Kalktı göç eyledi ilmin erleri sanki…
Göç eyledi Türklüğün erenleri…
Yaprak dökümü mü, terk mi bu yoz iklimi; bilmem ki.
Bildiğim ve fakat kabullenmekte güçlük çektiğim; Türkiye Cumhuriyeti'nin yetiştirdiği en değerli tarihçilerden biri olan Prof. Dr. Abdülkadir Donuk'un (da), İstanbul Üniversitesi'nde öğrencisi olabilme, dersine girebilme ayrıcalığına da sahip olduğum Donuk Hocamızın (da) vefat ettiği.
*
Emekliliğinden sonra mesleki çalışmalarına Beykent Üniversitesi'nde devam ediyordu ama İstanbul Üniversitesi'nin "efsanesi"ydi;
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu'nun asistanı olarak başladığı akademik kariyerinde, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl gibi, Prof. Dr. Mualla Uydu Yücel gibi birbirinden kıymetli tarihçilerin; "hocaların hocalığı"na kadar erişti.
Katıksız, karışıksız, bulaşıksız, arı Türk Milliyetçisiydi.
Benim yazı hayatımdaki biricik rol modelim merhum Necdet Sevinç'in akademideki karşılığıydı sanki. Samimiyeti, gerçekliği, cesareti, mertliği, tavizsizliği, ilkeliliği, kibirsizliği, gençlerin üzerinden hiç çekmediği eli hep öyle hissettirdi.
*
Mevzubahis Türklük şuuru olunca amfi 5'i inlettiği o gür sedanın sahibi değilmiş gibi yumuşacıktı kişiliği. Eşsiz bir şefkat duygusuna, nesli tükenen bir vicdana sahipti. Hoca değil baba gibiydi. Yaşı ilerledikçe dedeliğe terfi etti; malum başka türlü oluyor torun sevgisi. Bizi öyle sevdi.
"Diğerleri"nden en büyük farkı; dağ gibi durdu; dayayabildi sırtını ona öğrencileri…
Birine sırtını dayayıp yan gelip yatmak değil bahsettiğim; tembel insanı sevmezdi.
Evlerinden, ailelerinden uzakta en sahipsiz, en çaresiz, en sıkışmış hissettikleri anda bitiverirdi o kavruk Anadolu çocuklarının yanında!
Onların eğitim hakları, hatta bazen koridorlarda uçuşan satırların, taşların, sopaların gölgesinde yaşam hakları için kavganın her türüne girdi. Gözü pekti. Bir tek öğrencisinin geleceğini, diplomasını, "düzene" yedirmedi; yedirmemek için gösterebileceği gayreti üst düzeyde gösterdi.
"Kim var" diye arkasına baktığı görülmedi; tek başına da olsa doğru bildiği yolda yürüyebilecek karakterdeydi.
*
Bizim dönemde, Hergele Meydanından indirilen bir Türk bayrağı hikâyesi vardır; meşhur.
Donuk Hoca, haberi alır almaz olay yerine koşup, tek başına asmıştı indirildiği yere o bayrağı! Günlerce anlatıldı.
Bizden önce ve bizden sonra da, bunun gibi kim bilir ne çok olayın seyrinin değiştiği yerde, onun imzası vardı.
Tavır adamıydı.
*
Milliyetçi öğrenciler için çöldeki vahayı andıran odası -girenler bilir ne demek istediğimi- ve bir de sehpasının üzerindeki ünlü şeker-çikolataları!
Kreş çocuğuyduk sanki; hiç ihmal etmezdi o ikramlıkları bulundurmayı; yemek serbest…
Nerede, iki satır cevap için kapısının önünde kök saldıran profesörler; nerede Donuk Hoca'nın sağladığı ev sıcaklığı.
*
14 Mayıs 2017…
Tekirdağ'da, bir tatlı telaş içindeyiz…
Malum Trakya; davul-zurna, "Yüksek yüksek tepeler"; kına gecesi yapıyoruz…
A-aa, baktım kapıda Donuk Hoca.
Daha nasıl anlatayım; bir Hoca düşünün, yaşı hastalığı elvermez de Ankara'ya düğüne gelemez diye, 70 yaşında, bir başına, İstanbul'dan kalkmış kına gecesine gelmiş Tekirdağ'a…
Tabii bizim duygular şelale…
En son yüz yüze görüşmemiz de o oldu herhalde; Ankara, doğum, pandemi derken sonrası hep telefonla dertleşme…
*
Telefona bakma yüzdesi yerlerde sürünen biri olarak iki elim kanda olsa açmazlık etmeyeceğim, iyi ki de etmediğim birkaç kişiden biriydi Donuk Hocam…
"Selceen kızım…" diye başlar, hiç aksatmadan "Damat Bey"i sorar, "Işbara Alp'i gözlerinden öper" bazen bir güncel haber konusundan, bazen okul günleri, bazen siyasi nezaket(sizlikler), bazen ülkülerimizden çıkardı… Bazen takdirini, bazen bir iç sıkıntısını paylaşırdı.
Ne güzel katkılar… İnsanı nasıl değerli hissettiren detaylarıydı yalan dünyanın o konuşmalar.
*
Benim ak saçlı, pak yürekli canım Hocam…
Varlığını kimselerin gözüne sokmadı…
Ama yokluğu çok hissedilecek!
Ruhu şad, mekanı cennet olsun!
Selcan TAŞÇI - Yeniçağ