Batı Trakya’nın yiğit evlâdı Dr. Sadık Ahmet’i şehâdetinin 30. yıldönümünde kabri başında anmak için yapılan programa, Dr. Sadık Ahmet’in muhterem eşleri Işık Abla’nın dâveti üzerine, kendisi de o bölgeden olan Millî Mücâdele Gâzisi Selânikli Topal Hasan’ın torunu Seçkin Özselanik kardeşimle katılmak için geldiğimiz Gümülcine de pek çok soydaşımızla bir araya gelerek, hasret giderdik.
Şehidimizle ilgili konuşmalar yapılırken bir anda hafızam beni 29 yıl öncesine götürdü. Dr. Sâdık Ahmet’in şehâdetinin henüz birinci yılıydı. 24 Temmuz 1996 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel, İstanbul’da düzenlenen törende, trafik kazası süsü verilerek şehit edilen Batı Trakya Türkleri Lideri Dr. Sadık Ahmet adına Türk Dünyası Hizmet Ödüllerini takdim edecekti.
Ödüle lâyık görülenlerden birisi de ömrünü Türk Dünyasına adamış Bilge Liderlerden Alparslan Türkeş’ti. Büyük Devlet Adamı Türkeş, her dâim Türk Milletinin bekâsı için bu devletin sigortası olmuş, canından çok sevdiği milleti uğruna yıllarca cezaevlerinde kalmış, tabutluklarda işkence görmüş, ter akıtmış, bedel ödemiş bir liderdi.
İşte bu tören öncesi Başbuğ Alparslan Türkeş’in özel kalem müdürü Sayın Sami Cezaroğlu beni telefonla arayarak, “Türkeş Bey’e Sayın Cumhurbaşkanı tarafından Türk Dünyası Dr. Sadık Ahmet Ödülü verilecek. Sayın Büyüğümüz bu ödülü kendisi adına MHP İstanbul İl Başkanı olarak senin almanı istiyor” dediğinde kendimi Ataköy’de ki tören alanında bulmuştum.
İlk defa bu kadar teferruatlı bir şekilde rahmetli Dr. Sadık Ahmet’in kişiliği, hizmetleri, mücâdelesi orada anlatılmıştı. Dillere destan bu mücâdele, kıymetli yönetmen Hakan Yonat’ın imzasıyla beyaz perdeye de aktarılmış, büyük yankı uyandırmıştı. Geçtiğimiz yıl vizyona giren bu filmin yönetmeni Hâkan Yonat’a bu başarılı çalışmasından dolayı Türk Dünyası Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği olarak bir ödül de biz vermiştik.
BATI TRAKYA TÜRKÜNÜN BİTMEYEN ÇİLESİ
1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşmasıyla Yunanistan sınırları içerisinde azınlık statüsünde bırakılan Batı Trakya Türkünün 1912-13 Balkan Savaşlarından bu tarafa cefası bitmedi. Lozan Antlaşmasının mütekabiliyet esasını belirten maddesine göre; “Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklara tanınmış olan haklar, Yunanistan’ca da, kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır” denilmekteydi.
Fakat Yunanistan hiçbir zaman bu hakları Müslüman Türk’lere kullandırmadı. Kağıt üzerindeki hakları da zamanla ortadan kaldırıldı. Soydaşlarımız hâlâ; dîni, millî ve kültürel kimliklerini koruyabilmek için akla hayâle gelmedik mücâdeleler vermektedir.
Soydaşlarımız, Lozan Antlaşması imzalandığında yaşadıkları bölgede işlenebilen arazinin %84’üne sahip iken, bugün bu oran % 25’lere düşmüştür. Bu duruma gelinmesinde Yunan Hükümetinin aymazlıkları kasıtlı davranışları başlıca sebep olmuştu.
30 Ocak 1923 tarihinde imzaladığı Türk-Rum nüfus mübâdelesi antlaşması hükümlerine aykırı olarak 11 Ekim 1922 tarihinde imzalanan Mudanya Mütarekesi’ni izleyen günlerde Doğu Trakya’dan ve İstanbul’dan çok sayıda Rum, Yunanistan’a göç etmişti. Sebebi ise mütarekenin 2’nci maddesi gereği Yunan kuvvetleri, Adalar Denizi (Ege denizi) ağzından Trakya ile Bulgaristan sınırının kesiştiği yere dek Meriç’in sol kıyısı gerisine çekilecek olmasıydı.
İşte Türkiye’den getirilen bu Rum’ların güyâ “Geçici” olarak Batı Trakya’da ki Türk arazileri üzerine yerleştirilmeleriyle Türk topraklarının gasp edilmesi süreci başlamış oldu.
Bu süreç, Ocak 1933’te mera ve otlaklar dâhil Türklerin arazilerine hiçbir şekilde el koyma, işgâl ve kısıtlayıcı önlem konulamayacağı şeklinde karara bağlanmış olmasına rağmen mübadele sonrası toprak kayıpları devam etti.
