Giriş
Sömürgecilik olgusu, dünya tarihinin en belirleyici süreçlerinden biridir. Antik çağlardan modern döneme kadar farklı yöntemlerle uygulanan sömürgecilik, siyasi, ekonomik ve kültürel dönüşümleri tetiklemiş; uluslararası sistemin biçimlenmesinde temel bir rol oynamıştır. Bu makalede, sömürgeciliğin üç farklı evrimsel aşaması incelenecek, günümüz koşullarında çok uluslu şirketler ve küresel yapıların rolü tartışılacaktır.
Birinci Dönem: Klasik Emperyalizm
Klasik sömürgecilik, askeri işgaller ve doğrudan toprak ilhakları ile karakterize edilmiştir. Bu dönemde işgal edilen ülkelerin doğal kaynaklarına ve insan gücüne el konulmuş; kölelik ve zorunlu işçilik mekanizmaları üzerinden ekonomik artı-değer metropollere aktarılmıştır. 19. yüzyıl emperyalizmi esasen sanayileşmiş ülkelerin sermaye fazlasını yeni pazarlara yönlendirme ihtiyacından doğmuştur.
İkinci Dönem: Vekalet Savaşları
İkinci Dünya Savaşı sonrası sömürgecilik doğrudan işgal yerine dolaylı kontrol yöntemleriyle sürdürülmüştür. Bu dönemde vekalet savaşları, bölgesel etnik ve ideolojik çatışmalar üzerinden yürütülmüş; büyük güçler kendi askerlerini sahaya sürmeden nüfuz alanlarını genişletmiştir.
Üçüncü Dönem: Küresel Şirketler ve Yapısal Dönüşüm
Günümüzde gözlemlenen üçüncü dönem sömürgecilik, ekonomik küreselleşme ve çok uluslu şirketler üzerinden işlemektedir. İmmanuel Wallerstein’in (1930-2019) dünya-sistem teorisine göre, merkez ülkeler çevre ülkelerin kaynaklarını ekonomik bağımlılık mekanizmaları aracılığıyla kontrol etmektedir. Bu bağlamda uluslararası tahkim anlaşmaları, yabancı sermayeyi koruyan yasalar ve yerel şirketlerin yabancılar tarafından satın alınması, ekonomik bağımsızlığı zayıflatan başlıca araçlardır.
Bu modelde en kritik unsur, milli ve üniter devlet yapılarının parçalanmasıdır. Küreselleşme süreci “ulusal egemenliği aşındıran bir merkezileşmiş kapitalist kontrol” mekanizmasına dönüşmüştür. Bu bağlamda, ademi merkeziyet, federalizm ve yerel yönetimlere otonomi gibi söylemler, ulus-devletin çözülmesine hizmet eden politik araçlar olarak değerlendirilir.
Türkiye Bağlamında Değerlendirme
Sömürgeci ülke hedefine ulaşmış ülkenin tüm varlıklarını ele geçirmiştir ama o ülkedeki devlet yapısı milli üniter ise bu çok ama çok sakıncalıdır, bunun da çaresine acilen bakılmalıdır. Çünkü sosyal olayların matematiği olmaz, gelecekte hiç beklenmedik olaylar olabilir, bunu önlemek içinde milli, üniter yapı bir daha ayağa kalkamayacak hale getirilmelidir. Üniter yapı en küçük yapısına kadar bölünmeli, siyası yapı şehir devletleri haline gelmeli ki federal devlet otoritesi olarak asıl devletleri olan sömürgeci ülkelerin devletlerine bağlansınlar.
1996 yılında İstanbul’da yapılan Habitat toplantısında Butros Gali ‘’Türkiye, jeopolitik konumu itibarıyla bu süreçlerin doğrudan hedefinde yer almaktadır. Dünya 200 devletli olmaktan, 2000 devletli hatta 5000 devletli bir yapılanmaya gidiyor" derken 5.000 şehir devleti olmalı’’ diyerek hedefteki amaçlarını söylüyordu. 5.000 şehir devletinin başında bir dünya devleti olacağı da bir başka gerçekliktir.
