GÜNCEL

Hilafet ve Halife!

Av. Faruk Ülker, Atatürk’e yönelik iftiraları, hilafetin gerçek mahiyetini ve Cumhuriyet’e karşı geliştirilen ideolojik saldırıların kökenlerini detaylı biçimde irdeliyor. Bu yazı, gençlere, araştırmacılara, öğretmenlere ve genel kamuoyuna önemli bir rehber niteliğinde.

Av. Faruk Ülker - Haberalp

Yazımıza en büyük yalan ve en büyük iftira ifadelerini koyarak başlayalım.

Neymiş efendim?

‘’….Atatürk, Halifeliği İngilizler istedi diye kaldırmış da, Halifeliği kaldırdığına göre, Atatürk İslam’a ve dine düşmanmış !…’’

Tarihi ve belgeleri tahrif ederek yazan sahta tarihçilerin kitaplarında, ‘’..Atatürk dini kaldırmış, Kur’an’ı yasaklamış, şapka takmayanları asıp kesmiş…’’ daha bir sürü yüzde sekseni sahte belgelerle yazılmış.

Başta Kadir Mısıroğlu gibi, ‘yalan söyleyen tarih utansın’ sahte tarihçilerin etkisinde gençlik yıllarımızda bizde kaldık. Rıza Nur bile, Atatürk zamanında Sağlık Bakanı iken, Atatürk’le bazı konularda fikir ayrılıklarından dolayı koskoca hatıralarında yarım sayfayı geçmeyen, yalan yanlış, ispata dayanmayan hezeyanlar yazmıştır. Tarihçi Turgut Özakman bunların şahsi kavgalardan dolayı olduğunu ispatlamıştır.

Atatürk’le ilgili gerçek bilgiler Devrim Tarihi hocası Prof. Dr Afet İnan, Türk Ocakları eski Genel Başkanı Prof. Osman Turan, Dündar Taşer’in yazdığı Türk Tarihi adlı eseri, tarihçi Yılmaz Öztuna, Zeki Velidi Togan, Bahaettin Öngel, Prof. Faruk Sümer ve dahi nice tarihçilerin eserlerini alıp incelemeden, okumadan, araştırmadan, yakın tarihimiz hakkında rast gele, çalakalem, günlük gazete ve magazin haberleriyle dolu sahte tarih kitaplarının sahte yazarlarını burada fazla anlatmaya gerek yok…

Şimdi yalan ve iftira kampanyasına, bilgi ve belgelerle cevap vermeye, hem de hilafet gerçekten olmazsa olmaz gerektiren dini bir kurum mudur özetleyerek incelemeye çalışalım.

Tabi ki yazımızın hacmi ister istemez biraz geniş olacak. Bölümler halinde ayrı, ayrı yayınladığımız da ise konunun bütünlüğü bozulacaktır.

**

HİLAFET MAKAMI DİNİ BİR KURUM MUDUR

Kur’an’da Peygamberin halefi veya vekili anlamında bir halifelik kavramı yoktur. Tam tersine Yüce Kur’an, krallık, sultanlık, tek adamlık rejimlerini, ‘’ zalim ve zillet’’ sistemler olarak tanımlamaktadır. (Neml Suresi 34)

Dolayısıyla sultanlara, padişaha, ‘’ dini dokunulmazlık’’ kazandıran halifelik de Kur’an dışıdır. Prof. Yaşar Nuri Öztürk Hoca halifeliği, ‘’ SULTANI TANRILAŞTIRAN SİSTEM’’ olarak tarif etmiştir. (Öztürk, Kur’an Penceresinden Kurtuluş Savaşına Bakış)

Hilafet makamı, dini değil siyasi bir kurumdur. Yüce kitabımız Kur’an’a göre peygamberlere vekalet , peygamberlere halifelik iddiaları Kur’an’ın özüne aykırı ve şirktir. Buna rağmen tarih içinde, Peygamberlerin yetkilerini din adına kullanmaya kalkanlar tabi ki, kendilerine göre de dini kılıf uydurmuşlardır. Peki nedir o dini kılıf:

Peygamberin kendini atama hakkı olmadığı için yerine vekil bırakma hakkı da yoktur. Kur’an’a göre Peygamberi Allah seçmiş ve Allah atamıştır. Hz Muhammet son peygamberdir.

