İran’da Başörtüsünün bayraklaştırılarak düzenlenen gösteri ve protestolar, ülkemizde daha çok İslam ve Kadın merkezli tartışılmaktadır.

Teokratik bir rejimde tartışmaların din eksenine kayması doğaldır. İran İslam Cumhuriyeti, adından da anlaşılacağı üzere “İslam devleti” iddiası taşımaktadır.

Benzersiz bir devrimle yıkılan “Faşist Şahlık” rejimi; özgürlükçü, eşit ve adil bir sistem yerine ne yazık ki devrimden kısa bir süre sonra dine dayalı otoriter sistemle yer değiştirmiş oldu.

Velâyet-i Fakih (İmamın Yönetim Yetkisi) tesis edilerek dini otorite en üst makam olarak belirlendi. Devletin dünyevi kurumları da üst makamı (İmam adına) temsil eden Ayetullah ve mollaların denetimine bırakıldı.

Mollalar, yasal yetkileri olmasa da cadde ve sokaklarda, kamu kuruluşlarında, ev ortamları hariç sosyal alanların tamamında etkin oldular.

İran’da ev ortamı, ailenin mahremi kabul edildiği için dokunulmaz kabul edilmektedir. Çeşitli partiler, alkollü ve eğlenceli organizasyonlar ev ortamlarında rahat ve serbest olarak yapılabilmektedir ve devletin müdahalesi söz konusu değildir.

Dışarıda mollalar dışında da özellikle gençlerin davranışlarına ve kılık-kıyafete müdahale eden birimler vardır. “Ahlak polisi” denilen İrşat Birlikleri bu amaçla kurulmuştur.

Dr. Sakin Öner “Ergenekon’dan Çanakkale’ye Türk Ruhu”nu anlattı Dr. Sakin Öner “Ergenekon’dan Çanakkale’ye Türk Ruhu”nu anlattı

Gücünü dini otoriteden alan bu birlikler, gençlerin, özellikle de kadınların yaşam tarzlarına doğrudan müdahale etmekte ve “İslam” adına tek tip bir yaşam biçimi dayatmaktadırlar. Özgürlüğüne ve onuruna düşkün İran kadınları da bu dayatmaya karşı çıkmakta ve direnmektedir.

Hakkını teslim etmem gerekirse, bütün bu dayatmalara rağmen İran kadınlarının konumu, Türkiye dahil tüm Müslüman coğrafyasındaki kadınlardan daha saygın ve daha güçlüdür. Çünkü İran anaerkil bir toplumdur ve kadın her zaman özel bir statüye sahip olmuştur.

Bildiğim kadarıyla İran’da kadın özgürlük hareketleri (zaten olmayan) erkek egemenliğine karşı değil, devlete ve din adına yapılan dayatmalara karşı bir direniştir.

Bizde ise üst makamlara dahi gelse kadın erkeğe bağlı ve bağımlıdır. Geleneksel ve dini olarak da erkek egemenliği kadına dayatılmıştır.

Trajikomik olan kadının da bu durumu kabullenmiş olmasıdır. Kadın-erkek eşitliğinin yasal dayanağı olmasına rağmen ülkemizde kadın özgürlüğünden ve kadın-erkek eşitliğinden söz etmek bir fanteziden ibarettir.

Genel olarak Kadın, Müslüman toplumlarının tamamında erkekle eşit kabul edilmeyen, hak ve hukuku ihlal edilen ve özgürlüğü kısıtlı bir konumdadır.

Altını çizerek belirtmeliyim ki, özgürlük ve özellikle de kadın özgürlüğü biz Müslümanlar için bir eksiklik değil, büyük bir utanç meselesidir.

Müslüman Din adamları (bilgin ve münevver ulemayı tenzih ederim), kadını eve hapsetmek ve kafese koymak için şeriat kuralları koydular. Kuralların uygulanması için erkeğe “egemenlik” ve “kadını dövme” hakkı tanıdılar.

İslam adına kadın köleleştirildi.

Açıkça belirtmek isterim ki, din adamlarının geleneksel egemen erkek anlayışını “İslam” olarak tanımlamaları, doğru olmadığı gibi İslam’a da kadına da büyük bir haksızlıktır.

Bu uygulamanın arkasında mezhepler, tarikatlar, Diyanet, cemaat, din adamları, mollalar, müftüler var diye kadına reva görülen bu muamele ahlak ve İslam olarak tanımlanamaz.

Kadının erkekle eşit olmadığını Kur’an’a dayandıranlar, toplumsal koşulları ve zamanın ruhunu ya doğru anlamaktan aciz veya egemen ve geleneksel anlayışa kayıtsız teslim olanlardır.

Kur’an-ı Kerim’de özel durumlar ve dönemin toplulukları için söz konusu olan nikah, talak, şahitlik ve miras gibi uygulamaları genel hükümler olarak bugüne taşımak, en başta Kur’an’ın ruhuna aykırıdır.

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere (farklı etnik unsurlara) ve kabilelere ayırdık. (İyice bilin ki) Allah katında en üstün olanınız Allaha karşı en çok muttaki olanınızdır (sorumluluk bilinci taşıyanınızdır). Allah bilendir, haberdar olandır.” (Hucurât/49:13)

Ayet; dilleri, renkleri, etnik aidiyetleri farklı olan bütün insanları eşit kabul ettiği gibi erkek-kadın eşitliğinin de tartışmasız çok açık bir hükmüdür.

Arapların, Fars ve Türklerin din adamları marifetiyle kendi geleneklerine göre şekillendirdikleri şeriat hükümleri neden İslam olsun?

Evrensel olmayan hiçbir hükmün, günümüze taşınarak “İslam” olarak tanımlanmasını doğru bulmuyorum.

Bu bağlamda kadın-erkek ayırımı, erkek egemenliği, din-devlet zorbalığı, şeriat-cumhuriyet diktatörlüğü gibi uygulamaları İslam ve medeniyet adına kabul etmemiz mümkün değildir.

Kadına “İslami örtü” diye çarşaf, ehram, burka, dishdasha, kaffiyeh, manto ve döpiyesi zorla giydiren bizleriz. Bırakınız zorlamayı, İslam bunlardan hangisini önermiştir?

Özgür kadın, bunlardan hiçbirini giymek zorunda değildir. Nasıl örtüneceğini yasalar belirleyemez. Başını açmayı veya kapatmayı yasalar, din adamları veya erkekler dayatamaz. Dilediği örtünme (tesettür) biçimini kendisi tercih eder.

Kuşkusuz özgürlük kuralsızlık değildir, özgürlük dayatılanı yapmak zorunda olmamaktır.

Jean-Jacques Rousseau bu gerçeği şöyle tanımlamıştır:

“İnsanın özgürlüğü; istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır.”

Hz. Ali’nin (r.a) “Allah seni özgür yaratmışken, başkasının kölesi olma” sözü de erkek kadar kadın için de söylendiğinden hiçbir kuşku duyulmamalıdır.

Biz Müslümanlar, İran olaylarını da dikkate alarak büyük utancımız olan kadınlara yönelik uygulamalarımızla yüzleşmek durumundayız.

Kadın özgürleşmeden insanlık özgürleşemez.

Abdülbaki Erdoğmuş - Ahval

Editör: Kerim Öztürk