Dünyalık malı yerindeydi. Kimseye de borcu yoktu, aksine saat gibi tıkır, tıkır işleyen her ay sabit kira alacakları vardı. Dört katlı apartmanın her katında ikişer daire ve altta da iki dükkan bizim rahmetlinin gözüne az geliyordu.
Dört çocuğu vardı. İkisi hayırsız, birisi hayırlı, ötekisi bazen arada hayırlı!. Torunları da vardı. Bir gün, ‘’ Kırk yıl düşünsem’’ dedi biraz da üzgün, üzgün.
‘’ Benden olan bu çocukların böyle hayırsız, böyle namazsız, niyazsız olacakları aklıma gelmezdi hiç. Tabi ne olacak, uzun yıllar Alamanya’da çalışarak, çoluğa çocuğa sahap (sahip) çıkamadık’’
Ama torunları çok severdi rahmetli. Hatta bir gün, ‘’ Her bayram günü ellerine harçlık tutuşturmadan bırakmam...’’ onları diyerek gururla anlatmıştı.
En küçük torun arada bir haylazlık etmesini bile severdi. ‘’ Oğluumm bayram zabanan ( sabahı), verdin ya (verdim ya) harçlığı dürzü...’’ demesini gülerek anlatırdı. Küçük torun haylazın kendisinden, ufak tefek para sızdırmasından dert yandığı olmadı doğrusu.
Hatta Allah için senede iki defa bayramlardan sonra da ekstradan birkaç defa torunlarına para vermeyi de çok severdi rahmetli!.
Ama doğrusu ya parayı herkesten, her şeyden çok severdi. ‘’ Eee ne demişler’’ derdi. ‘’ahrette iman, dünyada mekan anladın mı? Mekan dediğin de parasız, pulsuz olmaz öyle deel mi (değil mi)’’
***
Çocuklarından kira alamayacağını bildiği için, hiçbir çocuğunu kendi apartmanında oturtmadı. Dul kalan bir kızı hariç... ‘’ Zaten içlerinden hayırlı evlat bir tek o çıktı...’’ değerlendirmesi de ona ait...
Rahmetliyi tanıdım tanıyalı hep,. ‘’ bir ayağım çukurda, bugün vaar, yarın yokuz anladın mı?’’ demesini çok severdi. Ama bir ayağı çukurda rahmetli yirmi beş sene daha yaşadı.
Her nedense sapasağlam olmasına rağmen, sanki topalmış gibi sağa sola yaylanarak yürümekten hoşlanırdı. Biraz sağ tarafa daha ağırlık vererek yürürdü.
On yılda belki de kendisinden, "şurda geldik gidiyoruz, dünya malı dünyada, bir ayağım çukurda..’’ lafını kendisinden otuz defa değilse de yirmi dokuz defa duymuşluğum vardır...
Fakire, fukaraya yardım ettiğini kendisinden duymasam da, Allah için her hafta Cami yardım sandığına kimi zaman bozuk paraları, bazen de kağıt beş lira verdiğini söylerdi rahmetli.
Ha şunu da demeden geçmeyelim. Bir gün; ‘’ Ya Hacı amca çok şükür, her ay altı daire, iki dükkan kirası tıkır tıkır işliyor, fazla bir giderin de yok. Memleketin hali ortada neresinden baksan beş-altı memur maaşına yakın aylık gelirin var. Ye iç paranı, dünya malı dünyada, takma kafanı, kiraya, miraya, alacağa, vereceğe... Sıkma canını...’’ dememe Hacı Efendi çok fena kızdı...
‘’...Sen ne diyon Allah aşkına bi taraftan hayırsız iki evlat anladın mı? Torun torbalar, dairelerin vergileri, yarın öbür gün ne olacağı beli olmaz anladın mı,? Kıyıya köşeye birkaç kuruş para koymayalım mı.