Dolayısıyla Allah, Peygamberimizden sonra başka birini asil veya vekil olarak ihtiyaç duymamıştır. Yaşar Öztürk Hocanın belirttiğine göre:

‘’Allah asil bulmakta zorluk mu çekiyor ki işi vekillerle idare etsin. Bu nedenle, ‘Peygamberin vekili, Peygamberin halefi, halifesi’ gibi sözler küfürdür. Peygamberlik bitmiştir. Biten, mühürlenen kurumda vekilden söz edilemez. Peygamberliğin bittiğini Cenabı Hak söylüyor.

Kur’an’da dini/ siyasi yedeklere sahip bir lider, ‘’Allah’ın temsilcisi, Allah’ın halifesi’’ anlamında bir halifelik yoktur. Allah’ın halifesi/ Allah’ın halifeleri’’ kavramı hiçbir surette Kur’an’da geçmediğine göre, bazılarının cüretkar bir şekilde özellikle Bakara /30. Ayetini, ‘Ben yerde kendime bir halife kılacağım’ diye tercüme ederek, gerçekte orijinal metinde olmayan, ‘kendime’ ifadesinin kullanılması, tercümeye tartışmalı bir yorumun ilave edilmesinden başka bir şey değildir. ( Öztürk, Kur’an Penceresinden Kurtuluş Savaşına Bakış, 267, 279 syf)

Özellikle de Emevi halifesi Muaviye’den sonraki halifeler, kendilerini ‘’ Peygamberin halefi’’ olmanın da ötesinde adeta ‘’ Allah’ın halefi’’ olarak görmeye başlamışlardır… Osmanlı halife/ sultanları da kendilerini, ‘’ Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’’ olarak görmüşlerdir. Sultan- kral- imam, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir.

Bu nedenle ona yönelik eleştiri yapılamaz, her türlü ahlaksızlığı, rezilliği yapsa da, zulümler sergilese de azledilemez. 1876’da Meşrutiyet anayasasında bile Osmanlı padişahlarına verilen sıfatların birçoğu, Kur’an’da Allah’a verilen sıfatların bire bir aynısıdır. Yani; ‘’ Zatı akdes, la yüs’eldir. Mukaddes padişah kutsallar kutsalıdır, sorgulanamaz, sorumlu tutulamaz…’’ ( Öztürk , age, s. 148)

Öztürk Hoca’ya kulak verelim:

‘’…Halifeler önceleri peygamberlere vekalet ederken daha sonraları, Allah’a vekalete geçmiş ve kendilerini ‘yeryüzünde Allah’ın gölgesi’ olarak dayatmıştır. Hatta bu anlamda bir de hadis uydurulmuştur.. Şu işe bakın! Kur’an vahyedildiği peygambere bile Allah’a vekalet hakkı vermezken, Kur’an’ı tebliğ eden peygamber, halifelerin Allah’ın vekili olduklarına ilişkin beyanda bulunuyor! Hiç kimse çıkıp da, bu nasıl şey diye sormamıştır…’’

‘’…Tevhit dininin hangi penceresinden bakarak, Allah’ın yarattıklarından birini. Kendisine vekil tayin söyleyebileceğiz? Kur’an, vahyin en büyük muhatabı Hz. Muhammed’e bile: ‘Sen insanlar üzerinde bir vekil değilsin’ (Kur’an ayetlerinde 6/66, 107- 10/108- 39/41- 42/6)

Kur’an’da halife kelimesi iki yerde (Bakara 30, Sad,26) çoğulu olan halaif hem de halif kelimesinin çoğulu olan hulefa kelimesi ise üç yerde, (7/69 .74- 27762) geçmektedir. Bunların hiçbir yerinde tasavvufun dile getirdiği şekliyle, insan Allah’ın halifesidir anlamında bir kullanım da yoktur.

Peygamberlik bittiğine göre, hiçbir kişi ve zümre kitleleri Allah adına yönetemeyecek, böyle bir iddia ile de ortaya çıkamayacaktır. Allah adına yönetmek, yalnız ve yalnız Peygamberlerin yetkisidir. Allah bu yetkiyi onlar dışında kimseye layık görmemiştir…. ( Yaşar Nuri Öztürk, İslam Nasıl Yozlaştırıldı. s. 264, 273)

Atamayı sadece Allah’ın yapacağı bir kuruma, insanoğlu tarafından atama yapılamaz. Eğer denirse ki, ‘ Bu atama, nübüvvet makamına atama değildir. Müslümanların yönetimini üstlenme makamına yani devlet başkanlığına bir atamadır.’

