.....Birinci Bölüm....

Not olarak öncelikle şunu belirtelim. Facebook okuyucularını da dikkate alarak yazımız bir polemik, slogan ve hamaset yazısı olmadığı için bir kısım okuyucularımızı sıkabilir, uzun da olabilir. Tamamen tarihi gerçeklere ve ilmi verilere dayalı bu yazı serimiz üç bölüm halinde devam edecektir.

------0------

‘’Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye’de yaşanmıştır. Mesela Fransız Devrimi her şeyi yıkmıştır ama lügata yani dile dokunmamıştır. Yine en sert devrimlerden bir tanesi MAO’nun Çin’de yaptığı devrimdir ve o da dile dokunmamıştır. Ama maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet bizim lügatımızı, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünmemizi yok etmiştir.

Bugün konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretemeyiz sadece ihtiyaçlarımızı karşılayabiliriz...’’ diyen AKP Gurup Başkanvekili Mahir Ünal bu sözlerinde kendi açısından tamamen haklıdır.

Neden mi? Çünkü anadili Ermenice, Rumca veya başka bir dil olanların Türkçe’de zorlanması normaldir. Bu tür vatandaşlarımıza Türkçe dil dersi almalarını ve Türkçelerini geliştirmelerini tavsiye ederiz.

Cemil Meriç’ten alıntı yaptığını söyleyen bu adam, Cemil Meriç’ide anladığı söylenemez. Ne diyor Meriç:

‘’ Fransız Akademisi hantal, tutucu, şekilperest ama dünü yarına bağlıyor, milli şuurun bir parçası... Kamus, ( Arapça’da dil, lügat, sözlük, anlamında, eski Türkçe’de ise deniz, okyanus anlamında kullanılan bir söz) bir milletin hafızası, yani kendisi.... Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız ihtilali, tek mukaddese saygı göstermiş, yani kamusa...’’

Evet çok doğru Fransız ihtilali 1789 Devriminde Fransız diline müdahale etmemiştir. Çünkü lüzum yoktur. Hemen hemen bırakın okul ve üniversitelerdeki öğrenci ve akademisyenleri çarşı pazardaki halkı bile Fransız devriminden yüzlerce yıl önce yaşamış edebi eserleri okuyabiliyordu.

Devrimden önceki Fransızca ile devrimden sonraki Fransızca arasında bir kopukluk yoktur. Osmanlı’da olduğu gibi, Fransız halkı ile aydını arasında ,1789'da dil de bir kopukluk yok. O yüzden Fransızların devrim hareketi ile alfabelerinde bir değişiklik yapmasını gerektiren bir sebepte olamazdı...

Devrimden çok önce yaşamış Montaigne ( 1533-1592), La Fontaine (1621-1695), Corneille (1606-1684), Moliere (1622-1673), Racine (1639-1699), Lamartine gibi Fransız Edebiyatının edebi eserlerini Fransız halkı okuyup anlayabiliyordu. O halde Fransa ihtilalinin dil devrimi yapmasına zaten bir sebep yoktu ortada...

Mahir Ünal Efendi'nin söylediği Çin devrimine gelince:

1949’da Mao Çin Komünist Devrimi dediğimiz bir kültür devrimi gerçekleştirmiştir. Aşağı yukarı 4 bin yıllık yazılı tarihi ile , 2 bin yıl önce kağıdı bulmasıyla, dünyanın en kalabalık ve çok çeşitli dilleri bir arada tutması, sanat, edebiyat ve tarihi zenginliğiyle ünlü bir uygarlık olan Çin'de, büyük proleter kültür devrimi ya da kısaca kültür devrimi, esasen geleneksel Çin’deki Çin ruhunu yeniden canlandırmak için başlatılan bir devrim hareketi de denilebilir.

Çin kaynaklarının verilerine göre Çin’de yaklaşık 300’e yakın dil konuşulmaktadır. Bu dillerin çoğu Çin’deki tanınmış etnik guruplar tarafından konuşulan dillerdir. En yaygın dil ise yedi ana lehçe gurubuna bölünmüş geleneksel Çin'cedir.

Yani Çincenin bir dil değil, bir dil ailesi olduğu kabul edilir. Konuşulan bu Çin dillerinde de bir lehçe sürekliliği oluşturmaktadır. Buna rağmen bu temel diller içerisinde bile bir çok farklı lehçeler arasında karşılıklı anlaşabilirlilik göstermeyen yüzlerce Çin dilinin daha var olduğu bile düşünülmektedir.

