Bugün size Türkiye Cumhuriyeti’nin her seçim öncesi ve sonrası yaşadığı ve bölücülere verilen tavizlerin sebep olduğu “hazin ve acılı kara döngüyü” anlatacağım.
Terör örgütü PKK, 1978 yılında Marksizm-Leninizm ideolojisi çerçevesinde kurulmuştur.
Günümüze kadar olan süreçte başta Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgemizde olmak üzere asker ve polisimizin yanı sıra öğretmen, doktor, yaşlı, genç, çocuk, kadın demeden on binlerce masum insanımızı katletmiştir.
Türkiye’yi bölme ve parçalama emeli içerisinde olan PKK terör örgütü doğal olarak Türkiye düşmanlarının da desteğini almış, almaya devam etmektedir.
Kasım 1979 tarihinde PKK terör örgütünün 60 kadar kurucusu illegal şekilde Suriye’ye geçmiş, buradan Suriye İstihbarat Teşkilatı El Muhaberat’ın destekleriyle de Filistin Kurtuluş Örgütü’ne bağlı El Fetih grubunun Lübnan Bekaa Vadisi’ndeki kamplarına yerleşmişlerdir.
PKK mensuplarına o dönem eğitmenlik yapan şahısların önemli kısmı SSCB ülkelerinde ideolojik ve silahlı eğitim gören şahıslardı.
Bu süreç içerisinde PKK, yine Filistin Kurtuluş Örgütü’ne bağlı El Fetih grubunun Lübnan Bekaa Vadisi’ndeki kamplarında bulunan Ermeni ASALA terör örgütüyle iş birliği yapmıştır.
PKK’nın politik ajandasını anlamak için 1980’de ilan ettiği ve 21-28 Nisan tarihlerini kapsayan “Kızıl Hafta” ilanını da doğru okumak gerekir. PKK için hiçbir anlam ifade etmeyen bu tarihleri içeren “Kızıl Hafta"nın özellikle sözde Ermeni soykırımı tarihi olan 24 Nisan’ı kapsaması elbette bir rastlantı olarak düşünülemez.
Sonda söyleyeceğimiz sözü baştan söyleyelim…
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk Milleti’ne inatla Kürt sorunu ifadesiyle dayatılmaya çalışılan “PKK TERÖR SORUNU” esasında PKK’nın dış destekli Türkiye'yi bölme ve parçalama, sözde BÜYÜK KÜRDİSTAN kurma amaçlı ajandasından ibarettir.
PKK KANDİL’E VE IRAK’IN KUZEYİNE BARZANİ İLE YAPTIĞI PROTOKOL İLE YERLEŞTİ
İşte PKK, BÜYÜK KÜRDİSTAN vaadi ile bu hayal peşinde koşanlarla iş birliğine gitti. 1982 yılına gelindiğinde önce ASALA ile ittifak oluşturan PKK, Irak’ın kuzeyine militanlarını yollayarak bugün KDP olarak bilinen Mesut Barzani liderliğindeki oluşum ile bir ittifak protokolü imzalayarak Irak’ın kuzeyine yerleşmiştir.
Bu protokol terör örgütü PKK’nın yayın organı "Serxwebun" dergisinin 1983 tarihli sayısının 16. sayfasında da açıkça ifade edilmiştir.
Bu tarihten itibaren Irak’ın kuzeyine yerleşerek Türkiye’yi hedef alan eylemlerinin alt yapısını oluşturmuştur.
1988 yılında bu yapıdan Saddam Hüseyin’de faydalanmaya çalıştı. PKK’lıları Bağdat’a davet eden Saddam lojistik, askeri ve politik anlamda terör örgütüne ciddi destekler ve imtiyazlar sundu.
PKK KURTARILMIŞ BÖLGELER İLAN ETMEYE BAŞLIYOR
1989 yılına gelindiğinde ise PKK’nın Siirt'in Eruh ilçesi, Şırnak ve Şırnak'ın Cizre ilçesini kapsayan ve PKK’nın sözde Botan olarak ifade ettiği bölgede terör eylemlerine başladı ve burayı kurtarılmış bölge olarak ilan etme girişiminde bulundu.
PKK, 1989 yılında sadece bu bölgedeki 180 vatandaşımızı katletti.
Yani PKK sözde kendisini temsilcisi olarak göstermeye çalıştığı insanları katlediyordu.
PKK TERÖR SORUNUNUN “KÜRT SORUNUNA” EVRİLME GAYRETLERİ
1988 yılıyla birlikte PKK özellikle derneklere, siyasi partilere, medya organlarına ve sosyal hayata girme girişimlerine de başlamıştı.
