"Eski Yunan kaynaklarından yararlanan İslâm bilginleri, her ne kadar bu sayede İslâm uygarlığı diye bir gelişmenin oluşumuna sebep olmuşlarsa da, bu uygarlık, Batı'nın daha sonraki yüzyıllarda ortaya çıkardığı uygarlıkla kıyaslanabilecek kertede olmamıştır.

Çünkü; Batı'ya eski Yunan kaynaklarını tanıtan İslâm bilginlerine, şeriatçı zihniyet, akılcı bir uygarlık yaratma fırsatı vermemiştir.
Vermek şöyle dursun, onları dinsizlikle, zındıklıkla, "Tanrı düşmanlığı" iftiralarıyla suçlamışlar ve onların tümünü toplum ve İslâm için zararlı ve tehlikeli saymışlardır.

Al-Râzi, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd gibi bilginlere, ilmi Kur'an'da değil, özgür aklın, özgür düşüncenin eski temsilcilerinde aramış olma suçu yükletilirdi.

Yükletenlerin başında da, İmam Gazalî ya da İbn Temiyye gibi, bugün dahi kendilerini "aydın" diye yücelttikleri kişiler vardır.

Gazâli'nin en büyük meziyeti; aklın özgürlüğüne yer vermeyip, gökten indiği kabul edilen hükümlere körü körüne uymak ve bunlar dışında gerçek tanımamaktır.

Bundan dolayıdır ki, biraz olsun serbest düşünceye yol açar gibi görünen içtihat kapılarının kapanmasında ve sosyal yaşam kurallarının dondurulmasında felaket doğurucu bir rol oynamıştır.

Akılcılığın karşısına en azılı düşman gibi çıkmış ve halk yığınlarının müspet eğitimine engel olmuştur.

Vahiy yoluyla elde edilen "bilgi"lerin, akıl yoluyla elde edilenlere nazaran üstünlük sağladığı inanışlarını pekiştirmiş; akıl verilerinin din verilerine ters düştüğünü ve kişileri ve toplumu din ve iman gücünden uzaklaştırdığını, bu nedenle akılcı bilimlerin ve örneğin matematiğin dahî derinlemesine öğretilmesini istememiştir.

Gerçekleri Kur'an dışında, yani akılcı ve bilimsel  usullerde arayanların,  mutlaka dinsiz olduklarını iddia etmiştir.
Bundan dolayıdır ki, başta Aristo olmak üzere, Eski Yunan filozof ve bilim insanlarını ve onların yorumcularını (Farabi, İbn Sina, İbn Rüşt vs.) hep "zındık" ve "bilgisiz" diye damgalamıştır...!

İslâm dünyasının "Aydın" ve "Allâme" diye yücelttiği bu kişilerin el attığı konu ve görüşleri gözden geçirebilsek ve örneğin "Kıyamet", "Tevekkül", "Cinler ve melekler", "Şeytanın düşmanlığı", "Cihat", "Ellerin ve ayakların çaprazlama kesilmesi gereği", "Kadının aşağılık yeri", "Cinsî ilişkide erkeğin yeri" ve buna benzer nice savundukları fikirleri yazabilsek,  akıl ve zekâ adına utanç duymaktan kendimizi alamayız ve ancak, o zaman şeriat ülkeleri insanlarının fikren geri kalmalarında "aydın" diye bilinen bu kişilerin ne derece sorumlu olduklarını anlarız.

Batı dünyasının aydınları, kendi toplumlarının kutsal bildiği kitaplardaki olumsuzlukları ortaya koymak suretiyle, insan zekâsını özgürlüğe kavuşturma yollarını aramışlardır.

Şeriat dünyasının "aydın"ları ise; başta Gazâlî olmak üzere, aklı ve düşünmeyi  özgürlüğe kavuşturmak şöyle dursun, aksine, cendereye vurmak ve insan varlığını aşağılatmak ve "kul" halinde tutmak için ne mümkünse yapmışlardır.

DEM Partili belediyenin ilk toplantısında İstiklal Marşı krizi! DEM Partili belediyenin ilk toplantısında İstiklal Marşı krizi!

Onlara göre akıl; öyle eğitimle, öğretimle geliştirilebilecek bir şey değildir, çünkü, "Tanrı kulları arasında aklı parça parça taksim etmiştir."

Öte yandan, Gazalî'nin "Kadın"ı haysiyetsiz kertelere indiren şeriat esaslarına bağlılığı görülmemiş bir şeydir.
Bu esaslar arasında, kadının "aklen ve dînen eksik" olduklarını öngören hükümlerden tutunuz da, "uğursuzluğun kadınlarda ve atlarda olduğuna" ya da "namazı kat'eden şeylerin köpek, eşek ve kadın vs. olduğuna"  ya da "Cehennem halkının çoğunluğunun kadınlardan oluştuğuna" varıncıya kadar, insan şahsiyetinin haysiyetini yok edenler vardır.

Düşünce özgürlüğünü kökünden yok etmek ve özellikle farklı din ve inançtakilere karşı düşmanlık beslemek hususunda da Gazâlî ve onun temsil ettiği zihniyet, adetâ rakipsizdir...

Ne yazık ki, ne bu dönemde ve ne de daha sonra, müspet akıl ve özgür düşünce temsilcisi sayılabilecek aydınlar yetiştirememişizdir.
Aksine, dogmalara saplı ve akılcılıktan yoksun ve böyle oldukları için toplumu da kendileri gibi akılcılığa düşman Gazâlî gibi "imamları" ve  "Ebussuud" gibi "efendileri" yüceltmişizdir.

Her şeyi kaderciliğe bağlamış ve "Tanrı'nın dediği olur" diyerek teselli bulmaya çalışmış ve "Şeriatın özüne dönmek ve Kur'an'ı aynen izlemekle" her şeyin düzeleceğini sanmışızdır...

"Aydın" bilinen sınıflar, insanlarımızı hep bu yalanlarla kandırmışlardır..."

Prof.Dr. İlhan ARSEL
AYDIN ve "AYDIN"

Editör: Kerim Öztürk