Hamfendi çoğu zaman ki gibi yine gergin, sinirli, asabi. Çatacak yer arıyor. Nerde kaldı kocası bu saate kadar? Söylenmeye başladı.
‘’İşten çıkalı nerdeyse bir saati geçti, boyu devrilesi. Daha ne aradı, ne de sordu. Sorumsuz adam, sorumsuz!. Dünya yansa altındaki eski hasırı yanmaz, kim bilir nerde gevezelik yapıyordur şu kadar zamandır. Kadın, kadir kıymetini bilmez geniş adam, vurdum duymaz n’olacak!...’’
Ev her zamanki gibi yine dağınık... Mutfak karışık, bulaşıklar bir öncesi akşamdan. Nasıl olsa daireden kocası gelince toparlar sağı, solu. Evi de bir güzelce süpürür. Hatta kocası işten gelince, yemek bile yapar çar çabuk...
Bir gülücük, bir tebessüm; ‘’...Ah canımm sen miydin gelen şekerim... Bugün çok yoruldum, daha yemek bile yapamadım sana…Ne canın istiyorsa hemen yapayım şekerim?...’’ Der, demez, kocası nasıl olsa dayanamaz, mutfağa gireceğinin planı her zamanki gibi işlerdi!...
***
- Arkadaşlar geç oldu, gözünüzü seveyim, siz devam edin sohbete. Ben gidiyorum, iyi akşamlar dedi Mülayim.
Mesai arkadaşlarından, en genç, bekar ve ince uzun olan Alper;
- Yahu tamam abim gitmesine git de, işten sonra bir on dakka oturup bir çay, kahve içip, sohbet edemeyecek misin yani? Senin adamlığın nerde yahu. Öyle değil mi arkadaşlar?
Hemen hep birlikte sırasıyla ve gülerek tasdik ettiler. Orta boylu, tıknaz , karısından boşanmış, biraz da ensesi kalınca olan Kadir :
-Aynen!.. Haklısın Alper’im. Belediyelerin işi biter mi yahu? Bütün gün çalış babam çalış, elimize geçen de üç kuruş anladın mı? Hiç olmazsa mesai çıkışı, şurada ağzımızın tadıyla, birkaç el atıp, , üç beş de laf yapamayacak mıyız, çay, kahve içemeyecek miyiz arkadaşlar diye çıkıştı ?!... Bu lafı da hepsi tasdik etti.
Kadir devam etti.
-Yahu Mülayim; şeker gibi adamsın, adamlığın da üstüne kimseyi tanımam, arkadaş canlısın, sırdaşsın yani sen bizim için her şeysin anladın mı? Fakat şu yengemizden aşırı tırsman yok mu, kılıbıklık bile az gelir yanında, bilirsin biz seni çok severiz.
Yav; kim karışabilir senin geldine, gittine , oturmana, kalkmana anladın mı? Ne yani, esir miyiz be!.. Bütün gün çalış, didin!.. Zaten iş yerinde başımızda bir de her işimize karışan. ‘’ Kıl kuyruk Müdür…’’ anladın mı? Evde karısına, çoluğuna, çocuğuna sözü geçmez, bize gelince vıdı, vıdı aslan kesilir!..
Şurda, akşam olunca mesai arkadaşlarımızla iki çift laf yapamayacak mıyız, Allah, Allah!... Bu kadarı da fazla ama, haksız mıyım arkadaşlar?!.. Yenge bir hışımla geçen ay geldi işyerine, hıncını herkesin yanında bizden çıkardı. Yok biz seni yoldan çıkarıyormuşuz da, Mülayim tek başına kalsa melek gibiymiş de, sözünden hiç çıkmazmış da!...
Senin hatırın vardı, yoksa biz ona kadınmış, madınmış demez ağzının payını oracıkta verirdik ama, sırf senin için o kadar hak etmediğimiz lafları yuttuk. Haksız mıyım arkadaşlar Allah için?.
Yine hep birlikte kafa sallayıp, tasdik ettiler… O kaddarr, çok doğru, çookk!...
İçlerinden en yaşlı olan Hakan:
-Ya arkadaşlar bırakın bu konuyu. Yenge bulmuş Mülayim gibi, ağzı var, dili yok, efendilikte de üstüne yok, şimdi ağzımı daha fazla açmayım!.. Çaylar geldi, sohbet çaydan demli.
Alper;
-Ya Hakan abim hafta başı bize daha mesaiye başlar başlamaz, müdür bey yanımızdan çıktıktan hemen sonra, arkadaşlar dikkat edin bugün burada akşama kadar hava kapalı olacak demiştin ya. Gerçekten o gün müdürün dalmadığı, uğraşmadığı insan kalmadı. Abim sen, hemen pat diye olacakları önceden nasıl anlıyorsun merak ediyorum!...
-Eeee, bu saçı sakalı bu zamana kadar boşuna ağrıtmadık, tecrübe işi bu öyle değil mi? Havanın ne zaman kapalı, ne zaman bulutlu, ne zaman açık veya güneşli olacağını daha mesainin ilk dakkasında ‘’ …şıppp….‘’ diye anlarım dedi Hakan…
İnce, uzun ve içlerinde en genç olan Alper, yine hemen atıldı.