O zaman sorarız: Öyle ise neden halife yani Resul’ün yerine geçen kişi deniyor da, örneğin ‘emir veya imam’ yani devlet reisi denmiyor?

İlk dört halife de, ötekiler de sadece devlet reisidir. Bunların içinde iyileri de vardır, kötüleri de… Halife hadisi olarak, teorik açıdan senedi ne olursa olsun, İslam dışıdır. Tevhidin Peygamberi böyle bir sözü söylemiş olamaz… Vahyin ilkeleri açısından bilinmesi gereken şudur:

Peygamber’in halefi olmaz, hiç kimseye Peygamber’in halifeleri denemez…

Halife ve hilafet kavramlarıyla ilgili saptırma, özellikle ırkçı Arap hegemonyasının güçlendirilmesi için kullanıldı. Bilhassa Emeviler tarafından Hz. Peygamber’e yalanlar isnat edildi…. Age. s. 272,273)

Zannediyorum konu kısmen de olsa anlaşıldı….

***

İşte, Türk ve Türklük düşmanları yüzlerce yıl bu yalan ve iftiralarla beslendiler, büyüdüler. Halifelik ve hilafeti bir dini kurum kaldırılmış gibi, Atatürk’ü din düşmanlığıyla suçladılar.

Zihin haritalarında hem bu, hem de, Türk milletini padişahlara kul ve teba olmaktan kurtarıp, Göktürk Devletinden binlerce yıl sonra, yıkılan Osmanlı Devletinden sonra, ikinci defa Türk ismiyle Türkiye Cumhuriyetini kurmasından ve milletine 600 yıl sonra ilk defa BÜYÜK TÜRK MİLLETİ diye hitap etmesinden siyasal İslamcılar yani dindarlar değil dinciler taifesi rahatsız oldukları için ATATÜRKTEN ve CUMHURİYETTEN rahatsız oldular….

Tekraren belirtmek gerekirse neymiş? İngilizlerin baskısıyla Atatürk hilafeti kaldırmış. Halbuki tam tersi, İngilizler hilafeti her zaman kendi çıkarlarına göre kullanıyorlardı.

Bu yüzden en başta Lozan’da hiçbir zaman hilafetin kaldırılmasını istememişler ve böyle bir talepleri de olmamıştır. Hilafetin kaldırılması, Türk düşmanlarının işine gelmediği tarihi gerçekler ve yabancıların ikrarları ile de sabittir.

Atatürk tekke ve zaviyeleri kapatırken, hilafeti kaldırırken en büyük tepkiyi İngiltere vermiştir. Sebebi ise; O zaman ki din tüccarlarının hepsi İngiliz ajanıydı da o yüzden…

Din tüccarları , İngiliz ajanıydılar sözümüzden rahatsız iseler hemen açıklayalım.

Milli Mücadeleye Muhalif olan padişahın da desteklediği cemiyetlere baktığımızda:

İngiliz Muhipler Cemiyeti,

Wilson Prensipleri Cemiyeti,

Kürdistan Teali Cemiyeti,

Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası,

Hürriyet ve İhtilaf Fırkası,

Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti,

…..

Tümünün ortak noktası Anadolu İhtilali olan Kurtuluş Savaşına karşı çıkmak, padişahlık rejiminden yana olmak ve tümünün ortak noktası, İngiliz, Fransız, Yunan ve işgalci güçlerle iş birliği yapmalarıdır. Ama sorarsan her biri Müslümanlık adına mücadele ettiklerini söylemeleridir.

Bunların içinde sadece İngiliz Muhipler Cemiyetinin kurucularını kimlerle iş birliği yaptıklarını bilmek bile yeter.

Mesela İNGİLİZ MUHİPLER CEMİYETİ:

Sait molla gibi üyeleri bünyesinde bulundurmuş ve hararetli bir şekilde İNGİLİZ MANDASINI savundukları için, İngilizlerden bol miktarda para yardımı alan bu cemiyet, Anadolu’da karışıklıklar çıkarmayı ve Kurtuluş savaşını engellemeye çalışan işbirlikçi ve İngiliz ajanı olan hainlerin kurduğu cemiyettir.

Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı Vahdettin, Sadrazam Damat Ferit Paşa, Dahiliye nazırı (İç işleri bakanı) Ali Kemal, Molla Sait gibi İngiliz işbirlikçileri mevcuttur.