Hanımın, çoluğun çocuğun okul, hastane masarefleri ( masrafları) Dert bir değil ki bin Alim Allah... Aha şu sokağın altındaki arsayı daha almadım gitti gayri. Sen, Hacı amcanda ki derdi tasayı bilmiyon mu Allah aşkına...’’
- Bilmem mi hacı bilmem mi, Allah kolaylık versin!...
***
Hanımı daha ölmemişti, ama hastaydı. Bir gün, ‘’ yahu bi taraftan çocuklar, bi taraftan kiracıların derdi, beni ölmeden mezara koyacaklar bunlar...’’
-Bu büyük oğlan kime benzedi, anlamadım gitti. Ben hamdolsun, elhamdülillah, beş vakit namazında, niyazında anladın mı? Dini bütün, bilirsin beni..
- Bilmem mi, şurada kaç senedir selamımız, sabahımız var, hacı abim benim.
- Bizimkini bilirsin, benden bile ileri Müslümanlıkta, anladın mı?
-Yahu bu çocuklar deli edecek beni, hala büyük sıpanın eli bi sap tutmaz. İşi gücü ganyan mıdır, manyan mıdır, her neyse at, eşek yarışlarında, çalışmaz.
Eşşek kadar oldu vırsin (versin) babası parayı Tövbe, tövbe... Ulan at-eşek yarışından para kazanan gördün mü ? Ben olmasam ben , açlıktan nefesi kokacak dürzünün!... Alim Allah, aha o küçükler olmasa deyyusa ben yapacağımı bilirim emme!..’’
-Dur bakalım hacı abim. Sen sakin ol, sıkma canını, her şeye bir çare bulunur. Otur, nefeslen. Bugün canın bayağı sıkkın gibi geldi bana.
- Nasıl sıkılmasın ki canım. Bir taraftan bunlar, öbür taraftan kiracılar. Sen de haklısın, da olmuyor düşünmeden. Bak; ben bu yaşımda kimin için çalışıyorum anladın mı? O hayırsızlar için. Ama kıymet, kadir bilen mi var?
Onun küçüğü desen, ondan hayırsız. Varsa yoksa üç kağıtçılık, zamparalık... Evlendi boşandı, gine evlenecekmiş !.. Ulan birini hak ettin miki? Gül gibi, namazında, niyazında, gözü yerde , sessiz, sakindi, Allah için, pekte severdim o gelinimi.
Neymiş o? Köyden gelmiş miş!. Bak, bak, bak... Sen helal süt emmişi bırak, gözü sağa sola oynayan, kıçı başı açık, saçık, ne olduğu belli olmayan birini bul!.. Oynak olacak bizim kepazeye, oynak, anladın mı?..
Gelmiş yanıma, neymiş o? Babası para versin miş!.. Bu seferki bulduğu ötekinden çok iyiymiş... Töbe, töbe. Vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azimm...Bu çocuklar beni çileden çıkaracak, çileden!..
Ama haksız mıyım şinci (şimdi)? Ben bu kadar çalış, didin. Kime kalacak yarın bu mal, bu mülk? Bu çocuklar kime benzediler anlamadım. Ben namazında, niyazında. Bizimkisi desen zaten benden ileri Allah için...
Bizim Hacı amcanın şöyle de enteresan bir özelliği daha var:
Şahsen, Hacca gidenlere isimlerinin yerine ‘’ Hacı, hacı ’’ demeyi oldum olası sevmem. Hali vakti yerinde olanlar için dini bir vecibedir. İslam’ın emridir. Tabi ki gidilsin, çok da güzel. Fakat bunu bir ömür boyu riya ve reklam aracı gibi kullanılmasına da karşıyım...
Fakat bizim Hacı bundan istisnadır . O çok sever kendisine ‘’Hacı’’ denilmesini. ‘’...O mübarek yerlere gidildin mi; el, yüz sürdükten sonra beylik, efendilik kalmaz artık ...’’ diyerek birkaç defa da ikaz ettiği bile olmuştur...