-Yapma abi yaa, nasıl anlıyorsun, ben niye anlayamıyorum ki?!..
Orta yaşlı, ensesi kalın Kadir, pis, pis güldü bıyık altından…
-Oğluummm, daha dur bakalım sen çocuk sayılırsın. Evde ki durumların havası amire ,memura her zaman yansır. İster patron, ister bizim kıl kuyruk gibi her işe karışan müdür olsun fark etmez. Evde karının yüzü gülerse, kocasını hoş tutarsa, vıdı vıdı, dır dır etmezse, adamını evde üzüp durmazsa, o kişi niye gelip te işyerinde aslan kesilsin ha!..
Eve geç kaldım diye karısının fırçalarından korkan Mülayim ilk defa ayakta beklediğinden, oturarak, Kadir’e hak verdi.
-Bravo Kadir, valla lafı ağzımdan aldın…Hele bi evlensin bakalım, bırak bizim ‘’Kıl kurdu’’ Müdür’ü , kim evli, kim bekar, kimin keyfi gıcır, kim karısından korkar, kim kocasını takmaz, o anda, Meteroloji uzmanı gibi tak raporu yazar!...
Dedi… Dedi ama hemen eve geç kaldığını da anlayınca, çayından acele son fırtı da çekip oturduğu gibi aniden kalktı. ‘’Arkadaşlar sohbet tatlı ama, bana müsaade gideyim, geç oldu…’’ dedi. En yaşlıca olan Hakan hariç öteki ikisi birden itiraz ettiler.
Yav Mülayim dün akşam da , evvel ki akşam da, daha önceden de hep böyle deyip, deyip bizi ektin. Esir misin sen yav? Bırrak kim ne derse, desin. Aslan gibi adamsın, hesap mı vereceksin her akşam, her akşam eve!.. Bir soluk al, bir dinlen yahu, şurada hovardalık yapmıyorsun, bilmem nereye gitmiyorsun. Bu ne yaa?!..
En yaşlıca Hakan;
-Arkadaşlar karışmayın adamın işine, bırakın gitsin. Biliyorsunuz yengenin, huyunu, suyunu!..
Kadir dayanamadı yine
-Aahhh, ah! Kedinin ayağını yırtamamışsın zamanında, şimdi çekersin böyle anladın mı?
En genç olan Alper, çok bilirmiş gibi:
-Ya Kadir abi, Hakan abim; sizler kedinin ayağını zamanında yırtmışsınız evel Allah. Kadir abim zaten hür, hesap soracak kimsesi yok. Şimdi bizim Mülayim abi, bundan sonra ayak, mayak yırtabilir mi? Geçti Bor’un pazarı...’’ Hep birden gülmeler. Hah, hahhaa...
-Peki o zaman, hatırınız için bir beş, on dakika daha oturayım bari dedi, Mülayim.
Kadir her zaman ki gibi şakacı ve umursamaz tavrıyla;
- Vay, vay Mülayim, izin aldın mı yengeden oturmak için? Yoksa ‘’kılıbıklık diplomasını’’ yırttın mı ha..?
İçlerinden sözü geçen Hakan;
- Yahu bırakın şu çocukla oturur, oturmaz eğlenmeyi, size ne kardeşim?! Mülayim, sen aldırma bunlara, boş ver. İşin varsa , git evine. Bunların birisi bekar, öteki de karısını boşamış yalan mı? Uyma bunlara, nerde akşam, orda sabah!... Demin Kadir attı, tuttu… Hep kadınlarda mı kabahat, sen eşini hoş tutmazsan, ne yapsın o zavallı. Nalıncı keseri gibi hep kendine, hep kendine yontma yok. Hele bir de karı, koca ikisi birden çalışıyorsa ne olacak o zaman?
-Sağol Hakan abim benim, sen de olmasan beni anlayacak kimse yok valla!. Hadi arkadaşlar, yarın görüşürüz...
-Yürrüü Mülayim yürü, anca gidersin.. Ha, ha, haaa!...
***
- Nerdesin Mülayim, bunca zaman. Haa! saat kaç, saat?!..
-Canımın içi, bugün dairede işler yoğundu. Biraz kafa dağıtalım dedi arkadaşlar. Kıramadım ben de. Onlar tavla, mavla oynarken ben de çay içtim...
-Onları kıramadın amma beni kırdın Mülayim. Bak saat kaç oldu. Senin çoluğun çocuğun var, gül gibi karın var. Onlar öyle mi? Zaten bugündür başım ağrıyor, evi bile süpüremedim, yemek yapamadım, bekledim durdum seni.
Sense zaten suratlarını da hiç beğenmediğim o çok sevdiğin arkadaşlarınla kahvede otur, dur… Aahhh, ah, benim şansız kafam. Aslında sende kabahat yok, kabahatin büyüğü o babam olacak adamda… Zorla verdi beni sana!..
