İstanbul, Fatih Sultan Mehmet’in fethiyle Türk topraklarına katıldı. Bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün zirvede olduğu yıllardı. Ancak imparatorluğun çöküş sürecinde, İstanbul korkunç bir işgale sahne oldu. Beş yıl süren İngiliz, Fransız ve diğer müttefik devletlerin işgali; utanç verici, onur kırıcı ve karanlık günlerle doluydu.

Bu işgal dönemi, tarih kitaplarında yeterince yer bulmaz. O dönemde yaşanan insanlık dışı sahneler, milli tarih bilincine sahip tarihçiler tarafından ancak ortaya konulabilir. İngilizlerin sömürgelerden getirdiği çapulcu askerler, Türk evlerinin kapılarına dayandı. Bir Türk evladı olarak bunları yazmaktan hicap duysak da, bu alçaklıkları tarihe not düşmek, sadece onların gitmesiyle yetinmekten çok daha kıymetlidir.

Türk milleti, Gazi Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde, İstanbul dahil tüm ülkenin yaşadığı bu işgali sonlandırmak için tarihin ender kaydettiği bir Kurtuluş Savaşı verdi. O dönemde ordular dağıtılmış, hava ve deniz gücü kalmamıştı. Denizde orduya ait yüzecek bir tek tekne bile yoktu. Ancak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Atatürk, tarih sahnesine adımını attı. Dünyada eşine az rastlanır bir lider olarak, milletini bağımsızlık mücadelesine taşıdı ve bu mücadele zaferle sonuçlandı.

İstanbul’daki İngiliz ve müttefik kuvvetler, ancak Atatürk’ün stratejik hamleleri sayesinde geri çekilmek zorunda kaldılar. Türk ordusu, Kocaeli ve Trakya’dan İstanbul’u kuşattığında, İngilizler yeniden sömürgelerden asker talep etti ancak bu talep karşılık bulmadı. Çünkü karşılarında Çanakkale’de diz çöktükleri Sarı Paşa, yani Atatürk vardı. Aynı yenilgiyi tekrar yaşamak istemediler.

Özetle, Atatürk Çanakkale’de dersini verdiği güçlere, İstanbul Boğazı önlerinde bir kez daha diz çöktürdü. İstanbul’da yeni bir Çanakkale yaşanmasın diye geri adım attılar. Atatürk’ün verdiği mesajlar ve ültimatomlar yerine ulaştı. İşgalciler, pılını pırtısını toplayarak İstanbul’u terk etti.

Toprak Hattı Grubu: “Sürecin Hedefi Türk’ü Yok Etmek!”
Toprak Hattı Grubu: “Sürecin Hedefi Türk’ü Yok Etmek!”
İçeriği Görüntüle

Ancak Boğazlar ve Marmara hâlâ yabancı askerlerin kontrolündeydi. Lozan Antlaşması bu sorunu tam anlamıyla çözememişti. Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan Kerkük ve Musul da İngiliz destekli isyanlarla elimizden çıkmıştı. Şeyh Sait ve Seyit Rıza gibi isyancılar, Türk milleti cephedeyken Kürdistan hayaliyle isyan çıkardılar.

Çanakkale, İstanbul ve Marmara Denizi’ne yönelik tehditler çok çetin ve çetrefilli bir hal almıştı. Bu noktada Atatürk, uluslararası konjonktürü Türkiye lehine çevirmek için stratejik hamleler yaptı. Balkan Paktı ve Sadabad Paktı bu hamlelerin ürünüdür. Bu süreçte Pakistan ile kurulan kardeşlik bağı da bu dönemde şekillendi. Pakistanlı lider Muhammed Ali Cinnah, bu diplomatik başarının diğer mimarlarından biridir.