1966- 1976 yılları arasında gerçekleşen Çin kültür devrimi, Çin Halk Cumhuriyetinin toplumsal ve kültürel yaşamında derin izler bırakmıştır. Mao, ‘işçi sınıfı’ olarak da karşılık bulan köylü kitlelerini, ideolojisinin en önemli unsuru olarak kabul ettiğinden, köylü ve işçilerin anlaşma dili olan Çin’ceye müdahale etmedi. Müdahale etse de başaramazdı.

Zira Çin’de yaşayan ve konuşulan lehçeleriyle birlikte 298 ayrı dil mevcuttur. Buna müdahale ise Çin toplumunun dağılması ve ayrışması demektir. Bu süreçte Çin Komünist Devrimi’ne ve Mao’nun liderlik kültüne zarar vereceğine inanılan eserler tahrip edilmiştir.

Kütüphaneler ve Üniversiteler basılıp, ‘’eski toplumu’’ temsil eden tüm yayınlar yakılmaktadır. Eski ve klasik eserler yasaklanmakta, onların yerine devrimi yücelten yayınlar ön plana çıkarılmaktadır.

Halkın konuşmadığı ve anlamadığı bir saray dili olan Osmanlıca ise AKP Gurup Başkan Vekili Mahir’in söylediği durumlardan tamamen farklıdır. Halk arasında bazen bu dil dönemi için ‘’ Eski Türkçe’’ ifadesi de kullanılmaktadır. Tamamen Arapça ve Farsçanın etkisi altında kalan bir dildir. Arap alfabesiyle yazılmakta ama Arap alfabesi de değildir.

‘’Cumhuriyet bizim lügatımızı, alfabemizi, dilimizi, bütün düşüncemizi yok etmiştir, bugünkü Türkçe ile bir düşünce üretemeyiz...’’ diyen Mahir ve Mahir gibilerinin genlerinde yatan Türk ve Türkçeye düşmanlığın veya aşağılık duygusunun sebepleri etnik kimliklerinde yatabilir...

Veya bu tür düşünce sahiplerinin ne tarihi gerçeklerden nede Türkçenin, gerek gramer, gerek duygu, gerek okunduğu gibi yazılması ve dünyanın en büyük üç, dört dilinden birisi olduğundan haberi olmayan cahillerdir.

Bu bozuk ve çarpık zihniyetin temsilcileri, Atatürk’e, Cumhuriyet’in kuruluş değerlerine tarihten gelen öfke, nefret ve intikam duyguları ile Türk’e ve Türkçeye karşı bitmeyen nefret dilinin sahipleri olduğu gerçektir.

Türk devrim hareketi sadece Atatürk’le başlamış bir devrim hareketi de değildir. II. Mahmut’dan, Padişah Abdülmecit’e ve Abdülhamit Hana kadar uzamış ve yarım kalmış bir düşüncelerin silsilesi ve devamıdır...

KAŞGARLI MAHMUT VE DİVAN-I LÜGATİ’T TÜRK

Türk dilinin zenginliğini ve güzelliğini bilen Kaşgarlı Mahmut, Şemsettin Sami, Ali Şir Nevai gibi düşünürler daha 11. Yüzyıllarda bu yabancılaşma gidişatına karşı mücadele eden düşünürlerimizdir.

Türk Dilinin kısırlaştırılması ve yabancılaştırılmasına kaşı çıkan düşünürlerimizden biri olan ve DİVAN-I LÜGATİ’T TÜRK’ÜN YAZARI KAŞGARLI MAHMUT’DAN bu muhteremlerin haberi olmayan cahillerdir. Esasen biz, Türk düşmanlığında sınır tanımayan ve ağzı nefret kusanların, işlerine gelmedikleri için bilip te bilmezmiş gibi davrandıklarını da biliyoruz.

Bizi takip edenler çok yazılarımızda bu eserlere vurgu yaptığımızı, görüş ve düşüncelerimizi bilmelerine rağmen kısaca yine konu açıldığı için özetleyelim:

Kaşgarlı Mahmut (1072- 1074) yılları arasında, Türkçenin dünyanın en eski ve en zengin dili olduğunu, Arapçadan da üstün bir dil olduğunu kanıtlamak için bu muazzam eserini yazar. Karahanlı hükümdarına taktim eder. Bu eserin yazılış nedenini ilk sayfalardaki Tanrı’ya ve Hz. Muhammet’e övgü salat ve selamdan sonra şu şekilde açıklar.

Talih, şans, kısmet güneşinin Türk burcunda doğduğunu, Tanrı’nın Türk Kağanlığını gökyüzünün katmanları arasına yerleştirdiğini ve onlara TÜRK ADINI VE EGEMENLİĞİNİ VERDİĞİNİ, Çağının Kağanlarını Tanrı’nın Türkler arasından çıkardığını ve ulusları yönetme hakimiyetini Türklere vererek bütün insanlığa egemen kıldığını belirterek eserine başlamıştır.