Mülayim ise tam tersine, çok zor kızar, kızarken bile yüzümde tebessüm olur. Yani tam ismiyle mütenasip… Sanki sinirleri alınmış mübareğin. Karısı söylendikçe onu bir gülme aldı. O güldükçe hamfendi daha da çok sinirlendiler!..
-Çoluğumuz, çocuğumuz mu dedin. Nerde, hangi çoluk, çocuk?! Dedi Mülayim gülerek… Yok bu yaştan sonra doğum olmazmış da, vücudun, güzelliğin bozulurmuş da. Beş yıl oldu nerdeyse ne çocuk var ne bişey!...
-Amaannn canım uzatma lafın gelişi işte. Senden önce ki boyu devrilesice eski kocamdan var ya bi tane hayırsız!..
Mülayim yine gülerek ; "Benden önce ki kocaların demek istedin galiba…’’
- Amman sana da bir şey oldu akşam konuşturmazsın insanı. Ha kocam, ha kocalarım, hepsinin adı batsın… Kamil’den olma hayırsız, daha şimdiden aynı babası. Geçen gün biliyorsun Okul Müdürü çağırdı, yanında oturan kız arkadaşının sağını, solun çimçiklemiş, sürekli yaramazmış, derslerine çalışmıyormuş!..
Ama Mülayim seninle doğrusu o gün gurur duydum, aslan kocam benim… Çoğu zaman pısırık, çekilmez adam oluyorsun ama, o gün babacan, sanki başka bir adam oldun!...Müdüre ne dedin, hala kulaklarımda.
-Ne demiştim canımın içi?
- Aaa unuttun mu?. Biz onun kulağını çekeriz, bi daha yapmaz. Ben oğlumun terbiyesini veririm, siz hiç merak etmeyin Müdür bey demiştin ya. Senden çok gurur duydum doğrusu o gün.
Mülayim, duyduğu sözlerden bayağı kasıldı, omuzlarını sağa, sola genişletti. Bel ki de ilk defa eşine sert olmasa da, serte yakın yukarıdan aşağı bir tavırla baktı.
-Sen ne zannettin kocan Mülayim’i Necla’m. Adımız Mülayim olsa da, evel Allah ne zaman sert olacağımızı biliriz biz….
-Mülayim biliyor musun her zaman değil ama, arada bir sertlik sana yakışıyor. Daha çekici oluyorsun o zaman...
-Ya canımın içi sert olayım diyorum o zaman da yanına hiç yaklaştırmıyorsun ne gece ne gündüz. Valla beş sene oldu daha şu huyunu çözemedim gitti. Neyse, hiç olmazsa arkadaşların yanında sana biraz sert olmak istiyorum.
Kılıbıkmışım da, senden çok korkuyormuşum da milletin diline oyuncak oldum. Bırakmıyorsun ki, iki çift laf yapayım!.. Ha demin bir şey demiştin de ona güldüm yani babana.
- Ne var ki babam da?
- Hani seni bana zorla verdi dedin ya, ona güldüm, hala da gülerim…
Baban;
‘’….yeter ki siz evlenin gözüm arkada kalmasın, belki seni iş ortağım da yaparım yanımda... Zaten ben yazlığa uğramıyorum, evlenirseniz yazlık, mazlık da sizin olsun, araba da alırım, yaşar gidersiniz diye az mı geldi yanıma… ‘’
Ya sen, ya sen, seni gidi senii!.. diyerek elini yumruk yapıp karısının omuzuna gülerek dürttü.
-Aman Mülayim akşam, akşam sende!..
Mülayim yine her zaman ki gibi fırça yiyeceğim derken bu akşam iyi bir sohbet tutturdu. Fırsat bu fırsatken, bırakmaya da hiç niyeti yok gibi.
-Yalan mı kıızz, cilveden de anlamıyorsun hiçç!...Hani baban ben iş icabı Almanya’ya gidiyorum en az, beş on gün buralarda olmam. Oğlum Mülayim, sana güveniyorum, başkasına değil, bu aklı yukarda, gözü bilmem nerde deli kız ne yapacağı belli olmaz, sana emanet ediyorum diye baş, başa bizi bırakıp gitmedi mi?!... Sonra ne oldu? Aslan gibi Mülayim’e tutuldun tabii…
- Amaannn, çenen açıldı bu akşam tutulmuşum, hiç bile değil, asıl sen bana tutulmadın mı?
- Tamam doğru, o kadar cilveden sonra, biz de erkeğiz anladın mı?! Babana verdiğim sözü tutmak için sana yalvardım, yakardım sana yalan mı?.. Ama sen ne dedin:
‘’… Amaan Mülayim, bırak sözü, mözü diyerek beni kandırmadın mı ha?!. Daha anlatayım mı kızz….?
