Türkiye Cumhuriyeti büyük savaşlar, eşsiz fedakarlıklardan sonra kurulduğunda nüfus olarak 12-13 milyon insandan oluşan, halkın büyük bir çoğunluğunun okuma yazma bilmediği bir dönemde yolculuğuna başlamıştır. Üniversite mezunu insanların yüzlerle ifade edildiği bir dönem içerisinde ülke on beş yıl gibi kısa bir dönem içerisinde yapılan devrimleri hazmetmiş ve olumlu bir gelişme göstermiştir. 

Bu gelişme ülkeyi savaştan çıkmış olmasına rağmen hızlı bir gelişim evresine sürüklemiş her anlamda gelişen bir Türkiye yaratmıştır.  

Bu gelişmeler bugünün Türkiye sinin temel taşları olarak kabul edilmesine rağmen ilerleyen zaman içerisinde karşı devrim yaşayan Türkiye önce duraklama daha sonrasında ise gerileyen bir anlayış içerisinde uygar devletler arasındaki yerinden uzaklaşmıştır. Günümüz eğitim anlayışı içerisinde eğitim ve öğretim denilen kavramlar, çağın gereklerine göre toplumun ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaklaşmış durumdadır. 

Milyonlarca okuyan gencin okuma amacı netliği ve geleceği dışında devletin tek isteği girişimci öğrenci adı altında kağıt üzerinde eğitimli insanlar yetiştirmek. Bu amacın altında yüzlerce aranacak ve çıkacak cevap olmasına rağmen bu gün bunların tek cevabı ülkenin ekonomik yapısında her geçen gün artan işsizlik ve dışa bağımlı, üretmeyen yaşam biçimi. 

Geleceği öngörmeyen ve kurgulamayan siyasi bir program içerisinde bulunan bir yönetim anlayışı ile, geleceğe uygun insan yetiştirmek yerine, girişimci adı altında üniversiteleri de sadece bir bölüm bitirmiş olmak için gören ama sonucunda iş bulma imkanlarının son derece belirsiz olduğu, dolayısıyla geleceği güvence altında olamayan ve bundan da haklı olarak büyük bir endişe duyan bir gençlik yetiştirmeyi seçmiştir. 

Üniversitelerde aldığı eğitime rağmen, geleceği düşünülmeden yapılmış bu hamleler, okul sonrasında gençlerde ancak sosyal bir travmaya yol açabilir. 

22-23 yaşlarında okuduğu bölümlerden mezun olmuş gencecik insanlar, aldıkları diplomalarla kendilerine kazandırdıklarını düşündükleri rekabet avantajını mezuniyet sonrası karşılarına çıkan yüzlerce beklenmedik durum karşısında anlamsız bularak alanları dışında bir hayat için tekrar çabalamaya başlıyor. Bu çabalama karşısında ise tek kaybeden bireyler veya okumuş gençlik değil Türkiye oluyor.  Milyonlarca okumuş insan, eğitimini aldığı, kendisini geliştirdiği meslek eğitimi dışında kalarak    işsiz damgasını yiyerek etkisiz hale düşmektedir.

Doğal olarak örgün eğitimle, çocuklarımıza verdiğimiz eğitim ve öğretim sisteminde, iyi vatandaş olmak, sorumluluk sahibi olmak, dürüst olmak, vergi, askerlik gibi yurttaşlık sorumluluklarını yerine getirmek gibi pek çok sosyal konuda da yönlendiriyor ve bilinçlendiriyoruz. 

Ancak bütün bu olumlu şartlanmalara rağmen, çocuk dış dünya ile ilk iletişim kurduğunda, kendisine öğretilen teorik bilgilerin pratik hayatta geçersiz olduğunu yaşamanın verdiği büyük hayal kırıklığını yaşıyor. Bunun da önemsenmesi gereken bir sorun olduğunu düşünüyorum.

Malesef Eğitim sistemimiz bugün, bir sorunlar yumağı haline gelmiştir. Bu sorunların da temel nedeni, sorunları çözmek için üretilen çözüm önerilerinin hayata geçirilmesi konusunda, gerek siyasi iradenin ve gerekse eğitim ile ilgili anayasal kurumların ayak diretmesidir. Yani çözümsüzlüğü, çözüm görme anlayışlarıdır. 

Yatıyoruz onlar... Kalkıyoruz onlar... 

Bazen düşünüyorum da, sanki Türkiye 300-500 kişiden ibaret, geri kalanı da teferruat! Bu üç - beş yüz kişinin de 15-20'si her gün ekranlarda, yazılı basında. Bıkmadılar, usanmadılar! Milletin bıkıp usanması da kimseyi ilgilendirmiyor.

Dinî konularda bakıyoruz Malum Hocamız, hamdolsun, elhamdülillah her şeyi biliyor. Sanki Yüce Rabbım Kuran-ı Kerim'i ona indirmiş de o da bize anlatacak. Bilmediği konu yok maşallah. Aklınca her şeyi biliyor. Her programda dinî konularda uzmanlar.. 

Bir de  Hoca kılıklılar var, kasıla kasıla, her cümlede bir özür dileyerek, rica ederek başlıyorlar konuşmalarına. Onlarda her konuda uzman maşallah. 

İnsan düşünüyor da ne çıkarları var? 

Her program yapımcısı, bunlara para ödemez, parasız çıktıklarını tahmin ediyorum. Ne menfaatleri var parasız programlara çıkmakta? Bedava reklam yapıyorlar televizyon programlarında. Büroları dolup taşıyor. Allah ne verdiyse, ya Allah ya tazyik!

