Ukrayna savaşı ile birlikte Batı dünyasının sergilediği umulmadık dayanışma, Çin’i dikkatli bir dış politika izlemeye itti. Çin Batı kamuoyunu kızdıracak adımlardan imtina ediyor. Ancak dünya medyasına sızan Xinjiagn Police Files belgeleri ile Uygur Türklerine yapılan zulmün yeniden belgelenmesi Çin’in ne denli bir şiddet ve tehdit potansiyeli taşıdığını bir kez daha gösterdi.

Çin’i sadece ekonomik olarak değil, siyasi ve askeri olarak da dengeleri bozacak bir süper güç haline geldiği yönünde batı medyasının önemli yayın organlarında sayısız makale ve belgesel yayınlanıyor. Çin tehlikesine dikkat çeken bu panik haberleri, Çin’i gerçekte olduğundan daha güçlü ve etkin gösteriyor. Ünlü Alman gazeteci Gabor Steingart Çin hakkında yazdığı ses getiren bir makalede, panik havasına ve çıkarılan yanlış sonuçlara dikkat çekiyor. Steingart, Çin’in tüm ihtişamına ve özgüvenine rağmen asla bir süper güç olamayacağı tezini savunuyor.

Steingart’a göre Çin güçlü, özgüvenli ve fazla cesaretli olabilir ancak komünist parti tarafından yönetilen Çin asla bir süper güç olamaz. Bunun ise beş nedeni var: Birinci neden bir dünya gücü olacak ülkenin kültürel olarak da etki alanı yaratması gerekir. ABD sadece siyasi olarak değil, yaşama biçimi olarak ta hala trendleri belirleyen bir güç. Çin’in bu anlamda ne bir Coca Cola’sı var ne de Leonardo DiCaprio’su. Rio’dan Wladiwoodstock’a kadar dünyanın bütün gençleri Amerikan ürünleri ve sembollerinin peşinden koşuyor. Bu rekabetti Çin’in esamesi bile okunmuyor.

***

İkinci neden ise Çin’in göçmenler için bir cazibe merkezi olmaması. İnsanlar daha fazla refah, daha fazla hürriyet ve hayallerini gerçekleştirebilmek için Çin’e gitmiyor. Ancak ABD’nin Meksika sınırı ve AB’nin dış sınırları bu ülkelere girmek isteyen milyonlarca insanla dolu. Bu süper güç olmak isteyen bir ülke için önemli bir kriter. Değil yabancıları kabul etmek kendi ülkesindeki milyonlarca Uygur Türk’ünü bile fiile hapseden, işkenceden geçiren Çin dünyada bir cazibe değil korku ve dehşet merkezi olarak tanınıyor.

Süper güç olabilmek için gerekli olan üçüncü kriter ise yeni fikirlerin, düşüncelerin ortaya çıkması için uygun bir zemin olması. Çin elbette bundan da çok uzakta. Çin’deki son düşünsel inovasyon milattan önce 5. yüzyılda ortaya çıkan Konfüçyüs felsefesi. Çin totaliter marksizm ideolojisi ile her bir vatandaşını adım adım izleyen dijital bir diktatörlük. Fikir özgürlüğü ve ifade özgürlüğü yoksa süper güç değilsin demektir. Bu hesap çok açık.

***

Dördüncü kriter ise yenilikçi iş fikirlerinin olmaması. Çin Amerika ve Avrupa’da çıkan her tür yeniliği kopya etme konusunda başarılı. Ancak bu teknolojilerin sadece kopyalarına sahip alternatiflerine değil. Amerikan inovasyonları kopyalanıyor ancak yıkılamıyor ya da aşılamıyor (Disrupition). Kendisine ait yenilikçi fikirleri olmayan bir ekonomi de er geç kaybetmeye ya da dış dünyaya bağımlı kalmaya mahkum. Amerika inovasyonlar konusunda mesafeyle öncü konumda, Çin ise sadece takip ediyor.

Beşinci kriter ise Çin’in askeri gücü ile ilgili. Bu zamana kadar dünyanın bütün süper güçleri farklı kıtalarda ve ülkelerde savaştılar ya da bulundular. ABD dünyanın 5 kıtasında toplam 1.4 milyon askerle konuşlanmış durumda. Bu askeri temsil kabiliyeti süper güç olmak için asgari koşullardan sadece birisi. Çin’in ise ülke sınırları dışında kayda değer bir askeri temsili yok. Öte yandan ABD askerlerinin Almanya, Polonya ve Fransa gibi ülkelerdeki varlıkları bu ülkelerde genelde memnuniyetle karşılanıyor. Ancak Çin ordusunun Güney Çin denizindeki manevraları bölgede memnuniyet değil endişe yaratıyor. Çin’in yegane işbirlikçileri Rusya ve Kuzey Kore ki bu ülkeler de dostluktan değil mecburiyetten işbirliği yapıyor.

Editör: Kerim Öztürk