Bilindiği gibi terörle mücadelede en kritik görevlerde bulunan ve Türkiye’nin Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de millî politikalar takip edebilmesini sağlayan subaylar, Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi davaların soruşturma ve kovuşturma aşamalarında tasfiye edilmiş oldu.

Bu bakımdan Genelkurmay Başkanlığı’nın “Kamuoyunda farklı isimlerle adlandırılan, sonrasında sahte delillerin kullanıldığı ortaya çıkan ve süreç içerisinde Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını derinden üzen davalar beklendiği şekilde beraat ile sonuçlanmıştır. (…) Alınan bu kararlar çerçevesinde, beraat eden personelimizin, ailelerinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının sevincini yürekten paylaşır, kendilerine sağlıklı ve mutlu günler dileriz” diye açıklama yapması, kaybedilen zamanı, itibarı ve kaybedilen insanları geri getirmiyor.

Üstelik bazı komutanlar hakkında bireysel olarak açılan ve terör örgütü yandaşları tarafından müdahil olarak takip edilen davalar hâlâ devam ediyor!

Mesela bunlardan biri Binbaşı Tamer Karslıoğlu’dur. Birçok silah arkadaşı gibi o da suçsuz bulunup beraat ettiği halde görevine iade edilmemiştir. Göreve dönmek için açtığı dava diğer davalar gibi Anayasa Mahkemesi’ndedir. (Hatta 5 Mart Cumartesi günü Beşiktaş Demokrasi Meydanı’nda, saat 13.00’te konuyla ilgili bir toplantı yapılacaktır.) Mücadele bitmemiş, hayatta kalanların mağduriyeti giderilmemiştir. Genelkurmay Başkanlığı’nın bu tür mağduriyetleri yok etmek için yoğun bir çaba içine girmesi beklenmektedir.

***

Fakat bu arada, terörle mücadelede, bugünkünden çok daha etkin yeni bir süreç başlayacağı anlaşılıyor. Bunun delili de Genelkurmay’ın, uzun süredir terörle mücadele eden personelin yargılanması ile ilgili olarak hükümetten istediği yasal güvencenin verilecek olması. Hazırlanan taslağa göre terörle mücadele eden askerleri yargılamak için rütbesine göre Millî Savunma Bakanı ve Başbakan’dan izin alınması gerekecek.

Anlaşılıyor ki bu konuda bir devlet kararlılığı söz konusu.

Zaten askerlerin kalpgâh dediği bir bölgede büyük bir terör eyleminin yapılmasının sebebi de bu…

Eylemin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a ve Genelkurmay Başkanı’na kararlılığı kırmaya dönük bir dış uyarı olduğuna dair yorumlar var. Fakat artık devlet radikal kararlar almaya mecbur. Çünkü bu saldırıların temelinde Türkiye’nin birliğini, bütünlüğünü bozmaya dönük küresel bir operasyon var.

***

Denilebilir ki; “Siz yıllardır, AKP iktidarının uygulamalarının da o küresel projeler çerçevesinde olduğunu, Yeni Anayasa’nın da devleti yıkıp yeniden kurmak anlamına geldiğini yazıyorsunuz. Şimdi ise Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın kararlılığından söz ediyorsunuz. Bu büyük bir çelişki değil mi?”

Evet ama bu çelişkiyi ben oluşturmadım. Üstelik bu çelişki öyle bir durum ki daha iki-üç gün önce, Cumhurbaşkanı’nın eşi “90 yıllık enkazı kaldırdık” diyerek Cumhuriyet dönemini enkaz olarak gösterdi!

Bu noktada sormak lâzım; Türk askeri, 90 yıllık enkaz için mi savaşıyor? Mehmetçik, 90 yıllık enkaz için mi hayatını feda ediyor ve şahadet şerbetini içiyor?

Fakat şu bir gerçek ki Cumhurbaşkanı, devletin bekası için elinden geleni yapmak zorunda. Başka bir şansı yok! Bu itibarla, askerin önündeki yasal engelleri kaldırırken mücadelenin gereği olarak daha başka ne türlü tedbirler almak gerekiyorsa, almak zorunda. Bu, kendisinin siyasi hayatının devamı için de bir zorunluluk zaten. Söz konusu olan devletin var olma mücadelesidir. Söz konusu vatansa, gerisi gerçekten teferruattır!