PKK’nın terör ideolojisi “Kürt Sorunu” adıyla adım adım bu dergi, gazete ve bültenler aracılığıyla organize bir propaganda faaliyetiyle örülüyordu…
Örgüt kendisine müzahir gruplar ve kendi söylemleri için de yankı odaları oluşturmaya başlamıştı.
“Kürt Sorunu” ifadesi de bu yankı odalarında tekrarlanarak adeta tekrara dayalı bir propaganda faaliyetine dönüştürülüyordu…
Böylelikle “Kürt Sorunu” algısı, “terör sorunu” olgusunun önüne geçirilmiştir.
HÂLBUKİ TÜRKİYE’DE NE BİR TÜRK SORUNU NE BİR KÜRT SORUNU VARDI
Zira Türkiye Cumhuriyeti’nde ırki, dini veya diğer şekillerde etnik bir Türklük tanımı ve kavramı yoktu, vatandaşlık bağlamında anayasal Türklük tanımı vardı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı herkes Türk'tü!
Her Türk vatandaşı kanunlar önünde eşitti.
İşe, okula girerken, ev, arsa alırken, bir şehirden başka şehre taşınırken, seyahat ederken, nüfus cüzdanı, ehliyet, diploma, pasaport alırken, savcılıkta ya da mahkemede hiç kimseye kökeni sorulmuyordu.
Ancak PKK bir yandan terör eylemlerine devam ederken, bir yandan da kurdurduğu ve desteklediği sivil toplum kuruluşları ve medya organları vasıtasıyla “Kürt Sorunu” ajitasyon propagandaları yapıyordu.
AYAKLANMA HAZIRLIKLARI BAŞLIYORDU…
1988 yılındaki PKK’nın 3. Kongresi'nde ise şehir faaliyetlerini daha da yoğunlaştırma kararı alınmıştı. Bu kararlara göre PKK, şehirlerde kadrolar inşa edecek, bu kadrolar vasıtasıyla istediği uygun zamanda ayaklanmalar yapacaktı.
Hatta 1989 yılında “Ayaklanma Hazırlığı” konusunda bir PKK kitapçığı dahi yazılmıştı. “Ayaklanmalara Doğru Yaklaşım ve Uygulama Görevlerimiz” isimli bu terör kitapçığı köylerde, şehirlerde, okullarda ve toplumsal alanlarda nasıl ayaklanma çıkarılacağını tek tek tarif etmekteydi.
Bu kitapçıkta ifade edilen yöntemi ne yazık ki 7-12 Ekim 2014 tarihinde Türkiye’de acı bir şekilde yaşadık…
PKK SİYASAL UZANTI OLUŞTURUYOR
Terör örgütü PKK, kurulduğu ilk günden beri yoğun bir şekilde kullandığı şiddet ile istediği geniş kitlelere hiçbir zaman ulaşamamış, yaptığı propaganda faaliyetleri ise beklenen ölçüde karşılık bulmamıştı.
Terör eylemleriyle asla ulaşamayacağını bildiği kitlelere PKK, yasal boşluklardan istifade ile kurdurduğu ya da sızdığı siyasi partiler vasıtasıyla ulaşma stratejisini hayata geçiriyordu.
Terör örgütü kurdurduğu ve sızdığı bu partiler vasıtasıyla bölücülük ve terörü meşrulaştırma propagandasını çeşitli platformlarda, hatta TBMM’de yapma imkânı bulmuştu.
“Büyük Kürdistan” kurma emelini “Kürt Sorunu” olarak ifade ederek taleplerini kabul edilmesini sağlayacak kamuoyu zemini oluşturmaya çalışıyordu.
PKK mevcut parti, dernek, sendika gibi demokratik kuruluşların içerisine sızmak ve hatta bunları kurmak suretiyle demokratik özgürlük nimetlerini kendi amaçları doğrultusunda istismar ediyordu ve bu platformları olması gereken amaçlarından saptırarak kendisine müzahir yapılar haline getiriyordu.
Bu süreçte terör eylemlerini artıran PKK, Türk ordusu tarafından perişan ediliyordu…
1992 yılında PKK, beli Türk Ordusu tarafından her kırıldığında yaptığı gibi güya bir eylemsizlik ilan ediyordu…
TSK’NIN HER BÜYÜK DARBESİNDEN SONRA, PKK’NIN İLAN ETTİĞİ HER EYLEMSİZLİK “YENİDEN TOPARLANMA SÜRECİ” OLUYORDU
İşte 1992’deki Nevruz olaylarının ardından örgütün propaganda dergisi olan “Serxwebun” dergisinde, örgüte müzahir parti ve vekillerinin adeta birer PKK militanı gibi davranması gerektiği, aksi takdirde sonuçlarının ağır olacağı yazılmıştı.