Değerli Arslan Bulut Bey 20 yıldır aşağıdaki bilgileri Türk kamuoyuna ısrarla her ortamda vermekte, burada onun bu önemli tespitlerini biz de tekrarlayalım
‘’2 Ağustos 2001 günü Bakali Corp. İsimli Amerikan kökenli, Amerikan yönetimi ile yakın ilişkili sivil toplum örgütünden Türk asıllı Amerikan vatandaşı Ayla BAKKALLI imzasıyla o zaman Türk Başbakanı olması muhtemel (beklenen) Mr. Recep Tayip ERDOĞAN’a bir memorandum gönderilir. Memorandumda özet olarak şu talepler muhtemel Türk Başbakana tavsiye edilmektedir; "Mr. Erdoğan, sizin küreselleşme ile demokrasi ilişkilerini bağdaştırma yönündeki adımlarınız, Türkiye ye kriz sırasında destek olan uluslar arası güçler tarafından da kabul görecektir. Ankara küreselleşmenin gerekliliğini anlamak ve dünyada geçerli olan kurallara uyum sağlamak zorundadır. Ankara şunu da anlamalıdır ki, uygun gördüğü kuralları uygulayıp, kendi çıkarlarına uymayanları reddetmesi mümkün değildir. Küreselleşmenin bir adı da şehirleşmedir. Ankara yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya bütün hükümetlerden bunu istemektedir. Bu memoranduma göstereceğiniz ilgiden dolayı takdirlerimizi sunarız….’’
2001 yılında ABD merkezli Bakali Corp tarafından dönemin başbakan adayı Recep Tayyip Erdoğan’a iletilen memorandumda, küreselleşmenin “şehirleşme” kavramıyla ilişkilendirilmesi ve merkezi yönetim yetkilerinin yerel yönetimlere devredilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu tür belgeler, küresel aktörlerin Türkiye’de üniter devlet yapısını dönüştürmeye yönelik stratejilerini göstermektedir.
Atatürk’ün Öngörüsü
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1927’de Gençliğe Hitabe ’de dile getirdiği uyarılar, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Atatürk, milli egemenliğin kaybedilmesi halinde dahi Türk milletinin bağımsızlığını yeniden kazanabileceğini vurgulamış; bu vasiyet, çağdaş sömürgecilik biçimlerine karşı bir yol haritası niteliği taşımaktadır.
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Mustafa Kemal Atatürk
Atatürk, 20 Ekim 1927 de Türk Gençliğine bundan 98 yıl önce 2025 Türkiye’sinin bugünlerinde yaşananların hepsini bir asır önceden görüp uyarmamış mı?
Bu görev emrini kendi üstüne almayan ‘’benden atlasın nerede patlarsa patlasın’’ diyenler bir tarafta, diğer yanda kendine yakışanı yapanlar. Onlar sıvasız evlerine asılan şehitliklerinin örtüsü olan Albayrakları ile üstüne düşeni yapan Mehmetçikler dir. Kolunu, bacağını, gözünü kaybeden gazilerimizdir. Yüreğine taş basan analarımızdır yetim ve öksüz kalan yavrulardır, kucağında şehidinin emaneti yavrusu ile yapa yalnız kalan genç annelerdir.
Türk Milletinin evlatlarının kanla canla ve yapılan her türlü fedakarlıkla korunan TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİDİR.
Süleyman Demirel’in benim gençlik döneminden hatırladığım önemli bir tespiti vardır; Solda olmak eğik düzlemde kaymaya benzer, kaymanın sonunda sizin nerede duracağınızı bilemezsiniz’’ derdi.
Demirel’in sol konusundaki tespiti buğun de ‘’Ademi Merkeziyet’’ söyleminde bulunanlar içinde aynen geçerlidir. Bu söylemle başlayan milli devletten uzaklaşmanın sonunda duracağı yer bölünmedir. Ademi Merkeziyet isteyenler bu yolda gide gide ülkenin bölünme gerçeği ile yüzleşecekleridir. Üniter devleti bölme ihaneti yeni kavramların örtüsü altında gizlenemez. Ademi Merkeziyet yerine, Federasyon, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, yerinden yönetim, yerel yönetimlere özerklik şartının kabulü, eşit vatandaşlık talebi gibi söylemler laf cambazlığıdır. Ana dilde eğitim yolu federasyona çıkar, bu gibi söylemler bölünme amacını gizleyemez.
Üçüncü dönem sömürgecilik için, yanı silahsız milli devleti yıkmak için toplum TOP ve TOP ile iyice meşgul edilmeli, uyuşturulmalı ve uyutulmalı ki başta egemenliğinin kaybı olmak üzere, tüm ülke zenginliklerini, madenlerini, limanlarını, topraklarını, vb… özetle millet olarak geleceğini güle oynaya ama asla farkına varmadan kaybetmeyi kabullensin. Bu memnuniyet öyle olmalı ki gündüz vakti havayı fişeklerle kutlanmalı. ‘’Mili devlet sınırlarında gümrük duvarları olan devlettir’’ tespiti bile unutturulmalı.