- Mülayim sen hiç benle böyle konuşmazdın ne oldu sana?… Hem, kandırdıysam ne oldu, kötü mü oldu . Herkesten güzel gül gibi karın oldu, fena mı oldu sanki, bulmuşun benim gibi koklanmadık gülü... Mülayiim sen hiç konuşmazdın böyle, ne oldu bu akşam sana? Aahh başım bugündür ağrıyor, akşam çok geç yattım ya, geç de kalkınca hiçbir iş yapamadım…
Mülayim başladı gülmeye…
-Koklanmadık gül ha, koklanmadııkk!..
-Mülayiimm yeter artık, bak yine canımı sıkmaya başladın. Hiç de yüz vermeye gelmiyor sana!..
-Ya canım benim, sen böyle bana surat asma, benimle konuş canımı ye. Düşündüğün şeye bak, sen üzme kendini. Ben şimdi bi soluk girer mutfağa, hemen bir şeyler yaparım, ortalığı da toplarım, sıkma canını…
Mülayim 43 -45 yaşından sonra evlenmiş, sözüne işine güvenilir çok düzgün bir insan. Az biraz saf gibi görünmesi, onun art niyetli olmaması ve temiz kalpli olmasından. Orta boyluya yakın, çok da kısa boylu sayılmazdı.
Tabi, eşi Necla bayağı kendisinden bayağı uzun sayılırdı. Mülayim, kalender, kendisiyle barışık, tüm çevresi ve arkadaşları tarafından sevilen birisiydi…
Espriyi sever, yüzü devamlı güleçti. İş yerinde, yolda, evde, onun kızdığını pek gören olmamış gibidir. Hayatı boyunca, sigara da, içki de kullandığını gören olmamıştır.
Eşi Necla ise, sokağa çıktı mı, elli metre öteden anlaşılırdı, kokusundan, yürümesinden, giyim kuşamından. Kış günü de olsa illa ki eteği dizden bir karış yukarıda olacak. Pantol ise keşke hiç giymese. Zaten kilolu, hamfendi şalvar gibi pantolonları giyemezmiş…
Anlatılanlara göre, Mülayim üçüncü kocasıydı. Yine anlatılanlara göre eski kocalarından boşanmaları ise hep vukuatlı olmuştu…Önce ki eşi Kamil, uygunsuz şekilde yakalayınca, komşuları tarafından zorla kurtarılarak kaçırılmıştı. Kamil hemen boşanma davasını açar açmaz peşinden de, çocuğun kimden olup olmadığının tespiti için mahkemeden DNA testi istemiş, çocuğun Kamil’den olduğu anlaşılsa da, her zaman içinde bir şüphe kalmıştır…
Kamil’den önceki Ali ise uzun yol şoförlüğü yaptığından, yakın bir arkadaşının uyarısı üzerine, tam olarak delilleri toplayamasa da, mahkemeyi ikna edecek tanıklarından dolayı açtığı boşanma davasını kısa zamanda bitmişti.
Babası da artık kızının vukuatlarından bıkıp usanmıştı. Oldukça da zengin sayılırdı ama, son boşanmasından sonra kızının bu şekilde yaşamasını istemediğinden, belediyede ki bir arsa, tapu işleriyle uğraşırken Mülayim’i tanımış, tam kızına uygun bir damat olacağına o zaman karar vermişti. Hatta yardımına karşılık oldukça dolgun sayılacak bir parayı, Mülayim’e çok ısrar etmesine rağmen verememişti…
Evet, evet bu Mülayim tam kendisine ve kızına göre kaçırılmayacak bir adamdı. Varsın boyu kızından bayağı kısa, yaşı da 9- 10 yaş genç olsa da, bu iş için Mülayim’i ikna edebilirdi. Daha doğrusu kızı isterse, alttan girer, üstten çıkar bu evlilik işi olurdu. Yoksa başı bir gün belaya girecekti. Bu kız kime benzedi yahu, rahmetli anası hiç böyle değildi derdi kendi kendine…
Necla, Mülayim ile tanıştıktan sonra babasından kalan dairede birkaç ay beraber yaşamalarını çok iyi bir fırsat olarak gördü. Mülayim’in yaşlı annesi de bu olaylardan beş, altı ay önce vefat ettiğinden, hatırı sayılacak bir akrabası da kalmamıştı.
Bir akşam mesai arkadaşlarıyla tanıştırmak için bir çay bahçesinde birlikte oturduklarında Mülayim’in hiçbir arkadaşı bu evliliğin olmasını istememişlerdi. Mülayim ise daha evlilik olmadan eşi olacak kişinin 2 aylık hamile olduğunu söylemiş buna kendisi de inanmıştı!..
Evlenmeden birlikte yaşamışlar ama, tabi ki, hamilelik durumu yoktu. Hatta Hakan’ın gidip doktordan bir rapor alması için nasihatlarını bile dinlememişti…
***
Mülayim evlendikten 5-6 ay sonra, sık, sık Hakan abisiyle dertleşmeye başlamış, karısının kendisine nefes bile aldırmadığı, her işine karıştığı, boyuyla, yürümesiyle, konuşmasıyla, alay ettiği, hatta erkekliğine söz ettiği, adeta boynuna tasma takılmış bir fino köpeği muamelesi gördüğünü anlatıp ne yapması gerektiğini sorarak, akıl almak istedi…
Eşi hele de bir gün, tüm arkadaşlarının yanında daireye gelip , önce ki kocasından olduğu söylenen çocuğun okuluna o gün niye gitmediğinin hesabını sormak için, akşamın olmasını bile bekleyememiş, herkesin içinde azarlaması arkadaşlarının bile canını fena sıkmıştı.