Türkleri doğruluğa yönelten Tanrı’nın, Türklerle birlikte olduğunu, onlara katılanları da aziz kıldığını ve Türkler sayesinde onları da isteklerine kavuşturduğunu, yağmacılardan ve kötülüklerden onları koruduğunu anlatan Kaşgarlı Mahmut, Türklerin silahlarından korunmak için, akıl sahibi olanların, Türklere katılması gerektiğini ve bu görüşlerini de kanıtlamak için Buharalı ve Nişaburlu iki ayrı imamdan işitmiş olduğu bir Hadisi Şerifi tanık gösterir.

Her iki imam da, Hz Muhammet (SAV) kıyamet alametlerinden olan ahir zamandaki azaplardan ve OĞUZ TÜRKLERİNİN ortaya çıkmasından söz ederken; "Türklerin dilini öğreniniz, çünkü onların egemenliği uzun sürecektir...’’ buyurduğunu Kaşgarlı Mahmut’a anlatmışlardır.

Eğer bu bir gerçek (sahih) hadis ise, Türk dilini öğrenmenin aynı zamanda Peygamberin buyruğu olduğu ve dini bir gereklilik olduğunu, şayet hadisi şerif sahih olmasa bile, tarihin ve aklın gerçekleri Türk dilini öğrenmenin bir ihtiyaç ( zaruret) olduğunu söyler.

Malazgirt zaferinden hemen sonrada, İslam dünyasında Türklerin ve Türk dilinin öneminin arttığı bir dönemde, ARAPLARA TÜRKÇEYİ ÖĞRETMEK; TÜRKÇENİN ARAPÇA KADAR ZENGİN BİR DİL OLDUĞUNU ortaya koymak için ve Türkçenin söz varlığının gücünün ortaya konulmasını sağlamak için yazılmış bir eserdir.

Türklerin en güzel ve en etkili dile sahip olduğunu sık sık eserinde anlatır. Yukarıda belirttiğimiz gibi eser Türkçe- Arapça bir sözlük mahiyetinde ve Araplara Türkçeyi öğretmek için yazılmış Türk dilinin büyük bir eseri ve 8783 Türkçe kelimeden oluşmaktadır.

ŞEMSETTİN SAMİ VE KAMUS-İ TÜRKİ

Tanzimat’tan sonraki Türk Edebiyatının tanınmış gazeteci, dil bilimci tiyatro ve roman yazarıdır. Yaklaşık 29.000 kelimden oluşan ve geniş kapsamlı Osmanlıca- Türkçe sözlüktür. Bu büyük eser, Şemsettin Sami tarafından yazılıp ilk defa 1901’de İkdam gazetesi tarafından yayımlanmıştır. Neden yazılmıştır bu eserler.

Dünyada hiçbir insan, dilinin bütün lügatını bilmesi ve hafızasında saklaması mümkün değildir. Her dilin içinde barındırdığı kelimelerden zaman geçtikçe bir kısmının unutulup hafızalardan silinmesi kaçınılmazdır. Lisanları bu tür unutulmuşluklardan kurtaracak olan ilim dalı ise Edebiyatlardır.

Bu lügatin yayınlanmasının ardından Sultan Abdülhamit Han tarafından ödüllendirilmiştir. Türkçenin kelime hazinesini bütün zenginliği ile meydana çıkarmayı gaye edinmiş olan eserde Anadolu Türkçesi’nin unutulmuş veya terk edilmiş eski sözlerine de yer verilmiştir.

Şemsettin Sami, bu sözlükte Osmanlıca’da kullanılan ancak konuşulan Türkçeye girmeyen Arapça ve Farsça sözcükleri ayıklayarak Türkçe kökenli kelimelere ağırlık vermiştir.

Ayrıca, Türkçeyi zenginleştirmek için ve dile tekrar kazandırılması için Anadolu Türkçesi’ne özgü kelimelere yer vermiştir. Ömrünün tam 23 senelik bir tecrübeyle Türkçeye bu anlamlı ansiklopedik ve lügat sözlüğünü kazandırmıştır...

ALİ ŞİR NEVAİ VE MUHAKEMETÜ’L LÜGATEYN

15. Yüzyılın edebi şahsiyetlerinden Ali Şir Nevai tarafından Çağatay Türkçesi ile yazılmış bir eserdir. Nevai bu eserinde, edebi dil olarak Türk Dilinin Farsça’ya nazaran üstün bir dil olduğuna inanmış ve bunu kanıtlamak için de 1499’lu yıllarda bu eserini kaleme almıştır.