Sonra da utanmadan çık ; İngilizler, Atatürk’e baskı yaptıkları için hilafet kaldırılmış!...Artık buna zihni ve kafası kirletilmemiş Orta okul öğrencileri bile bu gerçekler açıklandığında inanmazlar…

Atatürk gibi son yüzyılın en büyük siyasi ve askeri dehasına hiçbir yabancı gücün ve devletin bası yapması ve yönlendirmesi asla mümkün olacak bir şey değildir…

TEALİ-İ İSLAM CEMİYETİNE DE BAKALIM:

İstiklal savaşında Hürriyet ve İtilaf Fırkasını desteklemiş ve Anadolu hareketi olan Kuvay-ı Milliyecilere düşmanlık yapmıştır.

Kurtuluş savaşına karşı olan bu örgüt tamamen Padişah’ın ve İngilizlerin güdümünde bir cemiyettir. Kurucuları arasında İskilipli Atıf da vardır.

KÜRT TEALİ CEMİYETİ

Kürdistan Yükselme Derneği anlamına gelir. Bu cemiyetin içinde, İngiliz devlet yetkilileri ve Kuvayı Milliyecilere cephe alan kişilerce kurulmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, bu cemiyetin amacını yabancı devletlerin himayesinde dini temellere dayanan bağımsız bir Kürt devleti kurmak olduğunu açıklamıştır…

BU cemiyetlerin tümü, İslamcılık adı altında hilafet rejimini destekleyen zararlı cemiyetlerin başında gelenlerdir…

Konumuzu bu açıdan biraz daha incelemeye çalışalım:

İngilizler Mustafa Kemal Atatürk’ü silahla yenemediler ama zehirleyerek intikamını aldılar. Anadolu’ya kendi elleriyle yetiştirdikleri siyasal dincileri salarak, Atatürk’ü DİN DÜŞMANI gibi göstermeyi öğrettiler.

Şecereleri ve etnik kimlikleri bozuk olan ve Türk milletine aidiyet hissi duymayanlardan, satın aldıkları adamları vasıtasıyla yalan ve yalan söyleyen tarih yazdırarak, başta Atatürk ve Cumhuriyetin kurucularına iftiralarla dini maske yaparak zehirlerini akıttılar!...

Bu milleti kendi kurtarıcısına karşı yalan ve iftiralarla düşman etmek için, küresel güçlerin gönüllü aparatı oldular…

İngiliz gemisiyle kaçan padişahı kahraman, İngilizleri ülkeden kovan Gazi Mustafa Kemal’i ise nerdeyse hain ilan ettiler!.. Ve bu yalanlar kuşaktan kuşağa aktarılarak, ekranlarda bugün İngiliz planının gönüllü ajanlığını yapar hale getirildiler!...

İngiliz Başbakanı Churchill; ‘’ Türkleri yenemedik dedi. Mustafa Kemal Atatürk’ü hesap edemedik …’’ dedi Avam kamerasında ki konuşmada.

Napolyon da; ‘’…Türkleri öldürebilirsiniz fakat onları yenemezsiniz…’’ dedi.

‘’…Dünyada iki bilinmeyen vardır, biri kutuplar diğeri Türkler..’’ dedi Albert Sorel

Bakın W. Churchill bir konuşmasında ne diyor: ‘’ Türkleri savaşarak, asker ve silah kullanarak asla yenemezsiniz. Türklerin sadece DİN ADAMLARINI ELE GEÇİRİP ONLARI KULLANIN…’’

Küresel güçler, ilmin ve bilimin ışığında , hurafelerden uzak, akıl ve düşünceyle barışık olan, bu değerleri öne alan, Atatürk öncülüğünde reçete ile aydınlanmış bir Türkiye istemezler, işlerine de gelmez.

Fakat dincilik istismarıyla uyutulmuş ve narkozlanmış bir Türkiye onlar için her zaman her istediklerini yaptıracak, yolunan bir kaz gözüyle , kasaplık koyun gibi düşünmüşlerdir… Bu düşünce onları kılcal damarlarına kadar işlemiştir.

Konuyu örneklerle anlatalım ki kimler hain, kimler vatansever olduğu net anlaşılsın. Çünkü yalan, yanlışla, okumadan, bilmeden, araştırmadan ve kötü niyetli olarak iftira atmak çok kolay…

Küresel güçlerin temsilcileri ve işbirlikçileri o kadar açık ve net konuşmalarına rağmen içimizdekilerin anlamak istememelerinin sebeplerini de biz biliyoruz.

