Bu Yazı; bir kuşağın kafasını kurcalayan bir çok suali üzerinde fazla söz söylenmesine ihtiyaç bırakmayacak şekilde cevaplayabilecek netliktedir. Ülkücü Hareket, hatası ve sevabıyla, büyük mücadelesini ayaklarını yalnızca bu topraklara basarak vermiştir.
Amerikan Belgelerinde Alparslan Türkeş: Kurgular ve Gerçekler Yakın tarihimizin en ciddi kutuplaşmalarından birine şahitlik eden Soğuk Savaş senelerını geride bırakalı fazlaca zaman oldu. Etrafımızı çepeçsafha kuşatan yeni gerilimler ve değişen siyasal aktörlerin de etkisiyle eski kavgalar, toplumsal hafızamızın ücra köşelerine itildi. Sadece, söz konusu normalleşmenin tesirini yeterince hissetti- remediği alanlar hâlâ mevcut. Bu tarz şeylerin başında, Soğuk Savaş'taTürkiye'yi derinden sarsan çatışmaları ve önemli siyasi figürleri mevzu edinen tarih yazıcılığı geliyor.

Kitaplar, dergiler ve son olarak da ekranlar, kendilerini var eden bağlamın buharlaşmasıyla gündelik hayatlarımızdan düşen kavgalara dair hatıraların devamlı tazelendiği arenalar hâlindeler. Öyle anlaşılıyor ki, tamire başlanan toplumsal köprülerin tahkimi için kabuk tutan yaraları kanatacak yeni buhranlara düşmeden vakit oku üzerinde bir kaç adım daha atmamız gerekiyor. Bu yolculuğumuza ise, kurguyu hakikaten ayırmamıza imkân verecek nitelikte çalışmalar eşlik edebilirse, geçmişin acı yüklü küllerini göğe savurup geleceğe yürümemiz kolaylaşacak.   İşe, propaganda olarak üretilen ancak arkasındaki gücün büyüklüğü sebebiyle zihinlerde gerçekmiş benzer biçimde iz bırakan iddialardan başlamalıyız. Örneğin, Türk milliyetçiliğinin ve Alparslan Türkeş'in ele alındığı popüler ya da bilimsel nitelikli görünümlü birçok metinde hiçbir somut delile dayanılmaksızın ileri sürülegelen kimi iddia ve ithamlar, tartışılmaz gerçeklermiş gibi tekrarlanmaya devam ediliyor.

Bu türden yazılarda, Türkeş ve liderliğini yaptığı Milliyetçi Hareket, ABD tarafınca Sovyetlere karşı mücadele için dizayn edilmiş aktörler olarak takdim edilirken kökleşmiş önyargılar haricinde derhal hiçbir objektif temele dayanma ihtiyacı hissedilmiyor.   Makalemizde, toplumsal hafızamızın yarınlara doğru zeminler üzerinden aktarılabilmesi için yüzleşilmeyi bekleyen bu literatürün Alparslan Tükeş'e yönelttiği kabahatlamaları aklımızda tutarak, ABD arşivlerinde yer alan belgelerdeki verilere eğileceğiz. Okurlarımıza, 27 Mayıs 1960'tan 12 Eylül sonrasına kadar uzanan dönemde Amerikan sisteminin iç yazışmalarından seçilmiş Türkeş'le ilgili atıf, not ve değerlendirme örneklerini sunacağız. Icra ettiğimız taramalarda, aşağıda masaya yatıracağımız belgelerdeki eleştirel, hatta yer yer hakarete varan olumsuz ifadelerin benzerlerinin aynı dönemde başka siyasetçiler için kullanılışına rastlamadık. Bu noktayı da dikkate alarak, eldeki bilgilerin VVashington tarafından desteklenmek şöyle dursun, araya sürekli yar konulan bir Alparslan Türkeş portresi çizdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.   Önünüzdeki yazı, söz konusu problematik çevreında yürütülen daha geniş bir çalışmanın ilk halkasıdır.

Planlanan eser tamamlandığında, meseleye ilgi duyanlar burada yer verilmemiş öteki belgelerdeki bilgilerle de buluşma imkânına kavuşacaklar.  