***
- Neyse ben buraya şinci biraz da niye geldim biliyor musun?
- Bilmiyorum Hacı abim ama tahmin eder gibiyim. Hele şu çayları da bir içelim de sen biraz daha rahatla bakalım.
-Yok, yok. Allah için seni görünce, konuşunca rahatladım. Yeni yetmelerle her şey konuşulmuyor zaten! Sen, senin gibi birkaç tane daha selam verecek arkadaş ta olmasa içim , içime sığmayacak gibi oluyor bazen.
Hacı abiye; ‘’ Yahu altı daire , iki dükkan kirası alıyorsun. Geçim durumun Türkiye şartlarının çok üstünde. Bir sen bir kör oğlu, tek başınıza beş- altı, memur maaşından fazla aylık kira alıyorsun, keyfine bak... Durumlar iyi maşallah. Biraz da harca, ye şu paralarını dünyada gözün açıkken...’’ gibi bu laflara kızacağını bildiğimden hiç girmedim bu konulara...
- Hacı, ‘’Ha ne diyecektim?’’
- Niye geldiğini söyleyecektin hani, canını sıkan şeyler vardı.
- Ha çok yaşa. Akıl mı bırakır bu kiracılar insanda. Öğlen namazındayken geldi aklıma birden. Tövbe, tövbe, namazda bile insan rahat vermezler. Ne diyordum. Şu bizim, benim altımda oturan kiracı beleş oturuyor. Ya kirayı artırsın ya da çıksın dürzü...
-Ama Hacı amca, kanun nizam var pat dediğin zaman öyle dediğin gibi artırılmaz ki. Herhalde düzenli olarak ta kiraları ödüyor zaten.
-Ödese ne olacak üç kuruş kira veriyor. Alttan yukarıya çok gürültü yapıyorlar, hemen onlara bir çıkartma ( tahliye) davası açalım diyorum.
- Tamam da kontratın dolmasına daha var. Bir ay kala bir ihtarname çekeriz. Önce bir konuşalım bakalım. Daha var zamanı sıkma sen canını. Bunlar küçük şeyler. Bir çok dairen var hemen tahliye davasıyla çıkarmak kolay değil. Ancak çocuklarından birisinin ihtiyacı için gerekçe gösterirsek açabiliriz.
-Olmaz sakın ha benim oğlandan hiç para alamam. Ondan sonra hepsini apartmanda oturtmak lazım. Ben kimden para alacağım, o zaman. Bir emekli maaşıyla geçinmek kolay mı?
Aradan on beş gün geçti geçmedi. Hacı amca geldi ziyarete.
-Tövbe, tövbe... Bunlar da hiç mi din iman kalmamış. Vela havle vela kuvvete illa billahilaliyyilazim.
-Hayrola Hacı abim benim. Kim canını sıktı gine senin?. Gel otur, soluklan, nefes al, hallederiz.
- Valla sen de olmasan kafayı yiyeceğim. Demincek ikindi namazında geldi aklıma. İnsana doğru dürüst bi namaz da kıldırmayacak bunlar yahu!.. Töbe Yarabbim, tövbee...
Konuyu bildiğim ve tahmin ettiğim için güldüm. O da zoraki güldü. Kahve içmeyi çok sever. İçince biraz daha rahatladı. ‘’Ne geldi aklına’’ diye sorduktan sonra başladı anlatmaya.
-Şu bizim dükkandaki kiracı canım. Namazda tam da secdeye varınca anladın mı? Birden geldi aklıma. Bugün ayın kaçı oldu? Ayın beşi bugün. Hala yollamadı kirayı. Her ay, ya bir hafta, ya da on gün geciktirmeyi adet haline getirdi. Ona bir ihatarname çeksek diyorum.
-Hımmm bir bakalım o zaman. Ben telefon açar konuşurum. Belki de sıkışık bir durumu vardır. Sen namazını rahat kıl, düşünme böyle şeyleri namazda. Huşu’yu elden bırakma...
