Türkçüler Bayramının Hüzün Verici Öyküsü! Türkçüler Bayramının Hüzün Verici Öyküsü!
Belki de toplumda hayati önem arz eden konularda, doktorlardan sonra en ihtiyaç duyulan avukatlık mesleğinin imajı bir türlü düzelmemiştir..
‘’... Yalancı, üç kağıtçı, düzenbaz, geveze, çenesi düşük...’’ Ve dahi nice sıfatlar yakıştırılır... Her kategoride sıfatlar birbirinden farklı, farklıdır.
İşi olup köprüyü geçinceye kadar olanların değerlendirmeleri ile işi bittikten sonra irtibatı kesenlerin yakıştırdığı sıfatlar hep farklıdır.. Bir de hiç avukata yolu düşmemiş olduğu halde toplumda ki ‘’...yerleşik içtihat’a...’’ göre ahkam kesenlerin, yüksek görüş ve düşünceleri ise daha da başkadır...
Her ne olursa olsun artık etkilemiyor bizi... Zaten biraz meslekte kıdem alıp, hele de ‘’ekabir’’ avukat denilmişse veya kendini aşmışsa, mutlaka gülüp geçmeyi öğrenmiş demektir...
Şunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Toplumda ne kadar olumsuz sıfat varsa, neden hepsi avukatlara yakıştırılır ?!.. Bu ülkede başka meslekler yok mu? Müftüler, muhasebeciler, emlakçılar, komisyoncular, müteahhitler, doktorlar, çeşitli mühendislik dalları, danışmanlık yapan ve buna benzer nice meslek gurupları, say say bitmez... Varsa avukatlar, yoksa avukatlar!..
Hiçbir mesleği küçümsemek, itham etmek veya töhmet altında bırakmak gibi bir düşüncemiz zaten yok ve tenzih ederiz...Mesleklerini bir ibadet aşkıyla yapan nice Avukatlar, Savcı, Hakim, Doktor ve başka mesleklerden insanlar bilirim..
Biz avukatlara yakıştırılan sıfat tamlayıcılarının en çok hoşuma giden tarafları birinci gurupta olanlardır. Nasıl mı? Anlatayım:
Bu gurupta olanlar içinde, avukatlık ücretini geciktirmek, olabildiğince fazla taksit yapmak ya da duruma göre; ‘’ teşekkür ve Allah razı olsun...’’ la, geçiştirmek veya kendini olabildiğince masum ve yoksul gösterebilmek için kırk takla atanların ve çevirdikleri dolaplar nerdeyse akla zarar...
Vekalet ücretinin üzerine yatabilmek ve koparabildiği kadar koparmak için geliştirilen alternatif silahlar müthiş... Bazı zamanlar bir nükleer silah kadar tesirli de olur...
‘’...Canım paranın ne önemi var , insanlık öldü mü, hallederiz...’’ dedirtemezse eğer; akabinde ‘’ B Planı’’ devrede hazırdır...
En çok sevdiklerinden selam sabah getirilerek başlanır işe!.. Sonra, ‘’... attığını vuran, tuttuğunu koparan, daldan adam alan...’’ gibi sıfat ve yakıştırmalar bir biri ardına sıralanır.
Avukatın şahsi ahvali de nazarı itibara alınır. Halbuki diğer meslekler öyle mi! Para peşin kırmızı meşin...
Girerken yüksek sesle Besmele , çıkarken salavat... Zannedersin ki, derviş tekkesinin bir şubesi burası...
İş oluncaya kadar ağızdan bir tek kötü söz duyamazsın... Hatta bazı zamanlar öyle bir anlatılır ki, acaba başka biri mi var diye sağına, soluna bakar insan. Gaz verilir, koltuklar şişer, müvekkile göre ünün zaten yayılmıştır her tarafa. İnanmasan da bakalım sonu ne olacak diye bir müddet oynarsın senaryoyu..
