Bir toplumda çalışma yaşında olanların yaklaşık yüzde 15’i işsizse, çalışanların yüzde 45’i asgari ücretle çalışıyorsa, asgari ücret açlık sınırının altındaysa, emeklilerin büyük bölümü asgari ücretin altında ve açlık sınırının yaklaşık yarısı kadar bir gelire sahipse o toplum ahlak-sızdır. Toplanan verginin üçte ikisinin tüketimden alındığı bir topluma ahlak henüz uğramamıştır.  

Ahlaksız insan olur mu? Ya ahlaksız toplum? Bu tür sorulara cevap vermek kolay değildir. Zorluk, cevap bulmanın zorluğundan kaynaklanmaz. Öznenin kendini dâhil etmediği bir dünya için nesnel bir yargıda bulunmasının bizatihi kendisinin ahlaksızlık içermesidir asıl mesele. Dolayısıyla ahlak sorumluluktur. Kendi halinden, toplumun halinden, dünyanın halinden duyulan bir sorumluluk.

Genellikle ahlaksız insan ve ahlaksız toplum olmayacağını düşünürüz. Aslında pek de yanlış değil gibi gözükür bu değerlendirme. Çünkü eninde sonunda, iyi kötü, doğru yanlış herkesin bir ahlakı vardır. Herkes kendine göre bir ahlak evreni içinde yaşar. Ancak belli bir ahlak kavramına sahip olmak, belli bir ahlak evreninde yaşamak bir insanı, toplumu otomatikman ahlaklı yapar mı? Bence yapmaz. Çünkü meselenin ahlaklı olunup olmamasından öte, bir de sahip olunan ahlakın kalitesi sorunu vardır. Bunu tartışabilmek ise hiç de kolay değildir.

Ahlak ve Ahlakçılık

Sorumluluk içermeyen bir ahlakın ahlakçılığa dönüşmesi kaçınılmazdır. Ahlakçılık ise ahlak sahibi olmayı gerektirmez. Yani bir tür sorumsuzluk ahlakıdır ahlakçılık. Ahlakçılığın nesnesi, konusu hep başkalarıdır, ötekilerdir. Ahlakçılık başkalarının olmasını istediğimiz haldir ve toplumsal iktidar ağından beslenir. Ahlakçılık çoğu zaman çoğunluğun azınlığa olan baskısıdır. İşte tam da bu nedenle ahlakçılık aslında ahlak-sızlıktır. Ahlakçılık, öznenin kendisiyle eşit görmediğine yönelttiği bir dayatmadır.

Tek kişilik bir dünyada ahlak olur mu? Aslında hayır. Doğayı, diğer canlıları ve Cuma’yı saymazsak Robinson Crusoe için ahlak ne kadar geçerlidir? Bu son cümleyi içerebileceği bütün ahlak-sızlık risklerini göze alarak yazıyorum. Meramım beşerî bir evrende ahlaka işaret edebilmek. Bu anlamda ancak iki kişilik bir evrende ahlaktan söz edebiliriz. Çünkü ahlak diğerlerine yönelik sorumluluğumuzdur. Ahlak her birimiz için ötekilere yönelik davranışlarımıza dairdir. Elbette bu ötekilere tüm diğer canlılar ve hatta doğa da dâhildir. Ahlakı, hatta giderek hukuku bir mecburiyet haline getiren aslında toplumsal hayattır. Ötekilerin varlığıdır.

Ahlak kendimize yöneltmemiz gereken bir dayatmadır. Başkalarına değil. Ahlak bir özeleştiridir. İlkelere sahip olmak ve onlara uymaktır. Öz-erklik, yani otonomi tam da budur. En azından bu noktada artık Kant’a bir şapka çıkarmanın vakti geldi sanırım! Ama genelde pek çokları tam tersini düşünür ve yaşar. Özerklik, özgürlük, bağımsızlık bazı zihinlerde birbirine karışır. Özerk birey kendine özgü ilkeleri olan ama aynı zamanda onlara mümkün olduğu kadar uyan kişidir. Pek çokları bunun ikinci kısmını biraz hafife alır. Hatta bu ilkeleri kendine uygulamak yerine başkalarından hesap sormak için kullanır. Bu nokta tam da ilkelere sahip olmanın tek başına ahlaklı olmaya yetmediğini kanıtlar. İlkelere sahip olmak ama onları başkalarına uygulamak daha önce ifade ettiğim gibi ahlak değil ahlakçılıktır.

Teist, deist, ateist, agnostik, seküler, laik olmak ahlaklılık/ahlakçılık/ahlaksızlık ekseninde hiçbir şeyi garanti etmez ya da dışarıda bırakmaz. Bu beş sıfatı kendim kabullendiğim için değil, yaşadığım toplumda kendini öyle ifade edenler olduğu ve onlara ahlaki saygım nedeniyle kullanıyorum. Teist olmak ahlaklı olmayı garanti etmez. Ateist olmanız otomatikman ahlak-sız olduğunuz anlamına gelmez. Her tercihin ahlaklı, ahlakçı, ahlak-sız formları mevcuttur tarihsel olarak. Yaklaşık 57 yıldır bu hayatın içindeyim. Kişisel tecrübelerime göre şunu net bir biçimde ifade edebilirim: Benim tanıdığım komünistler, sosyalistler genel ortalamada İslamcılardan çok daha ahlaklılardır. Türkiye’de. Ama dediğim gibi bu söylediğim benim tecrübemdir. Bunun evrensel olduğunu iddia edemem. Bu, ahlaksız ateistler, ahlaklı teistler olmadığı anlamına da gelmez. Söylediklerim ancak belli bir zaman ve mekânda, belli öznel tecrübe açısından geçerlidir.