***   Ele alacağımız ilk belge, Amerikalıların 27 Mayıs'ın derhal peşinden Türkeş'in DP ve CHP karşısında "tarafsız" bir yerde durduğunu düşündüklerini gösteriyor. ABD'nin İstanbul Başkonsolosu Robert G. Miner'in Dışişleri Bakanlığı'na yolladığı 30 Haziran 1960 tarihindeki raporda, gazeteci Özcan Ergüder ile yaptığı özel bir görüşmeye dair değerlendirmeler aktarılıyor. Burada, Türkeş'in yalnızca DP'ye değil, CHP'ye ve İnönü'ye de karşı olduğu ve seçimlere yeni bir partiye liderlik yaparak girmek niyetini taşıdığı belirtiliyor.1 Bu data, 27 Mayıs'la ilgili olarak tartışılagelen bir sorun hakkında açıklayıcı ipuçları barındırıyor. Darbenin ardından Türkeş ve dostlarının hemen seçim yaparak yönetimi sivillere devretmek istemeyişini demokrasi karşıtlığı ve cunta hevesiyle izaha çalışanlar olmuştur. Sadece, DP'nin mahkûm edilmiş olduğu bir ortamda derhal sandığa gidilmesi, iktidarın ordunun eliyle CHP'ye armağan edilmesi anlamına gelecekti. Hâlbuki Türkeş ve dostları CHP'ye de muhaliftiler. Dolayısıyla, askeri yönetimin bir müddet daha iş başında kalmasını farklı siyasi profillerin ortaya çıkabilmesine imkân hazırlamak için istemiş olabilirler.   Miner'ın raporundan 20 gün sonra hazırlanan ulusal haber alma değerlendirmesinde, Türkeş'in dünya görüşü ile ilgili açıklamalara yer veriliyor. Ulusal Birlik Komitesi'nin (MBK) genel çerçevesi tahlil edilirken Gürsel'den sonra Komitenin en etkili üyesi olarak Türkeş gösteriliyor. Belgede ayrıca, Türkeş'in yakıcı bir Türk milliyetçisi olduğu, SSCB bünyesindeki Türklerin bağlarımsızlıklarını elde ederek Türk birliğinin kurulması yönündeki pan-Turanist düşünceleri sebebiyle 1944'te tutuklandığı da belirtiliyor.2   ABD'nin Ankara Büyükelçisi Warren'ın 25 Temmuz 1960 tarihinde Dışişleri Bakanlığı'na gönderilmiş olduğu raporda ise Washington'ıın Türkeş'e bakışını kalıcı halde etkilediği anlaşılan önemli bir tartışmadan bahsediliyor. Warren, Gürsel, Türkeş ve Kuneralp Komite'nin ABD'den talep ettiği krediyle ilgili bir toplantı yapmışlardır. Bu görüşmede Türkeş, ordudaki bazı subayların zorunlu emekliliğe şevki için acilen krediye gereksinimlarının bulunduğunu, eğer ABD kaynak temin etmezse bu parayı "herhangi bir yerden" bulabileceklerini söyleyerek üstü kapalı bir halde ABD'li yetkilileri Sovyetlerle yakınlaşmakla tehdit etmiştir. Raporun sonunda Warren, Türkeş ile ilgili kişisel değerlendirmesinde; MBK'nın ihtiyaçlarına ve ABD'nin bunu karşılamaktaki isteksizliğine odaklanan Türkeş tarafından hazırlanacak olası eylem planının ABD'nin pozisyonunu ve yükümlülüklerini düşünmeyen tek taraflı bir tarzda olacağını söylüyor.3   ClA'in 28 Temmuz 1960 tarihindeki "Çok gizli" ibaresi taşıyan günlük yazılı danışma notunda da, Warren'ın mektubunda belirttiği noktalar içeriyor. Gürsel veTürkeş'in ABD Büyükelçisi Warren'a, Türk ordusundaki üst rütbeli subayların mecburi emekliye sevk edilmeleri hususunda Amerikan mali yardımı gelmese dahi kararlı davranacaklarını ve gerekirse "parayı herhangi bir yerden bulabileceklerini" belirttikleri vurgulanıyor. Bununla beraber, Gürsel'in atacağı herhangi bir adımın sürpriz olmayacağı fakat para temin etmek adına SSCB ile yakınlaşmasının da beklenmediği not edilmiş.4 Türkeş için ise benzer bir değerlendirmede bulunulmadığı görülüyor.   Amerikan büyükelçisinin MBK hakkında gittikçe netlik kazanan görüşlerine, 11 Ağustos 1960'da Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği raporda rastlamaktayız. Warren'a göre MBK genç, tecrübesiz ve vatansever subaylardan oluşuyordu. Gürsel'den sonrasında Komite'nin en etkili üyesi ise Türkeş'ti. Ek olarak VVarren'a göre Türkeş, "fanatik heveslere sahip, aşağılık kompleksli ve derin duyguları olan" birisiydi. MBK içinde ayrışma yaşanması durumunda Türkeş'in Gürsel'in yerine geçebilecek fert olduğu da Warren tarafınca ifade ediImiştir.