Yine bu eylemsizlik kararı sırasında ise PKK sözde "Kürdistan Ulusal Meclis Hazırlık Komitesi” kurmuştu. Bu komiteye Türkiye’de vekillik yapan PKK’ya müzahir partinin üyeleri, Avrupa’dan heyetler ve farklı gruplardan isimler katılmıştı.
Örgüt bu komitede tam teşekküllü bir politik alan inşa etme stratejisini ortaya koyuyor; din, sağlık, azınlık hakları, kadın hakları, kültürel faaliyetler, çevre duyarlılığı gibi örgütün legal anlamda örgütleneceği alanlar belirleniyordu.
1992 yılında PKK Türkiye’yi bölme niyetini de açığa vurarak sözde “Kürdistan Ulusal Meclisi”ni ilan ediyordu.
1993 Mayıs ayı içerisinde terörist başı Öcalan’ın talimatıyla PKK uzantısı siyasi parti vekilleri sözde “Kürt Sorunu” çözümü için görüşmeler yapmak adına ABD’ye gidiyordu.
PKK ile kendisine müzahir partinin bu durumu kamuoyu nezdinde tepkilere neden oluyor, bu parti kapatılıyordu.
Ve böylece başka adlarla ama aynı amaçla, hatta aynı kişilerden oluşan PKK uzantısı siyasi partiler kurulması tiyatrosu başlıyordu…
ÖCALAN’IN YAKALANIP TÜRKİYE’YE GETİRİLMESİYLE ÖRGÜT CİDDİ BİR STRATEJİ DEĞİŞİKLİĞİNE GİDİYORDU…
Örgütün bir türlü hedeflerine ulaşamaması sorgulanıyordu.
Soğuk Savaş atmosferinin sönümlenmesiyle birlikte PKK, ideolojik, siyasal ve kültürel boyutlu faaliyetlere ağırlık vermeye başlıyordu.
TSK, PKK’yı adeta kafasını kaldırmaz hale getirmişti.
2002 yılında terör örgütü listesinde yer almamak için ismini PKK/Kongra-Gel olarak değiştiren örgüt özellikle Türkiye ile AB ilişkilerini bir fırsat olarak görmüştü.
Bu kez yine PKK’nın siyasi, STK ve medya uzantıları "Kürt Sorunu ve kültürel haklar” gibi propaganda faaliyetlerini öne çıkarmışlardı.
PKK bu yeni stratejisiyle Türkiye sınırları içerisinde sözde sivil toplum kuruluşlarını, partileri, dernekleri öne çıkartmış ve sözde demokratik kurumlarla siyasi ittifaklar inşa ederek taleplerini kabul ettirme amacı içerisine girmişti.
HER SEÇİM ÖNCESİ SİYASİ PARTİLERİN TAVİZ YARIŞLARI
Türkiye’de seçimler yaklaşıyor, terör neredeyse bitmişken partiler “Olmayan Kürt Sorunu”nu oy potansiyeli olarak görüyor, aslında teröre prim veriyorlardı.
Siyasi partilerin yanı sıra tüm halkımız bu günlük oy hesabının bedelini, PKK ve yandaşlarına verilen tavizle yakında başlayacak PKK terör eylemleri ile sona erecek huzurlu günlerle ödeyecekti.
Daha önce dediğim gibi PKK, gerek 1992 gerekse 2001 sonrasında Türk Ordusu tarafından her ezildiğinde tek taraflı olarak sözde ateşkesler ilan etmiştir.
Bu sözde ateşkesleri de hep kendisini silahlı ve siyasi anlamda daha da güçlü kılmak için kullanmıştır.
İşte seçimler öncesi ve esnasında PKK’nın siyasi uzantılarına verilen söz ve tavizlerle, yapılan propagandalarla yeniden toparlanan PKK, hemen seçimler sonrası 2003’te yine eylemlerine başlıyor ve ülke kan gölüne dönüşüyordu.
Bir sonraki seçime kadar ülkenin huzur ve güvenliğini sağlamak için mücadele eden askerlerimiz, polislerimiz ve hatta eylemlerde sivil vatandaşlarımız şehit oluyordu.
2007 seçimleri öncesi ve sonrasında da benzer şeyler yaşanıyordu.
Siyasetçiler oy uğruna adeta PKK uzantılarına taviz üstüne taviz veriyor, örgüt daha da güç kazanıyordu.
Seçimler sonrası ise kazandığı güç ve cesaret ile iyice vahşileşen PKK eylemlerini artırıyor, ülkemizin bütünlüğünü korumak için mücadele eden güvenlik kuvvetlerimizin kahraman mensupları ise daha çok can veriyordu.