Balkan Paktı’na dahil olan ülkelerin çoğu Ortodoks mezhebine mensuptu. Bu ülkelerin gönlünü kazanmak ve Batı’ya güven veren bir Türkiye imajı çizmek gerekiyordu. Ayasofya Camii bu denklemde kilit bir yapıydı. Fatih Sultan Mehmet’in kiliseden camiye çevirdiği Ayasofya, hem tarihsel hem de dini açıdan hassas bir semboldü.

Bu nedenle Atatürk, büyük bir diplomatik manevrayla önce Ayasofya’nın tapusunu cami olarak tescilledi. Ardından uluslararası ortamı yumuşatmak amacıyla Ayasofya’yı müzeye çevirdi. Bu karar Batı dünyasında şaşkınlıkla karşılandı. Ancak bu hamle sayesinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne giden süreç hızlandı. Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini tanıyan Montrö Sözleşmesi 1936 yılında imzalandı. TBMM bu anlaşmayı onayladığı gün, yabancı askerler Boğazlardan çekildi.

Kısaca, Ayasofya hamlesi; Boğazlar ve Marmara’yı “Mavi Vatan” haline getiren bir stratejik adım oldu. Ülkeyi işgalden kurtaran Atatürk’e ne kadar teşekkür etsek azdır. Bugün Ayasofya üzerinden Atatürk’e hakaret edenler, aslında tarih bilgisinin yetersizliğini itiraf etmektedir.

Ölümünden kısa bir süre önce de Atatürk, Hatay’ı vatan topraklarına kattı. Bugün bazı çevreler, Lozan’ın Türkiye’ye hak kazandırdığı yalanına sığınarak gerçekleri çarpıtmaya çalışmaktadır. Oysa Lozan bir çözüm değil, bir mücadele sürecinin sadece bir aşamasıdır. Patrikhane'nin bile yasaları tanımayan meydan okuması ortadayken, milli menfaatleri korumak; vizyon, cesaret ve kararlılık ister.

Devlet olmak; savaş kadar psikolojik harp, diplomasi ve hukuk devleti bilincini de gerektirir. Anayasayı ve yasaları tereddütsüz ve imtiyazsız uygulamak bir zorunluluktur.

Yunan Yine Yunan! Peki Ya Biz?

Yunanlılar yine aynı. Dün İngiliz’in, bugün ise ABD, AB ve İsrail’in kuklası olarak tahriklerine devam ediyorlar. İstanbul’un Fatih Kaymakamlığı’na bağlı olması gereken Fener Rum Patrikhanesi’ni ziyaret eden Yunanistan Genelkurmay Başkanı, Türkiye'nin egemenliğindeki Doğu Trakya’yı “Yunan toprağı” olarak gösteren bir harita hediye etti.

Batı Trakya Türklerine her türlü baskıyı uygulayan, kendi müftüsünü seçtirmeyen Yunanistan, aynı provokasyonları sürdürmekte ısrar ediyor. Ege Adaları, Kıbrıs derken, Enosis ve Megali İdea hayalinden asla vazgeçmiyorlar. Türk milletinin sabrını taşıran bu tahrikler, sistematik olarak devam ediyor.

Ne yazık ki bütün bu gelişmeler yaşanırken, Türkiye’de hükümet kanadından anlamlı bir tepki yükselmiyor. Hani nerede kaldı mütekabiliyet ilkesi?

Dün ve bugün arasındaki farkı anlamak için Atatürk’e bakmak yeterlidir. O, bir daha bu dünyaya gelmeyecek eşsiz bir liderdi. Ölümsüz ruhu, Türk milletine daima özgürlük ve bağımsızlık yolunda ışık olmaya devam edecektir.

Atatürk’ü, din ve Ayasofya üzerinden karalamaya çalışanlar utansın! Bu gibi çabaların ardında yine o bitmeyen İngiliz kuyruk acısı ve emperyalist çıkarlar vardır. Bu konuyu çarpıtanlardan hem Atatürk hem de şehit ve gaziler davacıdır.

Sabri Şenel - 2.06.2025 / İSTANBUL