5 Türkeş'in ABD ile ilişkisi hakkında yazılanların ne kadar kasıtlı çarpıtmalar içerdiğini gösteren güzel bir örnek, Ömer Gürcan'ın bu belgeye dayanarak Türkeş'i Amerikan ajanı ilan etmiştir. Gürcan, raporda hiç yer almayan "MBK'nın içine en önemli üye olarak Türkeş'i yerleştirdik." ifadesini Warren'ın sözüymüş gibi aktarıyor.6   ClA'in 26 Eylül 1960 tarihli ve "Çok gizli saklı" ibareli günlük yazılı danışma notunda Türkeş'in 22 Eylül'de Başbakanlık Müsteşarlığı görevinden ayrılması değerlendiriliyor. Notta bu olayın, MBK içindeki genç, hırslı milliyetçi grup ile daha geniş muhafazakâr unsurlar arasındaki artan çatışmayı ortaya koyduğu ve Korgeneral Madanoğlıı'nun da Türkeş'in önde gelen hasmı olarak meydana çıktığı belirtiliyor.

7 Türkeş'in görevden ayrılışının MBK içindeki huzursuzluğu arttırdığına dair değerlendirme, 28 Eylül 1960 tarihli benzer bir belgede de tekrarlanıyor.8   Türkeş'in liderliğini yaptığı 14 kişilik milliyetçi grubun MBK'dan tasfiye edilişi, bir gün sonrasında, 13 Kasım 1960'ta, ClA'in "Çok gizli saklı" ibareli gmeşhurk yazılı istihbarat notunda ele alınmış. CIA belgesinde, Giirsel'in cunta içindeki köktencilik grubu ortadan kaldırdığı ve geriye kalan 23 kişinin sıkı Batı yanlısı olduğu vurgulanıyor. Ayrıca, 14'lerin tasfiyesi her ne kadar MBK'daki daha güçlü ekip tarafından desteklenen bir adım olarak değerlendirilse de Alparslan Türkeş liderliğindeki "köktencilik" sayılan grubun silahlı kuvvetlerdeki tesirinin mevcut Batı yanlısı yönetim için potansiyel bir tehdit olarak görüldüğü de belirtiliyor.9 Raporun dili, ABD'nin 27 Mayıs'ı meydana getiren kadroya bakışının ana hatlarını özetliyor.

Buna gore, MBK Batıcılar ve Türkeş liderliğindeki milliyetçilerden oluşuyordu. ABD ise köktencilik olarak vasıflandırdıği milliyetçilere değil, Batıcılara sempati duyuyordu. Sonuçta iktidar, Washington'ın pozitif yönde yaklaştığı grubun elinde kalmıştır.   ClA'in hazırladığı müteakip raporlara baktığımızda da 14'lerin tasfiyesinin doğurabileceği sonuçların ABD tarafınca ne kadar önemsendiğini görüyoruz. 17 Kasım 1960 tarihindeki haftalık danışma raporunda, genç subayların sözcüsü konumundaki Türkeş'in büyük ihtimalle siyasal bir figür olarak yaşamına devam edeceği ve ordudan zorunlu olarak emekli edilen 3.500 subayın desteğini alacağı belirtiliyor.10   ClA'in 5 Aralık 1960 tarihli haftalık propaganda kılavuzunun içindekiler kısmınde yer alan 14'lerin tasfiye edilmesi ile ilgili kısmın başlığı "Geçici Türk Hükümeti tarafından Görevden Alınan Uzlaşılması Zor Üyeler"dir.   Söz mevzusu yazıda, "inatçı ve uzlaşılmaz bir grup" olarak nitelenen Türkeş liderliğindeki 14'lerin, MBK'dan tasfiye edilmiş olduğu belirtiliyor veTürkeş'in siyasete girme ihtimali üzerinde duruluyor. Ek olarak, daha önce bağımsız dış politika izleme konusunda eğilim sergileyen 14'lerin yönetimden uzaklaştırılmaları ile beraber Türkiye'nin dış politikasındaki eksen kayması ihtimalinin ortadan kalktığı ve böylece Gürsel yönetiminin kendisinden önce izlenen (Batı yanlısı) dış politika güzergâhına bağlı kalacağının güvence altına alındığı söyleniyor.