1938’de çıkarılan 1539 sayılı yasa ile mübadelede kapsamında Türkiye’ye gelen Türkler eğer topraklarını işleyecek vekil bırakmadan gittiyse, bu arazileri devlet işletir 10 yıl sonra hazineye devredilir şeklinde çıkardıkları kanun yine soydaşlarımızın aleyhine işlemiş, bırakılan vekillerin evrakları geçerliliğini kaybetti diyerek Türk toprakları hazineye irat kaydedilmişti.
1950’de çıkarılan 2185 sayılı yasa uyarınca bu defa Batı Trakya’da ki çiftlikler direkt olarak kamulaştırılmaya gidilmiş; özellikle Kara Musa, Koç Obası, Ilgın, Ferezler, Anaköy, Kalfalar, Küçük Osmanlı, Tepe, Küçük Kaval, Büyük Kaval çiftlikleri kamulaştırılarak Yunan köylülerine dağıtılmıştı.
Yine 1953 yılında çıkardıkları 2536 sayılı yasa ile ikinci dünya savaşı ve 30 Mart 1946 - 16 Ekim 1949 yılları arasında 3 yıl, 6 ay, 15 gün boyunca süren iç savaş sırasında bölgeyi terkeden Türkler üç yıl içerisinde bizimle temasa geçmediler gerekçesiyle geri döndüklerinde topraklarının kamulaştırıldığını görmüşlerdi.
1959’da çıkarılan 3958 sayılı yasa ile de izinsiz yurt dışına çıktıkları gerekçesiyle Türklere ait binlerce dönüm arazi yine gaspedilerek el değiştirmişti.
22 Kasım 1968 tarihinde Yunan Merkez Bankası Türk azınlığın elindeki arazilerin satın alınmasını teşvik etmiş. Türklerin arazisini veya Türklerin arazilerine sınır olan arazilere yüksek fiyatlar vererek satın alanlara 20 yıl vâdeli ödeme planlarını devreye sokmuş, arazisinin değerlendiğini gören ihtiyaç sahibi Türkler arazilerini ellerinden çıkarmışlardı.
1974’ten sonra azınlık Türk halkına, 1948 yılında çıkarılan arazi birleştirmesi (anadazmos) yasası gereği belge ibrazı şartı getirilmiş, senet ibraz edemeyen azınlık çiftçisinin binlerce dönüm arazisi devlete geçmiş, daha sonra da Yunanlı çiftçilere dağıtılmıştır. Halbuki Batı Trakya; Balkan Savaşlarının yanısıra Dünya Savaşları yaşamış bir bölge olduğu gibi iki sefer Bulgar işgâllerini görmüş, Yunan iç savaşında ise oldukça fazla etkilenmiş bir bölgedir.
Bu süre içerisinde canını kurtarma çabasında olan soydaşlarımızın binlerce senedi kargaşa ortamında kaybolmuştur.
21 Nisan 1967’de Albaylar darbesi ile Yunanistan’ın idaresini eline alan cunta yönetimi de toprak gaspına devam etmistir. Tamamen Türklerin yaşadığı Küçük Doğanca köyüne ait, Yüz Dönümler, Orman ve Gölgelik mevkilerinde bulunan 10 bin dönüm civarında arazi zorunlu kamulaştırılmaya tâbi tutularak komşu Rum köylerindeki çiftçilere dağıtılmıştır.
1974 yılında ise Meşe köyündeki Türklerin Osman’lı İmparatorluğu döneminden beri işleyegeldikleri 1280 dönüm arazi, “Hazine malı” gerekçesiyle ellerinden alınıp Yunan Çiftçilere dağıtılmıştır.
1974’te faaliyete başlayan Trakya Demokritos Üniversitesi’ne güyâ arazi tahsisi için 1978 yılında tamamı Türk köylülerine ait kiraz ve meyve bahçelerinin bulunduğu 3200 dönümlük arazi kamulaştırmayla ellerinden alınmıştır. Bugün 300 dönümü dâhi kullanılmayan bu 3200 dönüm arazi bölgesinde bulunan Müslüman Türk köylerin isimleri sırasıyla Semetli, Yuvacılı, Sendelli, Ayazma, Eşekçili, Gebeceli, Bulatköy, Çepelli, Müsellimköy, Susurköy, Arabacı Köyü, Narlıköy, Yassıköy’dür ve kamulaştırmadan olumsuz etkilenmişlerdir.
Biz de bölgeyi bizzat gezerek, Eşekçili’de akşam yemeği yemiş, kamulaştırılan bölgenin en verimli topraklarını görerek içimiz yanmıştır. Türk Köylüsünün elinden alınarak kamulaştırılan bu topraklar bugün boş bekletilerek kullanılmamaktadır.