Millet öylesine kör edilmeli ki, kendisini ilgilendiren en hayati gerçekleri bile görmemeli. Örnek; Türk Millet vekillerini seçer, o vekiller ancak Türk Anayasası çerçevesinde Türk Milletini temsilen TBMM de iç tüzük hükümlerine göre kurulacak komisyonlarda ve genel kurulda Türk Milleti adına görev yapabilirler. Bu kurallar dışındaki komisyon yapılanması olamaz,
TBMM’nin milletvekilleri iç tüzük ve anayasa hükümleri dışında hiçbir makamın veya kimsenin arzusu ile komisyon kuramazlar, hiçbir kanuni yetkiye dayanmayan bu keyfi uygulama onlara Türk Milleti tarafından verilmemiştir. Bu kadar açık gerçegi dahi Türk Milletinin bilgisinden kaçırılmak istenmektedir.
Geçen binlerce yıldır egemenliğimizi elimizden almak için gelen orduları savaş meydanlarında göğüsledik, egemenliğimizi vermedik. Zaman geçti tüfek icat oldu mertlik bozuldu ama o zamanda egemenliğimizi can pahasına yine koruduk, geçen asırda Getrut Bell, Lavrens, Binbaşı Noel’ler gibi niceleriyle geldiler, başta Ermeni, Rum ve Aralarlar olmak üzere etnik yapıları Türklere karşı ayaklandırdılar ama yine devletimizi yıkamadılar.
Bu kez gelişleri gözle görülen düşman yapısında değil, onların amaçlarına gönüllü hizmet etmek isteyen kendi içimizden olanlar ile amaçlarına ulaşmak istiyorlar.
Gün bu gerçeği görme, anlama günüdür, gün TÜRK DEVLETİNİ koruma günüdür. Yapılacak olanlar Atatürk tarafından 1927’deki söyleminde görev emri olarak Türk Gençlerine verilmiştir.
Sömürgeci dün silahıyla geldi aynı silahla karşılık verildi, o günlerdeki silahlı mücadele artık buğun yok, bilgi silahın yerini aldı, onların silahı ile yani bilgi ile karşı koymak zorundayız.
Tarihimiz, dilimiz, milli yapımız, töremiz özetle kültürümüz, bu konudaki tek güvencemizdir, tek bilgi kaynaklarımızdır.
Türk Milleti kendine yakışanı yapacaktır, bu son saldırıyı da göğüslemesini bilecektir.
Sonuç
Sömürgeciliğin evrimsel süreci incelendiğinde, askeri işgallerden vekalet savaşlarına, oradan da şirketler aracılığıyla yürütülen ekonomik kontrol mekanizmalarına doğru bir dönüşüm görülmektedir. 2025’de Türkiye’deki yabancı şirket sayısı 85. 000 ne yaklaşmıştır. Bu yabancı şirketlerin aldıkları yerli markalarımızdan bazı örneklerde vermek istersek; Hacı Şakir, Yeni Rakı, Ofçay, doğadan, Çamlıca gazozu, Erikli suyu, Hayat suyu, Saka suyu, Sırma suyu, Damla suyu, Banvit tavuk, Kemal Kükrer, Kent şekerleme, Beymen, Polisan, Filli Boya, Yemek sepeti, Trendyol, Migros, TAV Havalimanı işletmeciliği, ACIBADEM hastaneleri, İpragaz, Gama Enerji, aras kargo, Yörsan yoğurt, Petkim kimya, Cola Turka, Turkcell, Askipazar, Filiz Makarna, Flores, Komili zeytinyağı, Profilo, TEB, Yumoş, Alternatifbank A.Ş.Denizbank A.Ş.
… Günümüzde küresel kapitalizmin etkisi, sadece ekonomik bağımlılık yaratmakla sınırlı kalmayıp, siyasal yapıları da dönüştürmeyi hedeflemektedir. Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu temel risk, ekonomik bağımsızlığın kaybı kadar, üniter devlet yapısının da yok edilmesidir.
Çözüm, milli egemenliği korumak, yerli üretimi güçlendirmek ve üniter devlet yapısını tavizsiz biçimde savunmaktan geçmektedir.
Turgay Tüfekçioğlu