11   Arşivdeki kayıtların izini sürmeye devam ettiğimizde, MBK'daki tasfiyenin ve takip eden sürgünün ABD'nin Türkeş'le ilgili kaygılarını ortadan kaldırmadığını görüyoruz. 1961 seçimlerinden yaklaşık bir buçuk ay önce, 2 Eylül 1961'de, devrin Amerikan Büyükelçisi Raymond A. Hare'nin Washington'a yazdığı mektupta Türkeş ve ekibinin yeni bir askeri müdahale örgütleme ihtimali ele alınmış.

Hare mektubunda; ordu içindeki Türkeş taraftarlarının çoğunlukla düşük rütbeli subaylardan müteşekkil bulunduğunu bildiklerini, ancak Türkeş teşkilatının büyüklüğünün hangi düzeyde bulunduğunu kestiremediklerini ifade ediyor. Mektupta Hare, seçimlerden sonrasında Türkiye'de huzursuzluk baş gösterirse Türkeş ekibinin müdahale için bir imkân elde edeceğini, fakat emir komuta zincirinin daha önce harekete geçmesi durumunda bu ihtimalin de ortadan kalkacağını ileri sürüyor.12   Sürgündeki Türkeş ve arkadaşlarının olası hamleleriyle ilgili ABD'nin kaygılı tahminleri, 15 Ekim 1961 'de meydana getirilen 27 Mayıs sonrası devrin ilk demokratik seçimlerinin peşinden da devam etmiş. ClA'in 17 Kasım 1961 tarihindeki haftalık danışma raporunda, seçimlerin üzerinden bir ay geçişine karşın hükümetin kurulamayışının ülke genelinde ve silahlı kuvvetlerde sıkıntı yaratmaya başladığına dikkat çekiliyor. Raporda, özellikle ordu içindeki huzursuzluğun artması hâlinde, Alparslan Türkeş ve 14'lerin öteki üyelerinin sürgünden dönerek askeri yönetimin devamı yönünde baskı yapabilecekleri belirtiliyor.13   Belgeler, ABD'nin dikkatini sürgün senelerını müteakip siyasete girişinden sonra da Türkeş'in üzerinden ayırmadığını ve Türkeş'e karşı takındığı negatif tavrı sürdürdüğünü gösteriyor. 1965 Genel Seçimleri öncesinde CIA tarafınca hazırlanan, dönemin Türk siyasal yaşamının incelenmiş olduğu "Özel Rapor"da, Türkeş'in liderliğini elde etmesiyle CKMP'nin "özünde tek bir hâkim liderin kişisel aracı olan potansiyel bir yarı-faşist organizasyon" hâline geldiği söyleniyor. Ayrıca, isim zikredilmeden CKMP'nin eski üyelerinin partinin "führer kompleksinde bir adam için faşist bir vasıta"ya dönüşmeye başladığını belirttikleri ifade ediliyor. Türkeş'in kendisini nasyonal sosyalist olarak tanımladığı ve öteki partilerdeki aşırı sağcı radikalleri etrafına topladığı iddiasına da yer veriliyor.14 Raporda ek olarak, Türkeş'in Türkiye'nin Batı ile mevcut bağlarına inanıyor gibi görünse de esasında tarafsızlık yanlısı olduğu değerlendirmesi de yapılıyor.15   Amerikan arşivlerinde, Türkeş'in dış politika perspektifinin somut yansımalarına ilişkin kayıtlara da rastlıyoruz.