Mehmet Ali Erbil'imize ne diyelim? Yıllardır Çarkıfelek ve benzeri programları yapıyor, bazen de Türkiye'nin en büyük sunucusu olarak tanıtılıyor. "Ben biliririm, en iyisini yaparım" havalarında. Dönüp dönüp Çarkıfelek sunuyor. 

Filistin’de Eğitim Bilinci Filistin’de Eğitim Bilinci

Kim demiş Türkiye'mizde insan mı yetişmiyor !

da, birisine yapıştık mı ondan kopamıyoruz?

Birde profesörlerimiz var, Akşam- Sabah TV’lerde boy gösteriyor… kansere yakalanmamamız için faydalı bilgiler veriyorlar bizlere. 

Ama verdiği bilgilerin hiçbir faydası olacağını sanmmıyorum.

* Onu yemeyin, bunu içmeyin, şunu yapmayın, bunu yapmayın!

Adam sanki profesör değil de bizim yaratıcımız hâşâ. Talimat veriyor. 

Kızgın kızgın! İnsanların nasıl yaşaması gerektiğini biliyor da, öyle yaşanamayacağını bilmiyor.

Ona kalırsa evimizde inek besleyeceğiz, sütünden yoğurt ve peyniri de kendimiz yapacağız. Peynirin suyu faydalıymış ama kendi yaptığımız peynirin. Olur evde değil mandrada oturalım. Yanına da ahır inşa ettik mi, her şey tamam. Pardon bir de domatesimizi, biberimizi, patlıcanımızı, kabağımızı kendimiz yetiştirecekmişiz. Odamızın birini de tarla olarak kullanırız. Geniş balkonu ve terası olanlar bu konuda avantajlı! Tarlayı oralara taşırlar.

Abi biz, yarın ne yiyeceğimizi bilmiyoruz ki, sayın profesörümüzün önerdiklerini yiyelim. Çalışanlarımızın çoğu işyerlerinden, çalışma koşullarından ve aldıkları ücretten memnun değiller.

Dilenci halk yaratıldı. Ellerinde sefertaslarıyla belediyelerin, bilmem başka hangi makamların önünde kuyruk oluşturan, aldıkları bedava yemekleri ve ekmekleri sokaklarda yiyen göçebe benzeri bir millet. Bunun adı da "Sosyal Devlet" oluyor, yapılana "Yardım" deniyor.

"3 çocuk yapın!" ısrarından vaz geçti başbakanımız. Şimdi sayıyı 5-6'ya çıkardı. İleriyi düşünüyormuş, 2037 yılında yaşlı bir ülke olacakmışız. Avrupa ülkelerinin nüfus artışı üç aşağı beş yukarı şöyle:

Almanya: Yüzde 0.27

Avusturya: Yüzde 0.24

Belçika: Yüzde 0.16

Çek Cumhuriyeti: Yüzde 0.07

Danimarka: Yüzde 0..3

Estonya: Yüzde - 0.55

Finlandiya: Yüzde 0.16

Fransa: Yüzde 0.37

Hollanda: Yüzde 0.55

İngiltere: Yüzde 0.23

İrlanda: Yüzde 1.12

İspanya: Binde 1

İsveç: Binde 0.2

İtalya: Binde 0.7

Macaristan: Yüzde - 0.32

Polonya: Yüzde -0.03

Portekiz: Yüzde 0.18

Yunanistan: Yüzde 0.21

Bulgaristan: Yüzde -0.86

Romanya: Yüzde -0.12

Bu ülkelerin hemen hepsi belirli bir refah seviyesine ulaşmışlar, hele bazılarının refah seviyelerini anlatmak için kelimeler yetmez. Bunlar aptal da biz mi akıllıyız?

Sokaklarda büyüyen, kapkaççılıkla iştigal eden, eğitimsiz, mesleksiz, çoğu vatan sevgisinden yoksun, madde bağımlısı insanlar genç olsalar ne olur?

Türkiye'de yetişen kaliteli insanların çoğu kapağı yurt dışına atıyorlar. Türkiye'de yaşayan bizler de zamlar, gıda yetersizliği, düzensizlik, kanunların iyi işlemeyişi ve birçok sebeplerden kalitemizi yitiriyoruz. Kalitesiz insanların arasında, kalitelilerin ortaya çıkması zor. Zira ötekilerin sesi ve kanunsuz davranışları ortalığı karıştır- maya yetiyor. Politikacılarımızın çoğunun  basiretsiz oluşu, birbirleriyle konuşarak değil de kavga ederek bu ülkeye yönetmeyi denemeleri, kadrolaşmaları çok kötü oluyor. Bugünkü kötü tabloyu ortaya çıkarıyor.

İnsan zor yetişiyor, hele kaliteli insanların yetişmesi daha da zor. Onları harcayıp, yaşam koşulları dışına iteleyeceğimize, onlara sahip çıkmalıyız. Yetişmiş insanımızın yurt dışına gitmesini değil de, ülkesinde kalmasını özendirmeliyiz. 

Şu "Çok çocuk yapın!" ısrarından da vazgeçmeli. Önce ortalıkta dolaşan çocuklara sahip çıkalım, onları eğitelim, bunu başardıktan sonra çok çocuk isteyelim.

Türkiye'de kaliteli insan yetişiyor. Ama bunları ülkemizde tutamıyoruz. Tuttuklarımızı da harcıyoruz. Mesele İnsan Yetiştirmek…

Editör: Kerim Öztürk