Yine CIA Ajanı Ruzi Nazar neyi itiraf ettiğine bakalım. ‘’ Kürdistan’ı kurmak istiyorsak kürtleri kışkırtmak en kolay iştir. Zor olan şey, Türkleri uyutacak birilerini bulmaktır. Bize iki adam lazım. Biri dinde Müslümanları uyutacak, diğeri de milliyetçilere ninni söyleyecek…’’

Kıymetli dostlar, bakınız hilafetin kaldırılması kimlerin ayaklarına dolanmış, kimlerin işine gelmemiştir. İngiliz tarihçi A. Toynbee 1960 yılında yazmış olduğu kitapta ne demektedir:

‘’… Güney Müslümanlığı yani EŞARİLİK (Fas’tan Arabistan’a kadar) bizim için tehlike olmaktan çıkmıştır. Bir şeyh satın alır, hepsini yönetirsiniz…

Bizim için asıl tehlike Kuzey Müslümanlığı yani MATURİDİLİKTİR. İstanbul’dan, Buhara’ya kadar Türk bölgesi tehlikelidir. Çünkü bunlar bilimle barışıktır. O nedenle her zaman ATATÜRK gibi bir asi çıkarabilirler. Bu yüzden önlemi şimdiden alınmalıdır…’’

Günümüzde de, daha yakın zamanda ABD’nin eski Dış işleri bakanı MİKE POMPEO ne diyor: ‘’…İslam ülkelerinin liderlerini ikna etmek çok kolay. Gizli banka hesaplarını söylememiz yetiyor. Hepsinin ipleri bizim elimizde….Bu yüzden onlara her şeyi yaptıracak güçteyiz…’’

Uzak diyarlara gitmeyelim. Mike Pompeo’nun bu tehdidleri gerek ülkemizde gerek Ortadoğu Coğrafyasında BOP içerisinde meyvelerini vermiş midir? 23 tane İslam ülkesinin sınırları İsrail lehine nasıl un ufak edilerek devletler parçalanmakta ve İsrail’in çevre temizliği yapılmaktadır.

Peki diyeceksiniz ki, tüm bunların halifelikle ne ilgisi var? Çok ilgisi var.

Çünkü Türk milletini devşirecek, değiştirecek, bölünmeye giden taşlar adım, adım döşenirken, halkımızdan gerçekler din sömürüsü yapılarak, dini değerler kullanılarak aldatılmakta ve uyutulmakta olduğunun farkına varmayacak kadar uyuşturulmuştur.

Yok alnı secde gören insanlarmış, yok ümmetin birliğiymiş, yok efendim din kardeşliğiymiş, din kardeşliği altında ülkenin federasyonlara ayrılması talepleri, anayasadan Türklükle ilgili maddelerin değiştirilmesinin istenmesi, Kürtçenin ana dil olarak kabul edilmesi, vatan topraklarının bölünmesi ve devlet içinde ikinci bir devlet kurulmak istenilmesi,

egemenliğimizin paylaşılması gibi milli bütünlüğümüzle ilgili tüm tuzaklar, İslamcılık kisvesi altında gizlenerek Türk milleti aldatılmaktadır.

Düşünün bir kere, TBMM çatısı altında, PKK bölücü örgütün dayatmaları görüşülebiliyorsa, her türlü yetkinin de kendisinde olduğu ve devlet başkanlığı sıfatını da üstlenecek bir halifenin, tehditle, şantajla şu veya bu şekilde satın alınabilecek bir kimsenin istişare ve meşveretsiz ülkeye vereceği zararı sanırım aklı başında olan herkes idrak edebilir.

Halifelikle yönetilmesi istenen bir Türkiye en çok kimin işine gelir? Tabi ki, küresel emperyalistlerin ve Türk milletini daha çok sömürmek hatta ellerinden gelirse yeni bir Sevr anlaşmasıyla Anadolu’dan sürerek, Türksüz Türkiye isteyenlerin işine gelir. Düşünelim, Halifelikle yönetilecek olan bir Türkiye’de, tek başına halifenin devlet başkanı sıfatıyla alacak olduğu kararlara kim itiraz edebilecektir?...