Haziran 1967'de İsrail ile Arap devletleri arasında artan gerginlikle ilgili olarak Türk siyasal elitlerinin ve kamuoyunun tutumunu ABD diplomatik temsilciliklerine bildiren telgraf bunun bir örneğidir. Türkiye'deki ABD büyükelçiliği tarafından çekilen telgrafta, Araplar ile İsrail arasındaki artan gerginlik esnasında Türk Hükümeti ve aşırı soldakiler dâhil siyasi liderler sessiz kalırken yalnız Alparslan Türkeş ve Osman Bölükbaşı'nın Araplardan yana tavır sergiledikleri belirtiliyor.16   1970'lerden kalan evrakı incelediğimizde, ABD'nin Türkeş'e yönelik olumsuz tavrında bu dönemde de bir değişimin yaşanmadığını görüyoruz. Washington'un o tarihlerdeki bakış açısını yansıtan önemli bir belge, 1 Ocak 1973 tarihini taşıyan, çeşitli ülkelerdeki öğrenci ayaklanmalarıyla ilgili CIA raporudur. Bu raporda CIA, Türkiye'deki gençliğin hızla iki kutba ayrılmış olduğunı, bir yanda genel olarak TİP tarafından yönlendirilen Marksist gençliğin öteki tarafta da CKMP'nin "neo-faşist" lideri Türkeş'in önderlik etmiş olduğu "komando" diye adlandırılan gençliğin yer aldığını belirtiyor.17 Bu belgede, Hitler ve Mussolini ile birlikte anıla gelen ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı'da minimum "komünist" tabiri kadar ürperti uyandıran "faşist-neofaşist" nitelemesinin Türkeş için kullanılması, ABD'nin MHP liderine bakışını gösteren önemli bir işarettir.   Üstelik bu ve benzeri yaftalar değişik belgelerde de tekrarlanmaktadır. Örneğin, Demirel Başbakanlığında kurulan MC Hükümeti ile ilgili değerlendirmelere yerverilen 1 Nisan 1975 tarihindeki Ulusal istihbarat Bülteni'nde; 100.000 "komandosu" olduğu iddia edilen "aşırı sağcı" Türkeş'in koalisyonda yer alışının Demirel için mesele teşkil edebileceği belirtiliyor.18 MC Hükümeti'nde Türkeş ve Erbakan'ın yer almasının Türkiye'de siyasal kutuplaşmayı daha da arttıracağı endişesi, ClA'in 4 Nisan 1975 tarihindeki haftalık istihbarat özetinde de yer verilmiştir.

19   ClA'in güvenoyu alan MC Hükümeti hakkında hazırladığı, Nisan 1975 tarihindeki rapordaki değerlendirmeler de Washington'un perspektifnı göstermesi bakımından önemlidir. Raporda, ulusal Selamet Partisi'nin yabancı özel yatırıma, turizme, Türkiye'nin Batılı tarzda modernleşmesine karşı oluşu, ek olarak ütopik ve belirsiz bir ekonomik modeli savunması sebebiyle sıkıntı yaratabileceği belirtildikten sonra, koalisyonun öteki ortağı "Pan-Türkist" MHP'nin "Selametçilerden bile daha köktencilik bir grup" olduğu değerlendirmesi yapılıyor. CIA raporu, "Komandolarıyla" övünen Türkeş liderliğindeki bu "köktencilik grubun" parlamentoda üç vekile sahipken hükümette iki pozisyon elde edişine dikkat çekiyor. Ayrıca, Demirel ve AP'ye mensup dışişleri ve müdafa bakanları "tecrübeli ve ılımlı kişiler" olarak övülürken koalisyondaki iki "aşırı sağcı" partinin (MHP ve MSP) Kıbrıs mevzusunda katı bir politika izlediği yorumu yapılıyor. ClA'ye bakılırsa, bu iki parti Kıbrıs Türklerinin hâlihazırda ellerinde tuttukları toprakların iade edilmesi mevzusunda ödün vermeyeceklerdir. Dahası, hem MHP bununla birlikte MSP, NATO ve AT'ye karşıdırlar.20 Türkeş liderliğindeki MHP'nin Demirel Hükümeti'nin bir "zayıflığı" olduğuna ve MHP'nin MSP'den bile daha radikal bulunduğuna dair Amerikan görüşü, 18 Nisan 1975 tarihli haftalık CIA istihbarat raporunda tekrarlanarak vurgulanmıştır.21   20 Haziran 1975 tarihli CIA raporu, ABD'nın Türkiye'de artmakta olan öğrenci şiddet olaylarının taraflarına iyi mi baktığını gösteren ipuçları barındırıyor. Raporda, alınacak sert tedbirlere halk desteğinin sağlanabilmesi için Demirel'in hem sağcı bununla beraber solcu grupları sınırlamak zorunda olduğu, fakat özellikle deTürkeş'in liderlik ettiği öne sürülen "komandolar"ın baskılanması gerektiği ifade ediliyor.22 31 Ocak 1976'da hazırlanan Ulusal istihbarat Bülteni'nde de Demirel'in artan şiddet hadiseleri karşısında yetkilerini kullanamayışının sebebi olarak koalisyon ortağı Türkeş'e bağlı kesimlerin bu olayların içinde bulunmuş olduğu iddiası gösteriliyor.

