Osmanlı’nın Kürtleştirdiği  Türkler! Osmanlı’nın Kürtleştirdiği Türkler!

GERÇEKTEN SEVİLECEK İNSANLAR DEĞİLİZ. KAFAYI TAKTIĞIMIZ ŞEYE BAKIN… 

RECEP ŞÜKRÜ APUHAN

Sayın Cumhurbaşkanımızın çeşitli vesilelerle çıktığı kürsülerde Batı ile coşkulu bir şekilde hesaplaşmasını -her ne kadar hoşuma gidiyorsa da- doğru ve uygun bulmuyorum. Bu konuşmaların “Eyy Almanya…Eyy Fransa…Eyy..Avrupa Birliği…Eyy Amerika..delikanlı olun ciğerimi yiyin.” ya da “Alman ekolü operasyon yaptı.” örnekleriyle özetleyebileceğimiz üslubunu da beğenmiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı emsalsiz bir tarihi, kültürü ve medeniyeti, çok büyük bir devleti ve yine çok büyük bir milleti temsil ediyor. Uğradığımız haksızlıklar karşısındaki duygularımız-düşüncelerimiz Cumhurbaşkanı düzeyinde dile getirilirken biz tarihi büyüklüğümüze yaraşır bir dil ve üslup bekliyoruz. Türkiye, sömürge olmaktan yeni kurtulmuş yeni bir devlet, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı da o devletin dünyanın önünde içini döken ilk başkanı değildir.
Cumhurbaşkanımız kendisini diplomatik üsluba mecbur hissetmiyor ve aynı zamanda kürsülerde Batı ile en temel sorunlarımızı da dile getirmekten kaçınmıyor. Mesela, Fetih kutlamalarındaki konuşmasında “İstanbul’un fethinin hesaplaşması 563 yıldır bitmedi.” demişti. Tespit doğruydu ama bunu Cumhurbaşkanının söylemesi yanlıştı. Devletimiz, Batı’ya karşı hesaplaşma içeren bir konuşma yapılması gerektiğine kesin karar vermişse bu konuşma çok daha alt makamlardan başlatılmalıdır. Cumhurbaşkanımız bu tavrıyla diplomatik alanı daraltıyor. Dışişleri Bakanı’nın yapacağı bir hatayı Başbakan düzeltebilir. Başbakan’ın yapacağı bir hatayı Cumhurbaşkanı düzeltebilir. Fakat Cumhurbaşkanı’nın yapacağı bir hatayı kim düzeltebilecektir? Hepimiz mecburen o hatanın arkasında duracağız ve yepyeni bir sorunumuz doğarken hepimiz o sorunun bir parçası olacağız.
Cumhurbaşkanımızın dış politikamızla ilgili konuşmalarının Dışişleri Bakanlığınca gözden geçirildiğini ve gerekiyorsa “Efendim, şu hususu şimdi erteleyelim ya da şöyle dile getirelim.” denebildiğini hiç zannetmiyorum. Cumhurbaşkanımız şu anda birkaç cümleyle istediği devlete savaş açabilecek durumda. Yok, sahnenin önünde öfkeli ama sahnenin arkasında çok anlayışlı isek işte bundan kötüsü olamaz.
“Yahu bırak konuşsun Cumhurbaşkanı. İçimiz soğuyor. Niye bu işe bu kadar sıkılmışsın?” derseniz size hak veremem. Hep söylüyorum. Siz Sayın Cumhurbaşkanımıza kara sevdalısınız. Aşkınızı anlıyorum. Aşka saygılıyım. Fakat ben dış politikamızın tek bir adamın iki dudağı arasından çıkıverecek bir iki cümleye bağlı olmasından endişe ediyorum. Bunun sebebi de başka bir aşk. Siz de benim aşkıma saygılı olun. Cumhurbaşkanımızın “Batı bizi kıskanıyor.” demesi sizi coştururken beni düşündürüyor. Önümde bir liste var. Avrupalı şirketlerin AR-GE için ayırdığı bütçe ile bizim AR-GE bütçemizi karşılaştıran bir liste. Korkunç. 2013’te Türkiye’nin kamu ve özel toplam AR-GE harcaması 15 milyar Türk lirası. Aynı yıl yalnız Roche’nin AR-GE harcaması 10 milyar dolar. Yani Batı’ya karşı savunma mekanizmalarımız henüz çok zayıf ve Suud ve Katar sermayesine çok güvenmemek gerekir derim. Bir ilaç ambargosuna bile dayanamayız şu anda.
Mesele basit. Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle başımızda akbabaların dolaştığı doğru fakat o akbabalarla iftar kürsülerinden savaşma yöntemi yanlış. “Üzülme, Başkanlık gelene kadar böyle..” diyorsanız endişem azalmaz, artar.
Gerçekten sevilecek insanlar değiliz. Kafayı taktığımız şeye bakın..
Editör: TE Bilisim