- Hadi eyvallah. Aman bana hemen haber vir (ver) Tövbe, töbe bunlar insanda din, iman da bırakmazlar. La havle, vela kuvvete.. Malın mı var, derdin var.
Bir gün sonra:
-Alo, hacı amca, merak etme, kiran yatırıldı. ‘’Kusura bakmasın hacı, birkaç gün geciktirdik, kirayı yatırdık’’ dedi. Selamı da var.
- Tabi yatıracak alt sokaktaki dükkanın kirasını bilmiyor mu teres? Ah, ah!..Bende ki bu merhamet, bu insanlık!.. Bu yüzden başıma gelmedik kalmayacak bu gidişle!.
Ha Avukat Bey, kapatmadan telefonu. Bu sabah namazı kıldıktan sonra, gelmişimiz geçmişimiz için biraz Kur’an okuyum dedim. Allah kabul etsin. Birden kitabın tam ortasındayken aklıma geldi.
-Hayrola sabah, sabah tam da Kur’an okurken?
- Hiç sorma... Apartmana yapılacak boya, badana parasını o mendebur 3 numarada ki oturan hala vermemiş. Sanki babalarının çiftliği, beleş apartmanda otur, giderleri verme. Bunların yüzünden bi ağzımın tadıyla mübarek kitabı bile okuyamadım. Bunlar akıl mı bırakırlar adamda.
Bir kaç gün ya geçti, ya geçmedi. Hacı not bırakmış yandaki komşuya. Cep telefonları daha yaygın değil. Yaygın olsa bile, bizim Hacı kolay kolay parayı vermez oraya. Açtım notu okudum ki :
‘’ Bunu okur okumaz anladın mı, acele beni arasan, çok önemli diyeceklerim var. Baki selamlar...’’
Aradım hemen. Zaten telefonun başında bekliyormuş. Saniyesinde açtı.
-Ya avukatım nirdesin Alla aşkına. Zabahtan beri dört döndüm valla buralarda, bir oraya, bir buraya!..
- Hayrola Hacı abim daha dün konuştuk ya?
-Konuştuk, konuştuk emme velakin mesele çok böyük. Şu bizim arsa sahibi var ya namızsız!..
-Eee ne olmuş?
- Dur, telefonda olmaz ben geliyorum oraya hemencik.
Yarım saat geçmedi bizim ki geldi. Hemen konuya girdi.
‘’Anladı dürzü benim almak istediğimi. Geçen ay nirdeyse üç yüze anlaşacaktık. Şimdi ne yapmış fiyatı biliyor musun? Allah’tan korkmaz, dört yüz elli.’’ Eğer o arsayı kaçırır, alamazsam gözlerim açık gidecek inan ki. Kaç senedir orada aklım var. En az o yerin de beş altı dairesi var. Bir alabilseydim bir senede dikerim daireleri yukarı...
-Vayyy maşallah, maşallah. Hacım banka gibi adamsın vesselam. Tak o kadar para. Bugün kaç kişide var?. Ben senin gibi olsaydım ah, ahh bilirdim o paralara yapacağımı.
Ya Hacı abi şu bizim hesaba da bir baksak mı, biraz kabardı galiba defter? Biraz biz de neşelensek diyorum.
- Aha şimdi şu kadarını verelim de geri kalanı da birkaç taksit yaparız.
- Canın sağ olsun, paran olsa hepsini birden verirsin bilirim. Ben gülerken, Hacı’da başladı gülmeye...
- Yahu Hacı arada kafama bir şey takılıyor. Şimdi sen kiracılara, hoşuna gitmeyenlere belki de ağız alışkanlığıyla olsa gerek, ''Dürzü, üç kağıtçı...’’ falan diyorsun ya. Şimdi buradan çıkınca yoksa benim arkamdan da aynı şeyleri mi diyorsun ?..