Hatta bazı zaman, daha fazla yalan söylemelerine ve kendini acındırmalarına dayanamadığımdan vekalet ücretinin büyük bir meblağından vazgeçtiğim zamanlar da olmuştur. Ama bu meslekte müvekkile yaranmak, deveyi hendekten atlatmak kadar zordur çoğu zaman.
Bazı zamanlar dava istenildiği gibi bitmeyebilir. Seni öve öve gökten indirmeyenlerin yakıştıracağı sıfatlar bellidir...
-Ya zaten pısırığın biriydi, bırak şu üç kağıtçıyı...
- Ben demiştim sana canımm o davayı satar diye...
Uzar gider bu konuşmalar... Davayı kaybedenin gözünde ise avukat zaten karşı taraftır. Belki de düşman gibi..
Nizalı davaların iki tarafı olduğunu, bir tarafın kazanıp, diğer tarafın kaybetmesinin beklenen bir sonuç olduğu; veya yargılama sonucunda tarafların beklenen taleplerinde, eksilme veya azalma olabileceği anlatılmasına rağmen bu aşamadan sonra gelen menfi, olumsuz sözler, övücülerden çok daha fazladır...
Zaten toplumda yerleşmiş içtihatı yıkmak ise, hiç olmayacak kadar zordur. ‘’...Yalancı, geveze, üç kağıtçı...’’ Tüm bunlar avukat olmanın talihsizliğidir..
Evine giren veya arabasını çalınan müvekkilin, hırsızın cezalandırılması için yana yakıla avukata gelir... Ölümlü veya yaralamalı trafik kazalarında ki tazminat davalarında, avukatın üç- beş hatta on yıl yağmurda , soğukta , karda ,kışta adliyelerde ve duruşmalarda verdiği emek, çektiği çileler çoğu zaman ya görmezlikten gelinir veya bir zaman sonra unutulur...
Avukatların hırsızı savunmanın, hırsızlık fiilini savunmak olmadığını anlamak istemez çok kimse...
Halbu ki; bir hastalığına teşhis koyarak kendisini iyileştiren veya ameliyatını yapan doktor öyle mi?
Yıllarca unutulmaz..
En yakın hısım akrabalarının hışmına uğrayarak, en basitinden, kendi miras hissesini vermediklerinden maddi ve manevi büyük sıkıntılara maruz kalanların, ‘’ Ne olur avukat bey benim ve çoluğumun çocuğumun hakkını onlardan alın, bizi kurtarın bu işten...’’ dediklerini hepimiz biliriz... Biliriz de çoğumuz sonradan anlamamazlıktan geliriz. Reva mı bu?
Yok azizim yok, bu meslek toplumda anlaşılamamış bir meslektir... Halbuki doktorluk gibisi var mı?..
Doktorluk dedim de hemen aklıma geldi. Uzun hastane koridorlarında, bembeyaz önlük içinde, boynunda tansiyon aleti, kendilerini büyük bir gıpta ile, kurtarıcı gibi bekleyen hastaların arasında, haşa bir yarı Tanrı gibi volta atarak gezmenin huzuru ve itibarı bizim meslekte hiç olmadı...
Yok yalan söylemeyim bazı zamanlar olur...Mesela; büyük bir davanın yargılaması sonunda, mahkemenin neticesini öğrenmek için avukatı bekleyen müvekkilin ana baba, hısım akraba , yedi sülale, bir o kadar da arkadaş çevresi içinde verilecek bir olumlu haber, avukatın itibarını zirveye çıkarması için yeterli olur o an için.
Ama haftada belki yüz elli hasta muayene eden, beş altı ameliyat yapan doktorun hasta ve yakınlarına verdiği müjdeli haberin övünç ve gururu yanında , avukatın müvekkiline verdiği seneler sonra, ‘’..davayı kazandık...’’ haberinin esamesi bile okunmaz...
Neden?..
