Bölüm 02

Osmanlı ordusu, Ertuğrul Gazi ve Osman Bey dönemlerinde bugünkü anlamda bir orduya sahip değildi. Zira o yıllarda Osmanlı ailesi henüz bir imparatorluk kurma niyetinde değildi; özellikle Ertuğrul Gazi döneminde bu tür bir arzu söz konusu bile değildi. Osman Bey döneminde ise bu yönde bazı küçük kıpırdanmalar başlamıştı.

Osman Bey’in, Ahi lideri Şeyh Edebali’nin kızıyla evlenmesiyle birlikte bu kıpırdanmalar hız kazandı( Ahi' ler Yaren' ler Hacı Bektaşi Veli eğitimi almış o ahlak ile yetişmiş esnaf ve sanatkarlardır). Şeyh Edebali’nin emrinde “azap” denilen, savaş zamanı silah altına alınan ama normalde esnaf ve zanaatkâr olarak çalışan gönüllüler bulunuyordu. Bu dönemde halen düzenli bir ordu yoktu; yani mesleği askerlik olan, tam zamanlı birlikler mevcut değildi.

Osman Bey’in oğulları Orhan ve Alaaddin, düzenli bir ordu kurulmasına ihtiyaç duydu. Bu ihtiyacın hissedilmesinde Orhan Bey’in kayınpederi, Bizans İmparatoru Kantakuzenos’un önemli bir rolü oldu. O dönemde Edirne, Sırp kuvvetleri tarafından kuşatılmış; Bizans zor durumdaydı. İmparator, damadı Orhan Bey’den yardım istedi. Orhan Bey, bu çağrıyı geri çevirmedi ve büyük oğlu Süleyman Paşa ile küçük oğlu I. Murad’a görev verdi: “Gelibolu üzerinden geçerek Çanakkale Boğazı’nı aşın, Bizans kuvvetleriyle birleşin ve Edirne’yi kurtarın.”

Süleyman Paşa, bu görevle harekete geçti. Aydınoğulları Beyliği’yle iş birliği yaptı. Bizans’ın da desteğiyle büyük tekneler hazırlandı ve Çanakkale Boğazı geçilerek Gelibolu kıyılarına ulaşıldı. Karaya çıkan birlikler, Bizans’a ait olan Bolayır da Çimpe Kalesi’ne yerleşti. Ardından Bizans askerleriyle birlikte Edirne’ye hareket ettiler ve Sırp kuvvetlerini püskürterek şehri kurtardılar. Bu zaferin ardından Bizans İmparatoru, Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa’ya Çimpe Kalesi’ni hediye etti. Süleyman Paşa da bu kaleye kalıcı olarak yerleşti.

Bu tarihten itibaren Rumeli topraklarına akınlar düzenlenmeye başlandı. Süleyman Paşa ve I. Murad, 40 atlıdan oluşan Akıncı birliklerini Bulgar, Sırp, Bosna, Arnavut ve diğer Balkan topraklarına gönderdi. Bu akınlar sırasında çok sayıda ganimet ve insan esir olarak getirildi. Bu insanlar çoğunlukla Ortodoks Hristiyan Rum ve Ermeni ailelerin çocuklarıydı. Sayıları o kadar fazlaydı ki, Osmanlı Devleti bir sistem geliştirmek zorunda kaldı: Pençik Sistemi.

Toprak Hattı Uyardı: İslam’ı Savunmak İçin Önce Okuyun
Toprak Hattı Uyardı: İslam’ı Savunmak İçin Önce Okuyun
İçeriği Görüntüle

Bu sistem gereği, her beş esir çocuktan biri padişaha “vergisel hak” olarak sunuluyordu. Bu çocuklar köle statüsündeydi ama doğrudan padişahın hizmetine sunuluyordu. Pençik sistemi, gönüllülüğe dayalı devşirme sisteminden farklıydı; ailelerin rızası olmadan gerçekleşirdi. Bu çocuklar, Gelibolu’da toplanarak Anadolu yakasına geçirilir, Bursa ve çevresine, özellikle Bilecik bölgesine sevk edilirdi. Bu yolculuk, Turnacıbaşılar denetiminde ve 150 kişilik Turna birlikleri eşliğinde yürüyerek yapılırdı.

Burada çocuklar, yaşlarına ve fiziksel yapılarına göre gruplara ayrılır; saçları tamamen tıraş edilir, kırmızı entariler giydirilir, sarı külahlar takılırdı. Kırmızı yemeni giyen bu çocuklar, bölgedeki Yörük Türkmen ailelerine “emanet” edilirdi. Topluca kelime-i şehadet getirilir sünnet edilir sonra birer birer bu aileleri teslim ettirdi zimmetlenirdi Bu aileler, çocuklara 3 ila 5 yıl boyunca bakar, onları Türkçe konuşan, Bektaşi Müslüman bir birey olarak yetiştirirdi.

Bu ailelerin büyük çoğunluğu Alevi inançlı Türkmenlerdi. Alevilik, soy üzerinden geçen bir inanç olduğu için bu çocuklar Alevi olamazdı; ama Bektaşilik öğretileriyle büyürlerdi. Çünkü bu çocuklara “eline, beline, diline sahip ol” ilkesiyle ahlaklı birey olmaları öğretilirdi. Bölge cami ve medrese açısından yetersizdi; dolayısıyla eğitimin ana kaynağı Bektaşi kültürü olurdu.

Beş yıllık eğitim sürecinin sonunda bu çocuklar yeniden Gelibolu ve Edirne’deki Acemi Ocağına gönderilir; burada askeri eğitim alarak Kapıkulu Yeniçerisi olurlardı. Bu noktadan itibaren çocuklar, ölene dek padişahın kulu ve kölesi sayılırdı. Kölelerin Müslüman Türk kadınlarıyla evlenmeleri yasaktı. Miras hakkı yoktu. Soyları bilinmezdi. En yüksek rütbeye ulaşsalar bile özel statüleri değişmezdi.

Yeniçeriler ulufe adı verilen maaşlarla geçinir; ortak kazanlarda yemek yerlerdi. Saç uzatmaları, kaçmayı zorlaştırmak için yasaktı. At binmeleri yasaktı; çünkü bu ayrıcalık yalnızca sarı çizmeli sipahilere aitti.

Sonuç olarak, Osmanlı ordusunun özellikle Kapıkulu Yeniçeri Ocağı Bektaşi geleneğiyle yetiştirilmişti. Bu orduyu Bektaşi yapan şey; pençik sistemiyle toplanan esir çocukların, Alevi-Bektaşi inancı taşıyan Yörük Türkmen anneler tarafından yetiştirilmesiydi. Bu kadınlar sayesinde çocuklar, dinî eğitimden ahlaka, dil becerisinden sadakat bilincine kadar her yönüyle şekillendirilmişti.