23 2 Kasım 1976 tarihli Ulusal haber alma GmeşhurkTelgrafı'nda da aynı görüş tekrarlanıyor.

24   sadece takip eden aylarda hız kesmeyen terörün, 10 Ağustos 1977 tarihli Ulusal istihbarat Gmeşhurk Telgrafı'nda diğer örneklere gore daha dengeli değerlendirmelerle Washington'a rapor edildiğini görüyoruz. Telgrafta, şehirlerde sol terörün artışına dikkat çekiliyor ve sağcıların rastgele kampüs olaylarıyla değil planlı suikastlarla hedef alındıkları belirtiliyor. Belgede ayrıca, söz konusu vakalar karşısında Türkeş'in hükümetteki başbakan desteklığı pozisyonu gereği sükûnetini koruyarak ılımlı bir tavır sergilediğine işaret ediliyor. Bununla birlikte, sol terörün devamı hâlinde sağın da yanıt vereceği ve Türkeş'in kendi taraftarlarını etkileyebilecek hükümet eylemlerine karşı sert tavır takınabileceği söyleniyor.25   19 Ocak 1978 tarihindeki iki Haftalık Uluslararası Narkotik incelemesi Raporu'nda da Türkiye'de tırmanan terör hadiselerine değiniliyor. Rapor'da, solda Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu şiddetin ana merkezi olarak gösteriliyor. "Aşırı sağcı"ların ise Türkeş'in liderlik ettiği MHP'nin ideolojik korumasındaki Ülkü Ocaklarında yapılandığı belirtiliyor.

Türkeş'in "Bozkurtlar" diye anılan ateşli taraftarlarını komando kamplarında paramiliter tahsile tabi tuttuğu iddiası tekrarlanıyor. Bununla birlikte, Türkeş'in siyasal konumunu kuvvetlendirmek için bundan önceki yıldan itibaren "genç savaşçılarından" solculara geniş çaplı karşılık vermemelerini istediği, bu durumun bazı alev ateş sağcıların Türkeş'e bağlılıklarında eksilmeye ve kendi başlarına hareket etmelerine sebep olabileceği ifade ediliyor.26   ABD, Ecevit Hükümeti'nin Ülkü Ocaklarını kapatmaya yönelik adımlarını da yakından izlemiştir. 28 Kasım 1978'de hazırlanan Güvenlik Ulusal haber alma Telgrafı'nda, Ecevit veTürkeş arasındaki karşılıklı atışmanın, Ülkücülere yönelik bir yasaklama gelmesi hâlinde Tiirkeş'in de karşılık verebileceği anlamına geldiği ve bu durumun Türkiye'nin kırılgan siyasi tablosunu daha da kötüleştireceği belirtiliyor. Dahası, bir yasaklama ile karşılaşmaları hâlinde "radikal sağcıların" faaliyetlerini daha da arttırabilecekleri ve hatta eylemlerini solculardan hükümet güçlerine karşı kaydırabilecekleri öne sürülüyor. Bu şekilde bir durumda ticari ve siyasal elitlerin Ecevit Hükümeti'ne sıkıyönetim yasası çıkartılması mevzusunda baskı yapabilecekleri hususu da söz mevzusu haber alma raporunda yer ediniyor.27 Ertesi gün Washington'a yollanan raporda, Ankara'da bir ceza mahkemesinin Ülkü Ocaklarının kapatılması sonucunı onadığı ve vakaların sıkıyönetim duyuruına doğru evrilebileceği bilgisi aktarılıyor.28 30 Kasım 1978 tarihindeki istihbarat telgrafı ise, Türkeş'in Sovyetler karşısındaki tavrının MHP ve lideri hakkındaki olumsuz Amerikan kanaatini değiştirmediğini gösteren güzel bir retorik örnektir.

