam’a  iman etmek değildir.  Bu ilke,  güvenilir  olmak anlamında  bir ilkedir. Zira iman sözü Kur’ani  açıdan  her  şeyden  önce  güvenilir olmak  manasını taşır.

 Mümin,  güvenen  ve  güvenilen demektir. Yönetici de  mümin olmak zorundadır. Yani  yönetici  güven veren  biri  ve  yönettiklerine  güvenen  biri  olmalıdır....

   2-  Ehliyet şartı: Bu ilke  işleri ehline vermeyi  ifade  eder.  Yöneticinin kendisi de  yönetme konusunda  ehil olmalıdır.  Ehil olmayan bir yöneticiye itaat  edilmez.  Onun  görevlendirdiği  görevlilerde  ehil  olmak zorundadırlar.  Ehil değilse  onlara da itaat  edilmez.  Aksi halde  toplumsal  sorunlar  baş  gösterir.  Halk   mutlu ve  huzurlu  olmaz.

  3- Adalet şartı:  Bu  ilke  Kur’an’ın en önemli  ilkesidir.  Adalet  ve  adil olmak. Kur’an’ın  öğüdü  değil  doğrudan  doğruya  emridir...''

 Bize göre  bu üç niteliğe  sahip  her yöneticiye  itaat edilmelidir Ancak bu itaat,  her  yaptığını sorgusuz, sualsiz anlamını taşımaz.

  İtiraz  etmek,  farklı  görüş  ve öneriler  sunmak  kesinlikle itaatsizlik  olarak  görülmemelidir. İtaatsizlik  başkaldırma  demektir.

 Başkaldırmak,  onu  yöneticilikten  uzaklaştırmak  ve  görevine  son vermektir. Demokratik   yollarla başkaldırmanın  metodu   izahtan bile  varestedir.  Yani seçim sandıklarıdır. 

Oysa  yöneticilere  yardımcı  olmak için  gerek  medya, gerek  sözlü olarak farklı  görüş   ve  öneriler  sunmak,  başkaldırı  değildir.  Tam  tersine  tıkandığında,   idareci  yönetenlere   yol  göstermektir...  27.02.2023
                       AV. Faruk Ülker

Editör: SEFA BUĞRA ŞENEL