Çünkü geç tecelli eden adalet , adalet olmaktan çıkmıştır da ondan..
Neyse konumuz, doktorluk ve avukatlık meslek kıyaslaması yapmak değil tabi... Avukatların topumda neden anlaşılamadığıdır...
***
Ya şu televizyon yorumcularına ne demeli. Hele de spor yazarlarının yorumculuk kabiliyetlerine oldum olası hastayım. Neden hayranım ve hastayım anlatayım:
Bir kere ne kadar konuşursan konuş, seyredenlerin ve takipçilerinin arasında hiçbir zaman kaybetme duygusu yaşamazsın...Ne atarsan, ne sallarsan, ne satarsan hepsi yerini bulur. Ne müvekkiline ne hastalarına bir sorumluluğun olmaz... Ben meslek diye buna derim azizim, gerisi vız gelir!.
İyi akşamlar sayın seyircilerimiz.. Her hafta olduğu gibi bu haftada, en krıtik yorumlar, maç özetleri, en güzel goller, düşme tehlikesi olan takımlar ve şampiyonluğu göğüsleyecek olan takımlar, bütün yönleriyle birazdan sizin kanalınızda az sonra...Şimdi reklamlar..
Her zamanki gibi bu hafta da huzurlarınızda ünlü yorumcularımız, Hüsnü Topatar, Ömer Hepyener, Acar Çokaçar ve ben sunucunuz Hakan Hakyemez.
İlk önce sizden başlayalım Hüsnü Topatar.
- Bu hafta ligin zirve mücadelesinde A takımının attığı son gol ofsayt olduğu yönünde... (Daha sunucu Hakyemez’in cümlesi bitmeden ) Hüsnü heyecanla:
-Bana göre Adem’in doksan dereceden topu sol köşeye göndermesi bu yılın belki de en unutulmaz golleri arasında. Fakat; ( Hüsnü’nün sözü bitmeden aynı anda Ömer Hepyener, hiddet ve heyecanla ve yüksek sesle..)
- Haddi bee sendee, gol görmesek gol diye yedireceksin bize. Bi kere Adem bal gibi de ofsayt çizgisinin önünde ve rakibinin kolunu çekerek... ( Lafı bitmedi, hemen Acar Çokaçar duruma el koyarak açtı ağzını)
- Kardeşim şunun şurasında yıllardır spor yorumcusuyum, böyle bişey görmedim anladın mı!... O hakem var ya o hakem, gözüne gözlük...Ligin kaderini etkiyecek bir sırada ayağında ki çıkan ayakkabısını düzeltiyordu. Düzeltme kardeşim, bırak çıplak ayakla koş. Etrafa bak. Adem’den önce, topun Avni’nin eline dokunduğunu bile bu hakem neden görmedi...Gördü mü söyleyin Allasen!?.
-Sunucu Hakyemez:
-Yani Acar Çokaçar sizce maçta bir danışıklı dövüş mü ?(Sunucunun sözü bitmedi daha, konuşurken hemen diğer yorumcu Ömer Hepyener hararetle)
-Tabi kardeşim 87.ci dakikada bu gol atılmasaydı ve iki takım berabere kalsaydı, B takımının zaten bir iddiası yok anladın mı, o zaman A takımı ipi göğüsleyecek miydi, haksızmıyım Alla aşkına?..
Şimdi hem sunucu hem üç yorumcu hepsi de birden konuştuğundan, bir uğultu, bir curcuna gırla gidiyor. Sunucu, işini bilir yüksek yorumcular, program yapıcılar, her şeyden önemlisi Tv işletmecileri , gelen reiytingden hepsi de memnun, keyifli...
Hiçbir şey anlaşılamaması önemli değil zaten. Önemli olan haklı olmak da değil... Çok bağırmak, laf kalabalığı, dört kişinin aynı ağızdan , bir arada aynı anda konuşarak , hiç kimsenin bir şey anlamaması ve en önemlisi reytingin tavan yapması!..