BÖYLE HAZİN BİR KARA DÖNGÜYDÜ YILLARDIR YAŞANAN…
2010 yılına gelindiğinde Anayasa Değişikliği Referandumu ve 2011’e gelindiğinde ise yine seçimler vardı…
PKK ve siyasi uzantıları FETÖ desteğinde propagandalar yapıyor, yine oy kasası olarak görülüyor ve taviz üstüne taviz alıyorlardı...
Artık PKK ve uzantıları Türkiye’yi önce federasyon sonra bölme hedefine iyice yaklaşmıştı...
“ÇÖZÜM SÜRECİ ADI ALTINDA ÇÖZÜLME SÜRECİ” SİYASİ OLARAK BAŞLATILMIŞTI...
FETÖ de bu süreci alkışlıyordu...
2012’den 2015 yılına kadar süren “çözüm süreci” döneminde sözde diyalog, müzakere gibi ifadelerle PKK’nın 1989’dan bu yana uyguladığı stratejinin pratiğe dökülmesinin önü açılmıştı.
PKK daha önceki benzer eylemsizlik dönemlerinden de daha serbest ve çok daha fazla şekilde 2012-2015 arasında tüm meşru alanlarda daha çok örgütlenmiş, şehirleri cephaneliklere çevirmişti.
Bu arada dünya kamuoyu nezdinde de kendisini adeta demokratik ve barışçı tavır sergileyen bir hak mücadelecisi unsur olarak tanıtmaya başlamıştı…
O yıllarda yaşanan seyyar mahkemeler dahil rezaletleri yazmak da hatırlamak da istemiyorum…
AKREP YİNE AKREPLİĞİNİ YAPMIŞ
Nihayetinde PKK ne silah bırakmış ne de verdiği sözlerde durmuştu…
“Büyük Devletler terörist ile müzakere değil, mücadele eder” sözü bir kez daha acı şekilde tecrübe ediliyordu.
Akrep yine akrepliğini yapmış, 2014’ten itibaren eylemlerine ve şehirlerdeki sokak hareketlerine hız vermiş, 1989’dan itibaren kurguladığı şehir ayaklanmalarını organize etmiş, askerlerimizi şehit etmiş ve bölge insanını sindirmek için her türlü şiddeti kullanmaya başlamıştı…
Resmen Türkiye bir iç savaşa gidiyordu...
Adı da “Hendek Savaşları” idi...
Şehirlerin çevresine ve içine hendekler kazılırken, barikatlar yapılırken, patlayıcılar yerleştirilirken, yani şehirler ele geçirilirken, “çözüm süreci” adına güvenlik kuvvetleri izlemişlerdi…
Şimdi de şehirlerimizi tekrar ele geçirmek, teröristlerden arındırmak, hendekleri kapatmak, barikatları kaldırmak için can ve kan veriyorlardı…
Bu inanılmaz bir tezattı ama gerçekti…
2015 seçimleri yaklaşıyordu….
HALK NE YAPSINDI?
PKK tarafında yer alsa bir türlü, devlet tarafında yer alsa bir türlü...
Halk çözüm sürecinde yaşananlar nedeniyle kendini güvende hissetmiyordu... Devlete güvenip terör örgütüne tepki koysa, devleti yönetenler yarın, bir gün terör örgütü ile masaya oturabilecek konuma gelebiliyordu...
O zaman da terör örgütü halktan hesap soruyordu...
Hatta mahkemeler dahi kuruyordu...
Halk resmen terör örgütü baskısı altında idi...
Yani PKK ve uzantılarının yine oy potansiyeli vardı… Neden ise yine siyasetin verdiği tavizlerdi...
TEKRAR O HAZİN KARA DÖNGÜ…
PKK uzantısı siyasi parti mensupları hiç çekinmeden Kandil’e ve Öcalan’a selamlar yolluyordu...
PKK uzantıları doğal olarak seçimlerden daha da güçlü çıkmıştı…
2016’da FETÖ darbe girişimi ve sonrası devletin kararlı tutumu neticesinde FETÖ’den arındıkça güçlenen TSK ve polisimiz PKK’yı hemen hemen silmiştir…
2018’de de yine PKK uzantılarına siyasiler gözler kırpsa da sütten dili yananlar yoğurdu birazcık da olsa üfleyerek yemeye çalışmışlardır.
ŞİMDİ GELDİK 2023 SEÇİMLERİNE VE BAŞLADI YİNE “O HAZİN DÖNGÜ…"
Allah aşkına, adı ne olursa olsun, şu bölücülere taviz vermeyin ey siyasiler…
Bedelini kanımızla, canımızla ödüyoruz…
Allah aşkına bu Milleti ve Devleti seviyorsanız yapmayın!
Bu sözlerim hem iktidara hem de muhalefetedir…
Bunlarla iş birliği yapana şehit ve gazilerimizin hakları da haramdır...
Benim de hakkım haram olsun!
Allah Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü korusun!