Yine birkaç defa kendilerinin yanında azarladığına da gözleriyle şahit olmuştu. Buna rağmen, en yakın saygı duyduğu ve abim dediği Hakan, karı, koca arasına girmek istemiyordu. Fakat kendini beğenmiş, yükseklerden uçan kadın da bir ders istiyordu artık!.
Kadir, bir gün Hakan’a;
-Abi, Mülayim’i bilirsin çok iyi, hatta biraz fazla iyi, adam gibi adam bir arkadaş. Fakat kadın zengin babasının malına, mülküne güvenerek, garibanı çok fazla eziyor. Kimsenin özel hayatına tabi ki karışamayız ama, babası kakaladı kızını Mülayim’e… Şimdi de hem babası, hem karısı, ez babam ez çocuğu!.. Karının ne durduğu var, ne bir durak.
Söz, möz de dinlediği yok, başına buyruk. Kendisi kadın başına bazı zaman gece yarılarına kadar sokakta gezer, sorduğunda kocasını tersler, nerde olduğunu söylemez, ama garibim işten çıkıp eve yarım saat geç gelse kıyameti koparır…Hatta geçen hafta farkettin mi, ağzı, burnu mosmor geldi . Bu ne yahu. Doğrusu bu bana dokunuyor.
Hani karısını, önce ki kocasının ve daha öncekinin nasıl boşadığını bilmesek yine hak veririz de!. Buldular Mülayim gibi bir adamı ez Allah ez!.. Önce ki kocasının , adamın yatağında bastığını ne çabuk unuttular… Bizim saf, garibana kakaladılar. Hem çocuğu var, hem nasıl boşandığı malüm.
Bir de Mülayimden nerdeyse 10 yaş büyük. Bunlar bizi ilgilendirmez ama zenginse, zengin. Öyle değil mi, herkes haddini bilmeli diyorum Hakan abi, ne diyorsun En çok da ne zoruma gitti biliyor musun? Geçen ay hatırladın mı?
Hakan belki, ilk defa Kadir’e hak vermeye başladı.
-Hatırlamaz mıyım. Mülayim yerine ben yerin dibine girdim o gün. Ya sen kadınsan, kadınlığını bil kardeşim. Gelip de herkesin arasında, incir çekirdeğini doldurmaz şeyden kocana nasıl, bağırıp, çağırabilirsin terbiyesiz kadın!.
Git evinde ne yaparsan yap!.. Biz senin geçmişini de, şecereni de, babanın marifetlerini de biliyoruz. Bulmuşsunuz ağzı var, dili yok garibanı, yüklen Allah, yüklen!.. Bu ne yaa?
Neymiş o? Okul müdürü çağırmış da, neden o gün okula gidememiş. Bak, bak, bakk!... O çocuk Mülayimin mi? Peydahladığın kocan niye gitmemiş ha? Niye gitmemiş!... Diyerek içini döktü.
Hızını alamadı Hakan,
-On yıldan uzun zamandır tanırız Mülayim’i. O kadar yalvardık tembih ettik, alma oğlum bu kadını , sana yaramaz dedik ama anlatamadık bizim saftiriğe…
O hınzır babası kızını kakalamadan önce, bir yazlıkla, bir araba alınca bizim garibanın karşı koyacak hali kalmadı. Aldıysa da kızını üzerine aldı… Ömrü boyunca kira köşelerinde fakir, fukara yaşamaktan bıkmış. garibim. Tabi dünya ahiret bacımız olsun, kadın çok da bakımlı ve güzel doğrusu. Zaten ne olduysa bizim saftiriğe dişiliğini kullanmasından oldu.
Adam da, kadın da uyanık tabi ki, bu durumu iyi kullandılar hani.
Bir de; daha fol yok, yumurta yokken adam kızını Mülayimin yanına yazlıkta beş, on gün kapatınca her şey değişti, kadın cıvıl, cıvıl, cilve ustası tabii, bizim ki saf, temiz, gariban, sessiz, acemi!.. Diyerek içini döktü.
……..
………
Bu sefer de Kadir dayanamadı.
-Hakan abi, senin dilinin altında bir bakla var ama daha çözemedim…
-‘’Evet var dedi Hakan…’’ Yaklaşın yanıma, yaklaşın… Fısır, fısır üçü birden konuşurlarken yanlarına personel den Ertuğrul da gelip muhabbete dahil olunca dört arkadaş planlarını yaptılar. Maksat biraz ders almalıydı, yuva yıkmak değil. Mülayim’i ezen o kadın ve onun babası olacak adam, hadlerini bilmeliydi…
Ertuğrul da dayanamadı sözü aldı.