- Bak şinci avukatım alındım doğrusu. O nasıl söz. Onlar senle bir mi Allah aşkına? Tövbe, tövbe, aşk olsun, aşk olsun, duymayım bir daha. O bir taraftan, ben bir taraftan bayağı gülüştük...
- Amman gözümüzü açık tutalım. Aha o arsayı kaçırdım mı, ben uyuyamam artık. Gözlerim açık gider gayri...
***
Gel zaman, git zaman derken Hacı’nın karısı öldü. Zaten hastaydı biraz. Derken bizimkisi daha sık, sık uğramaya başladı. Ama eski keyfi yok doğrusu. Dedim ki bir gün:
- Yahu Hacı abim, yalnızlık Allah’a mahsus bu böyle olmaz. Gerçi bana da laf düşmez amma, seni bir göz baş edelim, arkadaş olsun yanında...’’ Hacı sessizce otururken bir iki kımıldadı yerinden.
‘’ Bi ayağımız iyice çukurda, bu yaştan sonra kim alır, kim bakar bize...’’ dedi ve ilave etti. Çoluk , çocukta uğramaz oldular eskisi gibi yanımıza...’’
-Bak şimdi böyle deme, neyin var ki senin. Senden iyisini mi bulacaklar. Mal, mülk!.. Ellini sallasan elli değil belki yüz elli bulursun.
Yalnız 91 ‘den sonra, Sovyetlerden dişini, tarağını toplayan geldi memlekete, onlar biraz tehlikeli olur...’’
Dememe fırsat kalmadan Hacı’nın gözleri açıldı. ‘’Bizim tanıdıklardan biri bakıştırmış sağa sola ama karar veremedim...’’ dedi.
Muhabbet Hacı’nın hoşuna gitti. Daha da sık gelmeye başladı. Artık konu belli. Eskisi gibi de somurtmuyor. Baktım ki kendisi de hazır gibi, ben de biraz gaz verir gibi oldum.
***
Vermez olaydım. Bir ay kadar sonra telefon açtı. ‘’ Bir misafirimiz var, müsaitsen gelelim mi dedi’’ Çağırdım geldiler.
O da ne? Bizim hacı pür neşe. Yürürken de dikleşmiş gibi. Eskisi gibi sağa sola yalpa yapmadan yürüyor, dimdik olmuş.
Biraz da şüphelenmiştim. Bu adam aylardan beridir neden kira lafı yapmıyor diye. Neyse konumuza dönelim. Hacı biraz tedirgin, biraz keyifli tanıştırdı.
‘’Dediğin gibi, yalnızlık Allah’a mahsus, düşündüm taşındım. Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle bir kaç. hafta önce İmam nikahıyla evlendik’’ demez mi!
İyi çok güzel fakat, Allah mesut bahtiyar etsin inşallah.
Hacı’ya çaktırmadan bakıyorum keyfi yerinde. Kadın en az 20 yaş kadar küçük. Sarışın, yeşil gözlü, biraz da kuru ama gözler fıldır, fıldır... İlk defa da baklava getirdi hem de paraya bile kıymış...
Sanki sihirli bir el dokunmuş ta bizim Hacı gençleşmiş adeta!..Yolcu ettim.
Giderken,. ‘’ Ben’’ dedi. ‘’ Yarın bir ara yine uğrarım...’’ Ben de beklerim dedim.
Yarın değil de iki gün sonra geldi. Maksadı ağzımdan laf alacak. Ama havayı bozmak istemiyorum. Uçan kuşun kanadını kırmak istemedim. Laf laftan açtı, ondan bundan bir ara denk geldi.
‘’ Hacım durdun, durdun Turna’yı gözünden vurdun, seni gidi seni...’’ Bir keyif, bir kahkaha ki sorma. Eskisi gibi,. ‘’Artık bir ayağım çukurda geldik gidiyoruz anladın mı?’’ lafı da yok...Hacı gençleşti adeta, şaka bile yapmaya başladı. Dünya malını , kira, mira işlerini unuttu gibi sanki!..