İNGİLTERE KADAR ABD’DE TÜRKİYE’NİN OSMANLI

YÖNETİME DÖNÜLMESİNİ İSTEMEKTEDİR

İçimizde ki, Siyasal İslamcılar, Yeni Osmanlıcılar, II. Cumhuriyetçiler, tüm tarikat ve cemaat mensupları, bazı konularda fikir ayrılıkları varmış gibi görünseler de, bir çoğunun Cumhuriyetimizi yıkmak veya kurumlarıyla birlikte yozlaştırmam ve kurucu lider, Atatürk’e düşmanlıkta bir çok konularda emperyalist güçlerle maalesef aynı fikirlerde ve ortak tabanda ittifak halindedirler. Bunu yazmak bizim için zor ama, hakikatlar çoğu zaman acıtıcıdır!...

Şimdi hemen soralım . Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları başta ABD ve İngilizler, bu ülkeler bizi çok mu sevmektedir?...

ABD zaten Lozan anlaşmasını imzalamayan ve tanımayan bir ülkedir. ABD’nin Ankara büyükelçisi TOM BARRACK denilen adam ikide birde sömürge valisi gibi konuşarak, Türkiye’nin iç işlerine burnunu sokmaktadır. Türkiye’nin tapu senedi olan Lozan anlaşmasına dil uzatmaktadır.

Türk kimliğinin terk edilmesini, Osmanlı dönemindeki ümmetçiliğe dönülmesini tavsiye etmektedir. Fener Rum Patrikhanesini ziyaret ettiğinde ise ‘’ Ekümenik’’ ifadesini kullanmıştır. Ayrıca Ortadoğu’ da ki başta Türkiye olmak üzere ulus devletlerin yapısının, İsrail’in güvenliğini tehdit ettiğinden dolayı, Türkiye’nin üniter devlet yapısının değiştirilmesi yani Türkiye’nin Osmanlı yönetim tarzı olan Halifelik sistemine geçilmesini istemektedir!.

Ne demişler halk tabiriyle, ‘’düşmanın seni övüyorsa, sana akıl veriyorsa o zaman sende bir bozukluk var demektir!...’’

Bir tane yetkili çıkıp da, ‘’…Sen kimsin, haddini bil, Türkiye bağımsız bir ülkedir, kimseden emir alacak değil…’’ diye bir ikaz dahi edilmemektedir.

Türkiye derhal bu adamı uluslararası anlaşmalara göre hemen, ‘’İSTENMEYEN ADAM’’ ilan edip def etmelidir? Ama nerde böyle bir anlayış ve irada?!... Adamın yaptığı hareketler ve söylemlerinin tümü uluslararası anlaşmalara ve başta Viyana sözleşmesine aykırıdır.

Dışişleri Bakanlığına çağırılıp 24 saat içinde Türkiye’yi terk etmek zorundadır… Tabi ki devletler arası ilişkiler de, uluslar arası hukuk kuralları çerçevesinde yürütülmelidir….

Ülkemizde konseycilerin, ‘’Barış ve kardeşlik Platformu…’’ altında süslü ve sihirli manipülasyonlaşmış kelimelerle ve ülkemizi adım, adım bölünmeye götüren sürecin kilometre taşları algı ve aldatmalarla Türk milletinden gizlenmektedir.

Hani PKK terör örgütünün silahları teslim etme aşamasında hiçbir talepleri yoktu!.. Meclis çatısı altında bu işler yapılabiliyorsa tek adam halifelik yönetiminde, alınan her türlü kararların geçerliliği zaten şüphe götürmez.

Nitekim Halife II. Abdülhamit kendi başına aldığı bir kararla Kıbrıs adasını İngilizlere satmıştır. Kimin sesi ve itirazı çıkmıştır bu vatan toprağının satılmasına?!...

Osmanlı’da buna dair yüzlerce, binlerce örneği vardır…Konu uzamasın diye bu örnekleri geçiyorum.

Maalesef tarihi hataların bu gün de devam ettirilmekte olduğunu görmekteyiz. Devletimizi temsil konumunda bulunanların, ‘’Türk- Kürt Barışı’’ ifadesini kullanmaları ne demektir. Bu yetkiyi size kim verdi.

Türk halkından gizli olarak yapılan tüm görüşmelerden PKK’nın ve dolayısıyla ABD’nin haberi olacak ama bu milletten gizlenecek ha?. Bunların hesabının sorulmayacağını mı zannediyorsunuz?...

Konu uzadı ama dağıtmadım. Hilafetin kaldırılmasını kimlerin neden istemediklerinin hangi dış güç devletlerin buna karşı çıktıklarını ve atılan iftiraları, sebep- illiyet- sonuç ilişkisini açıklamak istiyoruz.