-Hakan abi, o gün yaşananları hepsini gördüm. Mülayim adına ben de utandım. Kadının çıkarken ve bir de pişkin, pişkin yüzümüze bakarak söylediği o sözler, yenilir yutulur cinsten değildi Yahu resmen hepimizle alay ederek çıktı.
Alper;
-Ben de duydum abi. Yok Mülayim’e diyormuş ki;
‘’…Üç kuruş paraya niye çalışıyorsun. Hadi bunlar çalışıyormuş da , senin ihtiyacın mı varmış? Babasının daire ve dükkanlarının kirası bile buradakilerin hepsinin maaşına yetermiş de!..’’ Tövbe, tövbee!..
Hakan;
-Atlamayalım arkadaşlar, ilk defa o gün bizim kıl kuyruk müdürü taktir ettim, doğrusu!. Yerinden bir kalkışı vardı hışımla;
‘’….Kadın, kadın, terbiyesizliğin alemi yok burası senin babanın pis işlerle kazandığı malının, mülkünün pazarlama, reklam yeri değil. Hadi git burdan yoksa tutanak tutturup, hakaretten dava açarız sana….’’
- Hatta ben bile dayanamadım kalktım yerimden müdürü taktir ettim. O da bazen ikinci Mülayim sayılır ya neyse. Zavallı evde ki, dır dır yüzünden taktire, iltifata alışık olmadığından akşama kadar yüzü güldü durdu!...
***
Dört arkadaş kafa kafaya verip, haftanın son günü mesai çıkışı, Kumkapı’da ki bir eğlence merkezine gitmeyi kafalarına koydular. Mülayim’i de ikna ettiler. Herkes yedi, içti. Mülayım alışık değildi. Fakat; Alper, Kadir ve Ertuğrul’un verdikleri gaza fazla dayanamadı. Hakan ise pek karışmadı, durumu idare etti.
Her yer ağzına kadar dolu. Hiçbir taşkınlık yok, olgunluk içinde her masada en derin sohbetler zirvede. Hükümet bile yıkılıp, yıkılıp yeniden kuruluyor!.. Herkes her konuda alim, uzman. Tam da ‘’Mavi Vatan’’ krizinin olduğu günlerde. Cumhurbaşkanının hep bağırıp, bağırıp bir türlü taşmadığı günler…
-Azizim neymiş o ? ‘’… Bir gece ansızın girebiliriz…’’ Gir kardeşim gir, anladın mı, neyi bekliyorsun. Sen önce verdiğin şu 18 adamızın bile daha hesabını sormadın ki? Bir başkası;
- Yok kardeşim, bu işler öyle bağırmakla, çağırmakla, davul, zurnayla olmaz? Gireceksin anladın mı Yunan’a. Bak İsrail nasıl yapıyor ? Adamlar girdi vurdu her yere. Ne bağırma var, ne bir şey!
Bir başkası daha:
- İcraat var azizim icraat. Adamlar Yaser Arafat’ı kapattılar evine, üstelik güpe gündüz evinin duvarlarına da İsrailli askerler işemedi mi?. Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul, zurna az… Ben bunu bilir, bunu söylerim…Bak kadın haliyle bile ne yaptık çardak da? ( O zaman ki Başbakan Tansu Çiller…)
Her masada her konuda sohbet koyu. Birkaç defa Yunanistan’a bile çıkarma yapılıp tüm 12 adaların hepsi temize havale…Hükümet bile kaç defa yıkıldı, kuruldu!...
Hafiften bir müzik. Sanatçı da sanatçı hani, iyi söylüyor doğrusu.
"Bu akşam İstanbul’un bütün meyhanelerini dolaştım." Ardından Ferdi Baba’dan:
‘’ Sevgilim, sevgilim, bak yine şafak söküyor/ Şimdi sen kim bilir, ne duygulardasın/Belki de en tatlı uykulardasın/ Sen rüyalar aleminde yeni aşklar hevesinde/ Bense yine uykusuzum bir sabahçı kahvesinde… döktürüyor şimdi.
Ardından , ‘’ Yine hazan mevsimi geldi…’’ Muhabbet de, müzik de yerinde.
Sonra o buğulu sesiyle bu sefer de bir Türk Sanat Müziği sırada…
‘’Nasıl geçer sensiz bu yaz / Her yanımda hatıralar / Dalgalar da güzel yüzün/ Kumsalda izlerin var/ Öyle büyük bir aşktı o / Hiç hesapsız geliveren/ Sanki bir yaz yağmuruydu gönlümüze süzülen/ Şimdi sensiz bu yerlerde/ Nasıl geçer bilmem bu yaz/ Boğazımda hıçkırıklar/ Gözlerimde yaşlar var/ Bir yaz bile olsa güzel/ Senle yaşanan o anlar/ Martıların sesleridir/ Beni maziye bağlar…’’
***
……
İlk nara bizim kafadarların masasından geldi.