Bir çeşit dil bilgisi olan bu eser sadece Türk dili hakkında görüşlerini değil aynı zamanda Türk kültürü hakkındaki farklı değerli bilgileri içermesi bakımından da önemlidir. Farsça ile Türkçe’yi karşılaştırarak, Türkçenin dil zenginliği açısından Farsça’dan üstün olduğunu göstermiştir. Nevai, Türkçeyi edebi dil olarak kullanmayan ve Farsça yazan çağdaşlarına çatar.

Eserin yazılmasında en önemli bir sebep olarak o dönemde Türk aydınları arasında Farsça kullanmak yönünde bir özenti olduğundan bu eserini yazdıktan hemen sonra Türk diline olan rağbet artmış, özellikle de şiirde büyük gelişmeler sağlanmıştır.

Sonuç olarak Türkçenin kelime hazinesinin daha zengin olduğunu, daha güzel ve esnek olduğunu, Türkçe’de bir kelimenin üç, dört ya da daha fazla anlamı olduğunu, Farsça’da ise böyle bir esneklik bulunmadığını delilleriyle ispatlar...

Tarih sahnesine çıkan Selçuklulardan itibaren Türk dili hep ikinci sınıf dil muamelesi görmüştür. Medeniyet kuran milletlerin dillerine diğer milletlerden bir çok kelimelerin girmesi doğal ve kaçınılmazdır. Yerryüzünde bunun bir istisnası da görülmemiştir.

Buna karşılık gerek Osmanlı, gerekse Selçuklunun Türk halkının öz diline karşı Arapça ve Farsça’yı üstün tutarak kendi diline yabancılaşması halkla aralarında kopukluğun en büyük sebebini oluşturmuştur. Diyebiliriz ki, Osmanlı dil konusunda, kendinden önceki Selçuklu devrine nazaran adeta daha milliyetçi ve daha da Türkçecidir...

Şemsettin Sami’nin, ‘’Üç dilden mürekkep bir dil dünyada görülmemiş şey...’’ demesine sebep olan söyletişin altında yine Şemsettin Sami’nin değişiyle; ‘’... Türkçeye birinci dereceden Arabi’den, ikinci derecede Farisi’den bazı kelime ve tabirler girmiştir...’’ deyişi Türkçe’nin içine düştüğü durumu anlatmaktadır.

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız durumun Cumhuriyetten önceki hali olarak; Osmanlı’dan Cumhuriyet rejimine geçilirken resmi kayıtlara göre her 100 erkekten 93’ü, her 1000 kadından 996 tanesi okuma ve yazma bilmiyordu. 40.000 köyden, 35.000 tanesinde okul yoktu. ‘’ Harf devrimi ile bir gecede cahil bırakıldık...’’ diyenler, neden 600 yıl boyunca cahil bırakıldıklarının muhasebesini yapmışlar mı acaba?..

Çok bilmiş Mahir Ünal’ın, Cumhuriyet’in ilanından sonra 3. Kasım 1928 deki yapılan harf ve dil devrimi ile bugünkü Türkçenin yetersizliği hakkındaki sözleri tam bir tarihi çarptırma, cahillik ve ilmi gerçeklerle bağdaşmamaktadır.

Milli egemenliğimiz kaldı mı? Milli egemenliğimiz kaldı mı?

Zaten Osmanlı’nın son iki yüz yılı bu çalışmalar ve ortaya koydukları görüşler de göz önünde bulundurulduğunda kimin veya kimlerin boylarından büyük hamasi laflar yaptıkları gerçeği ortaya çıkar...

Dilimizin sadeleştirilmesi hakkındaki çalışmalar ve yazı dili ile halk dili arasındaki kopukluğun giderilmesi konusu 1839 Tanzimat fermanından sonra ki Türkologlar tarafından savunulmaya başlanmıştır.

Bunlardan başta Şinasi, Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, Ahmet Cevdet Paşa, Ziya Paşa, Şemsettin Sami, Süleyman Paşa, Ali Suavi, Hüseyin Zade Ali Paşa, Ziya Gökalp gibi düşünür ve yazarlar Atatürk’ten çok önce dil devrimini ve dilde sadeleşmeyi savunmuşlardır. Maksat Atatürk’e ve Cumhuriyet’e hazımsızlık olduğu için cahil de olsalar bu gerçekleri bilmediklerine inanmak zor...

Yukarıda belirttiğimiz gibi 1923 Cumhuriyetin ilanında Anadolu’nun nüfusu 12. Milyon civarındadır. Bu nüfusun ise erkeklerde ancak yüzde 7’sı,i, kadınlarda ise binde 4 oranında okur yazar görünmektedir... Devam edecek. 26.10.2022

Av. Faruk Ülker

Editör: Kerim Öztürk