Bu durumu iyi de oldu. Eskiden bazı zamanlar çekilmez bile oluyordu.
‘’Ama’’ dedim:
- İşinize karışmak gibi olmasın da biraz fazla genç değil mi’’ diye sordum. Kaçamak cevap verdi, üstüne gitmedim. Mahsus bir kiracının lafını açtım. Hiç oralı bile olmadı. Eskiden olsaydı, adamın ne dürzülüğü, ne kepazeliği kalırdı...
-Amann avukatım; Benim kiralarımı virsinler de, ne halleri varsa görsünler, apartmanın dört duvarını yemiyecekler ya... dedi kendileri!.
Kalktım koltuktan hemen. Çünkü bu değişim mucize sanki. Büyük gelişme var.
‘’Ha şöyle hacım ya, ha şöyle, Bravoo...
Yok kiracılarmış, yok namazı bile sana doğru kıldırmıyorlar mış!.. Keyfine bak, o kadar...Sakın bu halini bozma aman...Hacı gülerken göbeği bile oynuyor. Ben de aynı. Muhabbet bildiğiniz gibi değil, çok koyu.
‘’ Seni gidi seni’’ diye takıldım. "İkinci bahar ha, vay, vay, vay!... Helal olsun hacı abi, helal bee!..’’
Hacı kıkır, kıkır!..
‘’Vay bee...’’ dedim kendime. Şu sevginin gücü var ya, sevginin.
Uyuz köpeği bile kaldırır yerinden!...
..........
...........
Gel zaman, git zaman. Hacı yine aramaya ve kiracılarla uğraşmaya başladı. Yolunda gitmeyen bir şeyler var anladım. Çağırdım , yine ikisi birden geldi.
Daha altı ay bile geçmeden, kuru sarışın, yeşil ve fıldır, fıldır gözlü bir serpilmiş, bir serpilmiş ki sorma. Daha da güzelleşmişken, bizim Hacı kurumaya başlamış. Eski tadı yok, anladım tabi ki...
Namazdan sonra bir yanına uğrasam dedi. İyi olur dedim ben de. Namaz bitince geldi. Yine aynı eski nağmeler başladı.
‘’Namazda dua ederken anladın mı’’ diyerek girdi lafa. Gergin biliyorum. Ortamı dağıtmak istedim. Biraz şaka, biraz espirili ‘’ Hacı sende ilerleme var...’’ dedim bu sefer.
‘’ Ne ilerlemesi...’’ der demez. "Ne ilerlemesi olur mu. Eskiden kiracılar aklına ya secdede, ya da rüku da gelirdi. Bak bu sefer namazdan sonra gelmiş aklına...’’ der demez güldü. Ama acı güldü...
........
........
Bayağı konuştuk. Konuştukça açıldı. Bu arada epeyi de zayıfladı.
" Yahu hacım seni severim bilirsin, haddim olmayarak ama 22 yaş farkı da fazla demedim mi ben sana...Verdiler sana gazı. Ha ben de söyledim ama sen de, verince doyur, vurunca öldür hesabı yaptın yahu yalan mı" diyebildim. Haklısın dedi. Başka şeylerde dedi...
......
Laf arasında bir cümleye sıkıştırdı. ‘’ Daha arsayı da alamadık’’ gibi...
Bir yıl geçti, geçmedi, biraz da hastaydı. İkinci baharı da gitmiş yanından. Bana göre de iyi olmuştu gittiği... Fakat, biraz ondan, biraz da kiracılara canı sıkılıyordu her zaman ki gibi.
Kalp krizinden vefat edince, daha toprağı bile kurumadan, rahmetlinin deyimiyle iki hayırsız, biri hayırlı, diğeri de yarı hayırlı evlatlar, malı paylaşmak için kıran kırana mücadeleye girdiler bile!..
Allah rahmet etsin, gine de iyi adamdı. Fakat; rahmetli daha arsayı bile alamamıştı!
Av. Faruk Ülker / 13. Ocak. 2023