‘’…..Kiyyttttt, garsoonn, getir oğlum getirrr….’’ Mülayim’in acemi olduğunu, ilk defa geldiğini, henüz usulü, erkanı bilmediğini oranın müdavimleri şıpp diye anladılar. Hakan ayağa kalkarak, özür babında birkaç kelime söylemeye çalıştı.
Arka masadan, göbeği kendisinden önde, kafası ayna gibi parlayan, konuşurken dili dolaşan biri;
- ‘’ Abimiz devaamm, yok bir sıkkıntı, hepimiz biriz, birimiz hepimiz anladın mı…’’ diyerek sandalyeden yarıya kadar kalkarak, oturması bir oldu…
Mülayim naralarından peş peşe patlatmaya başladı. Ullann, mülayimsek köke, köke , kömeliyimiz, kölemilimiyizz be… Bi bi, bize, bi bize hesap soranın, bizz , ada, addamınn anla, anla, anladın mı alnını neydi a, a, abii, sıka, karışır, kaarrışlarızz….O, oo, oooo kaddarrr!...
….
Gece 12’yi çoktan geçmişti. Necla hanım, evin içinde bir sağa, bir sola volta atarlarken kapının zili çaldı. İkisi dışarda kaldı. Alper ve Kadir koltuklarından tutarak Mülayim’i içeri sokmaya çalıştılar.
Hanımı, açtı ağzını, yumdu gözünü… Gözleri kan çanağı gibi ayakta duramayan Mülayim’in yakasından çekip fırlattı bir köşeye. Kadir’inde yakasından tutup, yüzüne olanca gücüyle tükürerek, seni kart zampara, sizi hayvanlar, sizi ırz, namus düşmanları, sizi … diye bağırdıkça hızını da alamayıp Kadir’i olanca gücüyle merdivenden aşağıya yitti. Kadir daha bir şey diyemeden kendini yerde buldu.
Alper ; kötü mü yaptık yenge, Mülayim abimizi eve getirdik , sokakta mı bıraksaydık diyecek oldu. Bu sefer de onun yüzüne, ‘’ tüühhhh, yüzünüze , sizi ırz düşmanları…’’ diye Alper’e tükürdü. Mülayim kendini toplamaya çalıştı, dayanamadı…
Eşine; ‘’…kess , ke ke kesss laann, , siz kimsiniz be! Yeter artıkk, kı, kı kral mısınız, padişah mı ha? Sizin köke, köle , köleminiz mi olduk, köpeğiniz mi, diye nara atınca ilk defa eşi hayretten küçük dilini yutacak gibi ağzı açık kaldı. Artık bağıran sadece Mülayim’ di…
Evden çıkarken geri dönüp, ‘’ Yarr, yarrın sana bo, boş, boşşanma davası açıyorum. Baban , bababan nasıl olsa sana başka bir en, ena, eennayi bulur anla, anladın mıı? diyerek kapıyı çarpıp çıktı…Alper de, Kadir de hayret etti. Sanki Mülayim’in içinden başka bir adam çıkmıştı!...
…….
…….
Mülayim hafta sonu hiç eve gitmedi. Alper’in evinde kaldı. Pazartesi günü olanların çoğu iş yerinde duyuldu. Kimse belli etmemeye çalıştı fakat çaycı dayanamadı.
‘’ MANGAL YÜREKLİ abimiz, sen neymişsin be…Bugün akşama kadar çaylar benden…Bir emrin olursa abim burdayız , tak anladın mı…’’ Mülayim’in çok hoşuna gitti bu laf. Hissettirmemeye çalıştı ama koltukları kabardı.
Kadir;
‘’Koççum bee, helal olsun sana verdiğimiz emeklere, yediğin içtiğin her şeye, içinden aslan çıktı be, aslan..?!..’’
Kadir, Alper ve Ertuğrul o gün kısa zamanda tüm arkadaşlarına haber vererek, Mülayim’i anlattılar. Maksat bunca senedir ezikliğin verdiği kırılan gururun onure edilmesi olduğundan hiç olmazsa birkaç gün Mülayim’e ayrı bir muamele gösterilmesi istendi. Herkes, herkesi tanıdığından ve Mülayim sevilen biri olduğundan roller gayet iyi oynandı. Geçen ay eşinin kırdığı aşağılayıcı pot fazlasıyla telafi edilecekti…
***
Akşam mesai çıkışı istişare heyeti her zaman ki olduğu yerde acilen toplandı.
Baş organizatör Kadir;
-Arkadaşlar ilk raunt bizim. Aynen hiç birimiz onu telefonda engellemeyi kaldırmayacağız. İyice burnu sürtülecek, bizi küçük görmeyi, kocasını ezmenin ne demek olduğunu anlayacak. Hepimizi daha çok arayıp duracak.
Sakın Mülayim bir hata yapıp açmasın telefonunu. Daha birkaç gün de, Alper’in evinde kalsın. Artık bizim yanımıza gelmeye yüzü de, cesareti de olmaz bundan sonra. Bakalım babasının malı mülkü, bizim gururumuzu satın almaya yetecek mi?