SAYIN SEYİRCİLERİMİZ...Sizin kanalınız X kanalından da bu hafta, nefes kesen goller ve ünlü yorumcularımızın en derin krıtik ve maçların analizlerinden sonra bu hafta ki 2 saatlik spor programımız da göz açıp kapayıncaya kadar yine sona erdi... (İşin raconu bu, yine dört ağızdan birden konuşmalar, hoppalaa, ne tez bitti yahu!.. Topatar, Hepyener, Çokaçar, Hakyemez hepsi bir ağızdan konuşmalar...)
İyi akşamlar sayın izleyicilerimiz, haftaya görüşünceye kadar hoşça kalın, sağlıcakla kalın , futbolla kalın...
***
Yok kardeşim yok.. Ben meslek diye buna derim buna!.. Mahkemesi yok, içtihat karar marar araştırması yok... Falanca yasanın filanca kanununun, üçüncü maddesinin, ikinci fıkrasının c bendine göre araştırması yok. Yok oğlu yok...
Kazanması, kaybetmesi hiç yok, bağırması çok, hesap vereceğin bir mercii yok. Bağır Allah bağır!.. Meslek diye buna derim ben.
****
Bir de açık oturum tartışmaları... Bazı zaman keyiften, seyrederken bayılırım. Ama hiçbir zaman sonuna kadar seyretmeye de tahammül edemem. Pergelin ucu 360 derece açık. At atabildiğin, sat satabildiğin kadar. Böyük, böyüklerimizi, muktedirlerimizi fazlaca hedef tahtasına oturtmadığın müddetçe sabahlara kadar atış ve konuşmak serbest!.
Hele de dört, beş tartışmacının, ikisi muhalefet, ikisi iktidar yanlısı, birisi de yanar döner oldu mu, derin ve kritik analizlerin ve ateşli konuşmaların tadına doyamaz insan. Ama tabi ki, tahammül edebilmek şartıyla... Hülasa, çoğu meslek guruplarından değişik uzmanlar bir araya gelerek tartıştıklarında iki şık vardır. Ya anlaşırlar ya da anlaşamazlar...
Neyse efendim, biz konumuzu dağıtmadan devam edelim:
Biraz da iğneyi kendimize batırmamız lazım galiba...
Halbu ki biz avukatlar öyle mi. Avukatların oldukları açık oturumlarında sonuç en az üç, beş şıktır. Olumlu görüşler, aksine görüşler, ve ‘’ ..bana göre..’’ diye başlayıp, sonucu hiçbir zaman ne olduğu tam olarak anlaşılamayan görüşler...
Üç avukatı bir araya getir, bir maddi vakıanın, sübjektif bir hukuk normuna yorumlamaları çoğu zaman üçünün de farklıdır. Hele de bir Anayasa tartışmalarını izlemeye başlayın...
Sizlere tavsiyem: Hemen çaylarınızı elinize alıp yaslanın geriye, nasıl olsa sabaha çok vakit var..Üçünün veya ne kadar avukat varsa hepsinin de görüşleri farklıdır...Tartışmacılar dört kişiyse, en az beş görüş vardır masada...Müspet ilimlerde, iki kere iki her zaman dörttür. Hukuk da ise bazı zaman üç, bazen de beş de olabilir...
Hele de bir tartışma anında her bir Üstad; şööyle bir geriye yaslanıp gerilerek, ‘’ ...Bana göre azizim...’’ diye söze girdiğinde , yandı gülüm keten helvası...
Sonra da neymiş efendim ? Avukatlar çok konuşurmuş da, gevezeymiş de...
Biz konuşuruz kardeşim konuşuruz... Konuşmak bizim en büyük sermayemiz ve silahımız. Var mı aksini iddia eden ? 0 Kadar!..

Av. Faruk Ülker / 23.Ocak.2022
Editör: TE Bilisim