Komünist ve sosyalistler içinde teist olma seçeneğinin toplumsal ortalamaya göre daha düşük, diğer dördünün ise daha yüksek olduğunu ileri sürmek sanırım fazla iddialı bir önerme olmaz. Aynı şekilde İslamcılar içinde teist olma seçeneğinin toplumsal ortalamaya göre diğer dördüne göre çok daha fazla olması gibi. Bir teist için çoğu zaman öyle gözükse de deist, ateist, agnostik, seküler ve laik aynı şey değildir. Bunların hepsinin kendilerine göre bir ahlak anlayışları vardır. Ancak her birinin ahlak anlayışı diğerine göre ve özellikle de teiste göre farklılaşabilir.

Ahlakın İdeolojisi Yoktur

Ayrıca genel ya da en azından geniş bir insanlık mefhumuna sahip olamayanların bir ahlaka sahip olmaları da zordur. Çünkü mahalli, yerel, ideolojik ahlak olmaz. Ahlakı sadece kendi ideolojisinden olanlardan ibaret bir evren için geçerli sayan biri aslında çok özel bir biçimde ahlak-sızdır. Kendi köyünden, dininden, mezhebinden, ideolojisinden, hayat biçiminden olmayana her şeyi reva gören de ahlak-sızdır. Kendisi dürüst olmadan herkesten dürüstlük bekleyen, kendisi demokrat olmadan toplumdan demokrat olmasını uman ahlak-sızdır. Kendi hırsızlığını başkalarının hırsızlıklarıyla meşrulaştıran da ahlak-sızdır. Başkalarının giydiklerini veya giymediklerini ahlak konusu yapmak ahlak-sızlıktır. Örneğin, sürekli olarak kadınlar hakkında yargılayıcı bir şekilde konuşan bir erkek genellikle ahlak-sızdır.
Ahlak ilkeseldir. Kategoriktir. Vicdansaldır. Ahlakın ilkesi tek kişilik bir dünyada, uygulaması ikinci kişiden itibaren gündeme gelir. Ama bütün bunlar ahlakın aynı zamanda tarihsel, sosyolojik, hatta sınıfsal bir boyutu olduğunu göz ardı etmemizi gerektirmez. Aç olana, garibana ahlak sorulmaz. Bu anlamda ahlakın bile toplumsal, ekonomik konfor talep eden bir yanı vardır. Zenginler genellikle ahlak-sızdır. Sadece zenginliklerinin kökenindeki muhtemel ahlak-sızlıklar yüzünden değil. Daha çok içinde yaşadıkları toplumun, dünyanın içerdiği sefalete rağmen geceleri rahat uyuyabildikleri için. Komşuları açken, tok ve rahat uyuyabildikleri için. Sorumsuzlukları için. Aslında dünyanın mevcut halinden fakirlere göre daha fazla sorumlu olmalarına rağmen…

Ahlak-sız Toplum

Bir toplumda çalışma yaşında olanların yaklaşık yüzde 15’i işsizse, çalışanların yüzde 45’i asgari ücretle çalışıyorsa, asgari ücret açlık sınırının altındaysa, emeklilerin büyük bölümü asgari ücretin altında ve açlık sınırının yaklaşık yarısı kadar bir gelire sahipse o toplum ahlak-sızdır. Toplanan verginin üçte ikisinin tüketimden alındığı bir topluma ahlak henüz uğramamıştır. Gelir dağılımı eşitsizliği sadece iktisadi bir mesele değildir, aynı zamanda bir ahlak sorunudur.

Bir toplumda aşırı siyasallaşma, kutuplaşma var olan ahlakı da çürütür. Çünkü ahlaki ilkeyi uygulamayı layık bulduğunuz beşerî evren daraldıkça ahlaki evren de daralır. İyi olmayı sadece ailenize, yakın arkadaşlarınıza, partidaşlarınıza layık görüyorsanız ahlaktan tamamen kopmuşsunuz demektir. Bir toplumda iyilik ve kötülük ideolojik olarak kataloglanıyorsa o toplumda ahlak yoktur.

Ahlak içselleştikçe vicdan gelişebilir. Yerleşik toplumsal normların çerçevesini aşamamış bir ahlak ortamında bireysel vicdana, hatta toplumsal vicdana gerek yoktur. Bu durumda aslında bireye de gerek yoktur. Aslında böylesi bir sorumsuzluk ortamında suçun, günahın da bir anlamı kalmaz. Hukukun varlığını tescil eden kanunların varlığı değildir, sorumlu ve vicdanlı yurttaşların varlığıdır.

Sonuç olarak, ahlak üzerine konuşmak kolay, hatta cezbedici ama ahlaklı olmak zordur. Çünkü ahlak ahkâm kesmekle ilgili değil, eylemle ilgilidir. Sürekli ahlak üzerine konuşanlar genellikle en ahlaklı olanlar değildir. Ahlak üzerine konuşmaya başladığınızda, ahlakın dışına çıkma riskiniz yüksektir. Ahlakçılığa düşmeden ahlak üzerine fikir beyan etmek de oldukça zordur. Son paragrafta yapılan bütün değerlendirmelerden bu satırların yazarı da azade değildir. Ancak en azından ben bu sorunun farkındayım. Ahlak üzerine yazarken ne kendimle de mücadele ediyorum. Ama bu dünyada genelde ahlakın yanından geçmemiş ahlakçılar hükümran.

Avrupa’nın bir gelişmişlik sırrı hikayesi Avrupa’nın bir gelişmişlik sırrı hikayesi

Besim F. Dellaloğlu

Editör: Kerim Öztürk