- Arkadaşlar artık bu işi tadında bırakalım dedi en tecrübeli Hakan.
Alper :
- Hakan abi tamam haklısın, bizi de bir yerden sonra ilgilendirmez ama, bak o akşam Kadir abiyi merdivende yuvarladı adamın kolu hala mosmor. Hepimizin ne ırz düşmanlığı kaldı ne namusumuz , yüzümüz tükürük doldu yalan mı?
Bulmuşlar saftirik bir adamı, o kadın asla boşanmaz, bundan sonra da gözü almaz bu şeye….
Kadir,
-O zaman son raundu almak için müthiş bir planım var dedi.
Hakan hemen; ‘’….Yok artık daha neler , bu kadarı fazla….’’ dediyse de,
-Kadir, abi yalandan bir senaryo olacak, gerçek değil. O, Mülayim gibi birisinden vazgeçemez. Çünkü istediğini yapan, kendisine de hesap vermeyen biri var. Az tilki değil onlar!...Benim bildiğim, tanıdığım bir avukat var…
***
Beş kişilik heyet ‘’ Daltonlar’’ gibi dizilip başladılar anlatmaya. Bir yandan da gülmemek için zor tutuyorum kendimi… Yok artık dedim. Arkadaşlar bu mahkeme işinin şakası, makası olmaz. Kaş yaparken, göz çıkartmayın… Mülayim dahil hepsi birden, siz bize güvenin, dediğiniz durum olmayacak…
En son bir defa daha, "Mülayim ne diyorsun, seviyor musun, sevmiyor musun…’’ dedim.
-Valla ne seviyorum, ne de sevmiyorum. Ama 5 yıldır canıma tak dedi. O zannediyor ki ben bunların hiç birini yapamam…Zaten siz davayı açar, açmaz o babasıyla hemen yanınıza şıpp diye gelecek, aman yapmayın diye… Öyle değil mi arkadaşlar?
Hepsi birden kafa sallayarak tastik etti.
Hakan; ‘’….Avukat bey siz de haklısınız, isterseniz bizim burada olduğumuzu söylemeden, arkadaşın vekalet verdiğini, dava açacağınızı söyleyin, mikrofonu da açın, siz de emin olun…’’
-Peki madem ki dediğiniz gibi olacak, duruşmaya bile lüzum kalmayacak, o zaman hiç olmazsa vekalet ücretinin yarısını peşin alacağımı da söyledim. Kabul ettiler.
Telefon etmeden son defa, Arkadaşlar bu yaptığınıza ne denir biliyor musunuz? Avukatı kullanmak denir, anladınız mı? Yani bir çeşit senaryosu yazılmış, tiyatro oynayacağız!..
Her lafın sonunu anladın mı diye bağlayan Kadir gibi ben de anladınız mı diye bağladım. Hepimiz birden gülmeye başladık…
Onlara da hak verdim. Sanki bu tür davalarda, iki saat boyu kafamızı şişirip, danışma ücreti bile vermeden kartımızı alarak birbirlerine blöf yapan, işte avukatın yanından geliyorum diyen onlarca insan olmadı mı?
Hiç olmazsa bunlar dobra, dobra, saklamadan, üstelik de yarı parasını tık peşin vermiş olduklarından çoğundan bile daha dürüstler!...
***
Şimdi hepsi pür dikkat, ben de gayet ciddi.
-Aloo, kiminle görüşüyorum efendim?
-Ben Necla, siz kimi aradınız?
-Necla Hanım eşiniz bize vekalet verdi, sizden boşanmak istiyor. Ben yine de bir arayım dedim…
Tam yarım saat anlattı, anlattı.
‘’… Bir şok içinde olduğunu, onu arkadaşlarının aldattığını, her şeyin Kadir ve Alper’in yüzünden olduğunu, eşinin kendisini çok sevdiğini, eşinin kendisini sözünden hiç çıkmadığını, onların eşini yoldan çıkardıklarını, boşanmak istemediğini….’’ falan saydı, durdu…
Nasıl gördünüz mü dedi hepsi birden. Kadir hemen yarı paranın yarısını verdi. Kalanın da yarın, yalandan davayı açınca vereceklerini söylediler…
Giderlerken aniden dönen Kadir;
-Avukat bey, aman gözünüzü seveyim yarın ilk iş bu davayı hemen açın. Çünkü akşam olmadan babasıyla mutlaka sizin yanınıza gelecekler. Hiç olmazsa biz davayı açtık dersiniz. Gelecekler önce kocasından, sonra bize hakaret ettiği için, hepimizden adam gibi özür dileyecekler anladın mı? Son olarak tekrar Mülayim’e sordum.
- Ne diyorsun?
-Aynen abim, anladın mı?
Bende;
-Anladım, anladın mı? Dedim!...
Başladık hepimiz yine gülmeye…
****
Aynen dedikleri gibi oldu. Birinci gün değil, ikinci gün Hamfendi yelkenleri indirmiş olarak yanıma geldiler…
Av. Faruk ÜLKER / 22. Haziran 2025