1978 yılında eski Sovyetler Birliğinden gelen Pontuslu göçmenleri yerleştirmek üzere yapılacak örnek yerleşim birimleri için Gümülcine’nin “Ektenepol” diye anılan bölgesinde bulunan ve tamamına yakını Türklere ait 2000 dönüm arazi kamulaştırılmıştır. Bu arazinin de tümü kullanılmamış ve 2000’li yılların başında kamulaştırma amacına aykırı olarak ucuz fiyatla Rum köylüsüne satılmıştır.
Yine 1978 yılında Gümülcineli Türklerin geçim kaynağını teşkil eden tütün ekiminde kullanilan 4300 dönüm arazi askeri amaçla zorla kamulaştırılmıştır. Bu arazi hâlen boştur. Sadece yılda bir-iki kez askeri araçların eğitimi için kullanılmaktadır.
Yine İskeçe’ye bağlı “İnhanlı” Köyü’ne ise başka bir dramatik olay yaşatılmıştır. İnhanlı’da kamulaştırılması kararlaştırılan 3200 dönüm arazi vardır ki, bunun 1800 dönümü Türklerin tapulu malıdır. Ancak hükümet Osmanlı tapu mülkiyet senetlerini (Sened-i Hâkâni) tanımak istemez. Haklarını savunmak isteyen İnhanlı köylüsü de İskeçe’de valilik önünde 1982’nin 17 Mart 2 Nisan tarihleri arasında oturma eylemi yapmış, bunun üzerine hükümet geri aldım atmıştı. Fakat bu araziler hâlen belirsizliğini koruyarak boş tutulmaktadır.
Fakat bu arada arazi gaspı devam etmektedir. 25 Kasim 1987 tarihinde Gümülcine’ye bağlı Arabacıköy ve Bekirli köylerinde Türklere ait 97 dönümlük bir arazi Rodop Valisi tarafından alınan 10.11.1987 tarihli ve 11747 sayılı bir kararla “Hazine Malı” olduğu gerekçesiyle soydaşlarımızın elinden alınmış ve komşu Yunan köylülerine dağıtılmıştır.
İskeçe’nin; Gökçeler köyünde Müslüman Türk köylülerinin Osmanlı imparatorluğundan beri kullanageldiği yaklaşık 200 dönümlük köy merası, 25 Ocak 1989 tarihinde İskeçe Valisinin talimatıyla Rum çiftçisine tarla olarak verilmistir. Yine Gümülcine’nin Karagözlü köyünde soydaşların asırlardan beri kullandıkları 120 dönümlük köy merası, Yunan iç savaşı sırasında kaçtıkları Polonya ve Sovyetlerden dönen göçmenlere verilmiştir.
Başka bir örnekte ise; 2007 yılında tamamen soydaşların yaşamakta olduğu Tuzcu Köye ait 52 dönüm köy merası bütün itirazlara rağmen kamulaştırılmış ve bir futbol takımına antreman sahası olarak verilmiştir. Son olarak da Yanıkköy’de Cami vakfına ait yaklaşık 40 dönüm arazinin Osmanlı senedi, yetkili Yunan makamları tarafından kâle alınmamış ve arazi üzerine bir kilise ve otopark inşaa etmişlerdir.
Ayrıca Yunan makamları havadan çekilen fotoğraflarda nadasa bırakıldığı için üzerinde ürün bulunmayan tarlaları hazine malı kabul etmişler ve binlerce dönüm soydaş arazisi bu şekilde hazineye intikal ettirilmistir.
Bunların dışında; Türk kimliğinin inkarı, seçilmiş müftülerin sistematik soruşturmaya tâbi tutulması, Yüksek Tahsilliler Dernek Lokaline izinsiz anaokulu baskını, Türkçe ve din dersleri saatlerine kısıtlama, Türkiye’den getirilen nitelikli öğretmen kontenjanını kaldırma, Türk azınlık okullarının onlarcasının önce birleştirilmesi ardından kapatılması, rahmetli şehidimiz Dr. Sadık Ahmet’in kurmuş olduğu Dostluk Eşitlik ve Barış Partisi de dâhil siyasi parti üzerinden temsilin kısıtlanması ve baraj sistemi getirilmesi gibi onlarca konu çözüm beklemektedir.
Tam da burada Filistin topraklarındaki fiziki değişim haritasının bir benzerinin de Batı Trakya’daki soydaşlarımızın toprakları üzerinden çizip Batı Trakya Türkünün topraklarının %84’lerden %25’lere nasıl gerilediğini BM genel kurulunda bütün dünyaya gösterilmesi elzem olmuştur.
Yoksa bir Enver Paşa daha çıkar Kuşçubaşı Eşref ile Süleyman Askerî gibi yiğitlere bir “Batı Trakya Türk Cumhuriyeti” daha kurdurur…
HALİT KANAK / Yeniakit