Siyasal İslamcılar sadece Türk’ün adını duydukları zaman, ‘’…İslam’da kavmiyetçilik yoktur…’’ demektedirler. Neden demektedirler? Çünkü Türklük dışında, başta Arapçılık olmak üzere bütün asabiyetçilik ruhlarına işlemiştir.

Bunlara göre her şey olabilirsin ama, Türk olmayacaksın. Türk olmak kavmiyetçiliktir!... Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına ve Atatürk’e düşmandırlar? Bir çoğunun etnik özürlü ırkçılık damarları kabarmıştır da o yüzden.

Osmanlı Devletinde Araplar’a KAVMİ NECİP ( seçilmiş millet) diyerek Araplar kutsallaştırılmıştır. Halbuki ne Kur’an da ne alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin hadislerinde böyle bir şey yoktur. Ne Arap üstündür, ne de Arapça… (El Hücürat. 13. Ayet…)

Nerdeyse tam 600 yıl ulema sayılan kişilerden de birisi bile itiraz etmemiştir. Ta ki Atatürk gibi bir lider ortaya çıkıp o zamana kadar, kullarım diye hitap edilen bu millete ilk defa TBMM çatısı altında, Büyük Türk Milleti demesi ve karakterinin yüksek olduğunu söylemesi …’’ karşısında hemen İslam’da kavmiyetçilik yoktur diye ortaya çıkmaya başlamışlardır…

Büyük Sosyolog İBNİ HALDUN, ünlü eserinde , ‘’ASABİYET’’ olmadan devlet kurulamaz der. Bu büyük bilgin, günümüz milliyetçiliğini ‘’ Asabiyet’’ olarak tanımlamıştır. Yani milliyetçilik ruhu olmadan hiçbir devletin kurulması da yaşaması da mümkün olmadığını söyler..

Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu için, Osmanlı Devleti yıkılmamıştır. Tam tersi, Osmanlı Devleti yıkıldığından onun külleri üzerinden, yine Osmanlının paşaları Gazi Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları tarafından kurulmuştur.

Yalan söyleyen tarihçiler nerdeyse utanmadan, sıkılmadan Osmanlı Devletini bile Cumhuriyeti kuran paşaların yıktığını söyleyebileceklerdir…

Evet, Türkiye Cumhuriyetini milli mücadeleyi kazanan Türk milliyetçileri kurmuştur. Kurtuluş savaşı sırasında tüm İslamcılar padişahla birlikte MANDACIYDILAR. İngiliz ve Yunanlılarla birlikte ittifak halindeydiler.

Şeyhülislamlardan Dürrizade ve son Seyhülislam Mustafa Sabri, İskiipli Atıf gibi hainlar Yunan uçaklarıyla, Anadolu semalarına atılan bildirileri yazıp, padişah da imzalıyordu. Ege ve Anadolu semalarında işgalci Yunanlıların , padişahın ordusu olduğunu, silah çekilmemesini, Kuvay-ı milliyecilerin ve Atatürk’ün hain olduğu, Atatürk’e idam kararı verildiği, her görüldüğü yerde vurulması emredildiği bu bildirilerde yazılıp atılmıştır…

Kurtuluş savaşı kazanılınca Vahdettin İngiliz gemisiyle kaçmış, Mustafa Sabri denilen alçak hain Yunanlılara sığınarak verdiği beyanatta, gazetecilerin huzurunda üç defa

‘’ Türklüğünden utandığını ve istifa ettiğini’’ açıklayan bir hain olarak tarihe geçmiştir…

***

Peki hilafet neden kaldırıldı:

Halifelik sorunu bir dini sorun olmaktan çok öte bir dünya sorunudur. İnançla ilgili sorunlardan olmayıp, millete ait genel hukukla ilgili işlerle ilgili sorundur.

Yaşar Nuri hocanın tabiriyle, Peygamberimiz ashabına dünya milletlerine İslamiyeti kabul ettirmelerini istedi. Bu milletlerin bu hükümetlerinin başına geçmelerini istemedi. HİLAFET DEMEK, İDARE, HÜKÜMET DEMEKTİR.

‘’…Bütün İslam milletleri üzerinde ve ruhani vazifesini yapan yegane halife fikri hakikatten değil, kitaplardan çıkmış bir fikirdir. Halife hiçbir zaman, Roma’daki papanın Katolikler üzerindeki kuvvet ve iktidarını gösterememiştir…..’’ (bkz, Sadi Borak, Atatürk ve Din..s.91,92)

Yukarıda da belirtildiği gibi, Kur’an’da halife deyimi vardır ama bir din esası olarak değil, milletin kendi işidir, politik bir sorundur.

