Bu tabir ekonominin canlanması açısından çok kullanılır.
Özellikle geçmişte çok uygulanan şimdilerde ise yeni yatırım araçlarının artması ile terkedilmiş olsa da yine de devam eden bir alışkanlıktır.
Her ne kadar yastık altı dense de özellikle gurbetçi halkımız banka alışkanlığı olmadığı için gerek gurbete giderken gerekse döndüğünde elindeki parayı tanıdığı ve güvendiği tüccara teslim eder ihtiyaç duydukça da ihtiyacı kadar alır veya gurbette ise ev halkının ihtiyacı olduğunda vermesini tembih ederdi.
Halkımızın önemli kısmı mücevherlerini güvenli saklanacağı için tanıdığı tüccarın kasasına emanet ederdi.
Osmanlı saray çalışanları dahi bu şekilde mücevherlerini muhafaza ederdi.
Nitekim Sultanhamamda tüccar olan arkadaşımın dedesi Mustafa efendi Osmanlı Saray mensubu Beşir ağanın mücevherlerini muhafaza etmiş giden gelen olmayınca da Cumhuriyet döneminde zabıt tutturarak hazineye teslim etmiş.
Esasında onda dahi düğün yapan veya borcu olan eşine dostuna altın olarak borç verirdi.
Piyasada bir ağabeyimizin söylediği ve benim de geçmişte az çok şahit olduğum gibi tüccar yakın gördüğü birisinin parasını kendisine değil de başkasına teslim ettiğini öğrendiğinde ona gönül koyardı.
Çünkü faizi olmayan ve parça parça ödenen para onun da işine geldiği gibi bir güvenilirlik göstergesi idi de.
Esasında bahsettiğim yıllarda ülkemizde bankacılığın geçmişi en fazla yüz yıllık bir maziye sahip olduğu gibi kuruluş gayesi de devletin dış borçlarını ödeyebilmesi ve yabancıların Osmanlı’ya borç para vermesi gayesi ile idi.
Her ne kadar ilerleyen yıllarda paranın yastık altında değil de bankada durması gerekse de insanımız yine de bankaya değil de tüccara teslim ederek paranın piyasada dolaşımını sağlamıştır.
Yani başka inanç sistemlerinde veya topluluklarda olduğu gibi toprağa, duvarlara ve mezarlara gömerek saklamamıştır.
Bugün yastık altı dediğimiz ancak altın veya mücevherde kalmıştır ki halkımızın bu alışkanlığı terketmesi ise ancak bankacılık sektörünün güvenli alternatifler üretmesi ile mümkündür.
Ernail Koç