Telgrafta, kırk yıllık aradan sonra ilk defa, 16-20 Kasım'da iki Sovyet deniz aracının İstanbul'a geldiği, öteki parti liderleri ve medya sessiz kalırken yalnızca "neofaşist" MHP'nin lideri Türkeş'in ziyareti kınadığı belirtiliyor.29   27 Aralık 1978 tarihinde ClA'in Ulusal Dış Değerlendirme Merkezi tarafınca Türkiye'deki sıkıyönetim durumunun ele alındığı raporda ise, Ecevit'in Türkeş'e Maraş vakalarıyla ilgili olarak yönelttiği ithamların doğru çıkma ihtimaline vurgu yapılarak hükümetin "neo-faşist MHP"nin gençlik hareketini yasaklayışı gerekçelendiriliyor.30   4 Ocak 1979 tarihinde hazırlanan ulusal günliik istihbarat telgrafında da MHP'yi mevzu edinen yazışmalarda yerleşik hâle geldiği anlaşılan yafta yine kullanılıyor. Ülkedeki sağ motivasyonlu şiddetin peşinde yer almakla itham edilen "neofaşist MHP"nin lideri Türkeş'in hükümetin ve Türk camianın un komünizme kaydığı yönündeki beyanı, CIA tarafınca "sözde" nitelemesi eşliğinde aktarılıyor.31 12 Eylül 1980 darbesinin peşinden hazırlanan CIA belgelerinde de MHP ve Türkeş'le ilgili Amerikan görüş açısının ve kullanılan nitelemelerin değişmediğini görüyoruz. Örneğin, 22 Şubat 1982 tarihli danışma raporunda Evren Yönetimi'nin siyasi temizlik politikalarının hedefinde "komünistlerin" veTürkeş'in liderliğini yaptığı MHP'ye bağlı "faşistlerin" olduğu belirtiliyor.32 Eylül 1984 tarihinde Türkiye'deki terörist yapılanmaların ele alındığı bir başka CIA raporunda ise Marksist ve Kürtçü birçok örgüt ile beraber Bozkurtlar (Grey Wolves) / Ülkü Ocakları da anılıyor.

Neofaşist bir terör örgütü olarak tanımlanan Ülkücülerin liderliğini Alparslan Türkeş başta olmak üzere bir dizi ismin yaptığı; örgütün temel hedefinin Türk birliğini amaçlayan Pan-Turanizm olduğu ifade ediliyor. Raporda, Suriye ve İran'ın, Türkiye'nin Batı ve özellikle de İsrail ile mevcut bağlarını koparmak için Türkiye'deki Marksist ve İslamcı grupları desteklediği belirtilirken Ülkücülerin aldığı herhangi bir dış destekten ise bahsedilmiyor.33   Yukarıda incelediğimiz, 27 Mayıs darbesinden 12 Eylül sonrasına kadar uzanan süre dilimini kapsayan Amerikan belgeleri, şu gerçeği tüm açıklığı ile ortaya koyuyor. Soğuk Savaş senelerında Alparslan Türkeş, ABD'nin Türkiye'de kendisini en uzak hissettiği isimler içinde yer alıyordu.

Türkeş'in Sovyetler karşısındaki refleksleri de Amerikan devletinin söz konusu tutumunda herhangi bir değişiklik meydana getirmemiştir. Bu tablo, bir kuşağın kafasını kurcalayan pek çok suali üzerinde fazla söz söylenmesine ihtiyaç bırakmayacak şekilde cevaplayabilecek netliktedir: Ülkücü Hareket, hatası ve sevabıyla, büyük mücadelesini ayaklarını yalnızca bu topraklara basarak verdi.   Yazımızı, bu yargı cümlesinin kıymetini tartmamıza imkân verecek bir soruyla bitirelim. Acaba, Türkiye'nin fırtınalı senelerına doğru baktığımızda, hakkında aynı cümleyi kurabileceğimiz başka bir büyük siyasal gelenek var mı?