Zamana, alışkanlıklara göre değişir. Bu nedenle Peygamberimiz (SAV) vefat ederken yerine bir halife bırakmamıştır. Hastalandığında imametlik görevini Hz. Ebubekir’in üstlenmesinden bu görev çıkarılamaz.

Çünkü İslamiyet de ruhbanlık sınıfı yoktur. Ruhaniyet ve buna dayalı bir hükümet sistemi de yoktur. Aslen İslamiyet de kutsal kavram haktır, halifelik ve yönetim şekliyle ilgili bir kutsiyet yoktur. İslam’da, yalnız bir kişinin rızasıyla toplumu yönetim hakkı yoktur.

Yönetim makamında olanın babadan oğula veya atanarak iş başına geçmesi değil, o kişinin adaletli, ehil olması , istişare ve meşverette bulunularak seçilmiş olması aranır.

Kısaca HALİFELİĞİN HİÇ BİR KUTSAL YÖNÜ YOKTUR. Yine maalesef Peygamberimizden sonra İslam tarihi halifelik ve hilafet entrikalarının tarihidir. Emevi halifesi Muaviye, halifeliği saltanata dönüştürmüştür.

Emevi halifeleri Türklere kan kusturmuştur. Kuteybe Bin müslim denilen kan içici vampir büyük bir ordu ile TALKAN şehrinde, verdiği sözlerde durmayarak teslim olan silahsız binlerce Türk’ü kılıçtan geçirmesi, o zamana kadar tarihin gördüğü en büyük katliam olduğunu tarih yazar…

Talkan yolu üzerinde 24 km uzunluğunda Türkleri ağaçlara asarak cesetlerle doldurduğunu, derelerin günlerce su yerine Türklerin akan kanlarıyla çalıştırılarak değirmenlerden ekmek yaptığını, en az 40. 000 kişiyi katlettiği, İslam tarihçisi Taberi’nin tarih kitaplarında ve tarihçi Zekeriya Kitapçı’nın kitaplarında detaylı olarak anlatılır….

Kadın ve kızların da köle olarak Mısır’a satan bu alçağı Türk milleti hiçbir zaman unutmadı. BU konu çok geniş ve ayrı olduğu için bu kadar temas ederek geçiyorum…

Selçuklu sultanı Tuğrul Bey, halifenin tüm siyasi yetkilerine son vermiştir. Halifeliğin tarih içinde ne Müslümanlara ne de Müslüman Türklere neredeyse hiçbir yararı olmamıştır…

***

İstiklal savaşı kazanıldıktan sonra, Lozan görüşmelerine, hem İstanbul’daki padişah hükümeti, hem de Ankara hükümeti ikisi birden çağrılmasına karşılık Ankara hükümeti , İngilizlerin niyetini anlayıp, çift başlılığı ortadan kaldırmak için adım attı.

Konu o zaman ki TBMM’de uzun uzadıya tartışıldı. Gazi Mustafa Kemal Paşa bir konuşma yaparak milletin tamamen kendi gayretiyle ve binbir sıkıntılarla savaşı kazanıp hakimiyeti ele aldığını , padişahın ise yurdumuzu işgal eden düşmanlarla birlikte olduğunu, artık bu rejimin devam edemeyeceğini, saltanatın kaldırılmasının zamanının geldiğini belirtti.

1 Kasım 1922’de kabul edilen bir kanunla, halifelik ve saltanat birbirinden ayrıldı ve saltanat kaldırıldı. Buna rağmen halifelik makamına dokunulmadı.

Abdülmecit Efendi TBMM tarafından halife olarak tayin edildi. Fakat, halife savaş kazanmış bir komutan edasıyla devlet başkanı gibi davranmaya başlamıştır. Halifelik kurumunun başta Cumhuriyet rejimine ve laikliğe ters düşen hareketleri sonucu, padişahlık rejim taraftarlarının yeniden halifeliğe sığınmaları ve padişahlığın devamından yana olmaları gibi sebeplerle 3 Mart 1924 TBMM tarafından hilafet kurumu kaldırılmıştır.

……

İleri ki bölümlerde konuyu yazmaya devam edeceğiz.

20. Ağustos. 2025/ Şarköy