Hepimiz zaman zaman ülkenin içinde bulunduğu sıcak gündemin etkisiyle, günlük meselelerin kısır döngüsüne kapılarak, siyasi ve fikri dünyamızın temellerini teşkil eden kavramlarımızı ihmal ediyoruz.
Bu yazımızla arkadaşlarımızın bu konudaki yazılarına katkı sağlamak amacıyla, güne ve gündeme teslim olmadan, yeni dönemde demokratik meşruiyetin kaynağı olarak milliyetçiliğe dair görüş ve kanaatlerimi paylaşmak istedim.
Türkiye’de siyasî konjonktüre ve kısa vadeli siyasi hesaplara göre, bazılarının bazen “ayaklar altına alarak” örselenmeye çalıştıkları, ihtiyaç duyulduğunda ise başka bir sâikle adına "beka" diyerek can havliyle sarıldıkları milliyetçilik, bizler için sadece dönemsel ihtiyaçları karşılayacak elverişli ve gündelik kullanıma uygun bir kavram değildir.
Milliyetçilik birilerince kimi zaman ‘modası geçmiş, bugünün Türkiye’sinde hiçbir fayda sağlamayacak duygusal bir tepki’ olarak, kimi zaman ise ülkenin savunma refleksi, mukavemet katsayısı olarak görülmüştür. Oysa milliyetçilik ne modası geçmiş olarak zikredilecek sığlıkta bir mefhumdur ne de sadece ülkenin içinde bulunduğu zor şartlara karşı kullanılacak bir savunma mekanizmasıdır.
Milliyetçilik, ‘bizler için her şeyden evvel vatanseverliktir ama şuurlu ve sorumlu bir vatanseverlik’ Bu sorumluluk ve şuur sebebiyle Türk Milleti’ni yükseltmek, ülkenin menfaatlerini gözetmek milliyetçilerin esas hedefidir. Bu sebeple bizim milliyetçilik anlayışımızın köklerinde sevgi vardır. Çünkü maddi-manevi açılardan bir şeyin menfaatlerini her şeyin üstünde tutabilmek için, önce o şeyi sevmeniz lazımdır. Fakat sadece sevmek de bir şeyi yükseltebilmeniz için yeterli değildir.
Türk milliyetçiliği fikriyatı, inşâ edici referans kaynağı olarak tarihî kahramanlıklar veya edebî metinler kadar kalkınmacı-gelişmeci ve fertlerin mutluluğunu hedefleyecek bir heyecan kaynağına da ulaşmak zorundadır.
Somutlaştırırsak, Türk insanının kişi başına millî gelirinin 50 bin dolara ulaştırılması, medenî insan haklarını özümseyerek yaşaması hedefi, tüm vatanseverleri heyecanlandırmalı. İşte böylesi bir rasyonel heyecan da; ülke menfaatlerini sağlamak ve bu yoldaki gayretleri diri tutmak açısından faydalı ve etkili olacaktır. Bu yüzden bize ‘hamasetle süslenmiş ve lâfzen iddialı’ değil muhtevaca iddiâlı, “şuurlu bir vatanseverlik, milliyetçilik” lazımdır. Bu noktada şu sözleri hatırlatmak gerekir:
Vatanseverlik ve milliyetçilik elbette ki, heyecan ihtiva eden bir hissiyattır ve bu duygu olmaksızın hiçbir millî inşa gerçekleştirilemez; ama bundan ibaret de görülemez. Vatanseverlik, aklî-zihnî ve vicdanî muhakeme gerektiren tarihî ve coğrafî bir şuurdur aynı zamanda.
Büyük ve medenî milletlerin milliyetçiliği, içe kapanmayı değil dışa açılmayı, dünyaya kendi ülkesinden baktığı kadar, ülkesine de insanlığın yürüdüğü mecradan ve dünyanın gittiği istikametten bakabilmeyi gerektirir. Vatanseverliğin asıl hedefi, Türkiye’de ‘cephe’leşmek değil, hedef olduğu ‘husûmet’e karşı, Türkiye’yi tek cephe haline getirecek bir azim, irade ve gayretin sahibi olmaktır.
Türk-İslâm alemini gururlandıran, medeniyetimize ilmiyle adını kazıyan alimlerimizi ve söylemlerini, değerlerimizi sık sık hatırlamak adına da kıymetli olacaktır. Bu bağlamda Nihad Sami Banarlı’nın tespitlerini paylaşalım:
“Her zaman, her fırsatta düşünmeliyiz: Gerçek milliyetçilik ‘ben milliyetçiyim!’ diye haykırmak; bu heyecanı yalnız kelimelerle duymak; yahut şu veya bu milletin, ötekilerden üstün olduğunu bir takım reklam ve afiş tipi eserlerle; büyük harfler ve büyük sözlerle iddia etmek değildir. Bir millete hizmet, onun millî ve medenî değerlerini, elle tutulacak kadar sağlam ve gerçek eserler haline koyarak, onun yeni nesillerine ve bütün medeniyet alemine, sükûn ve vakarla tanıtmak yoluyla daha güzel yapılır. Böyle eserler mütevazı köşelerde, sabır ve sükûn içinde çalışmak yoluyla hazırlanır. Uykusuz gecelerin emeklerinde manevî bir mükâfat gizlidir. Medeniyetlerin yeni nesillerine, büyük mazilerin fazilet ve enerji kaynaklarını göstermenin mükâfatı…”
İşte bizlerin milliyetçilik anlayışı böyle bir anlayış olmalıdır. Bizlerin milliyetçilik anlayışı slogan üretme yarışı değil, bu ülkeye ve evrensel kültüre kattığımız değerlerin yarışı olmalıdır.
Türk Milliyetçileri, köklerine bağlı kalarak, milli kültürünü evrensel değerlerle harmanlayarak yeni bir medeniyet inşâsında yarışmacı-ilerlemeci bir anlayışla milliyetçilik fikriyâtını insanımızın yeni motivasyon kaynağı olarak geliştirmek zorundadırlar.
Yaklaşık iki yüz yıldır ‘mûasır medeniyet seviyesi’ diye mefkûre haline getirmeye çalıştığımız hedeflere ulaşabilmek için milliyetçilik anlayışımızı; insanımızın mutluluğunu esas alarak, devletimize ve milletimize “aidiyetlerini” artıracak, demokratik değerleri, evrensel hukuk ilkelerini, medeni hakları ve refahı sağlayacak şekilde tesis ve tahkim etmek zorundayız.
Unutulmamalı ki, Türk Milliyetçiliği fikriyatı 20. asrın başında işgale uğramış vatanımızın müdafaası için bir savunma refleksi ve mukavemet iradesini temsil ediyordu. 21.yüzyılda ise Türk milliyetçileri olarak milliyetçiliğimizi; sivil, hukukun üstünlüğüne dayalı ve demokratik bir anlayışla bir düzen kurmanın, gelişmiş dünya ile yarışma, rekabet etme fikriyatına dönüştürmek; geleceği inşa edici, bütünleştirici, rasyonel bir duygu olarak yorumlamak ve geliştirmek mecburiyetindeyiz.
Rubil GÖKDEMİR 2019