Necdet TOPÇUOĞLU
Hukuk, insanların hayatında hak ve adaletin tecelli etmesi için başvurulan kaide ve kurallar sistemidir. Ancak bütün insanların hukuk anlayışı aynı değildir. Insanlar, güçsüz olduklarında eşit olmak isterler. Eşit olduklarında adalet isterler. Güçlü olduklarında ise ezmek isterler. Bu insanoğlunun genlerinde vardır. Ancak mutlak anlamda adalet hiçbir zaman sağlanamamıştır. Bu durum o devirlere ait şikâyetlerden anlaşılmaktadır.
İnsanların olduğu her yerde ilişkiler, ilişkilerin olduğu yerde olaylar, olayların çözümünde ise başvurulan hukuk kuralları vardır. Genellikle olayların çözümünde fikri olanlar Türkiye bir hukuk devletidir, hukukun üstünlüğü esastır, diye fikir beyan ederler. Bu noktada aklımıza hangi hukukun üstünlüğü diye bir soru gelmektedir. Haklının hukukunun üstünlüğümü, yoksa güçlünün hukukunun üstünlüğümü kasdediliyor bunu anlamak oldukça zor görünmektedir. Günümüzde güçlüysen senin hukukun üstündür kardeşim, haklı olmana gerek yok anlayışı hakimdir.
Bir ülkede hukukun üstünlüğünden söz edebilmek için, o ülkede hukuk kültürünün evrensel hukuk kuralları çerçevesinde, belli bir noktaya gelmiş olması gerekir. Halbuki Türkiye’de temelini Mecelle’den alan hukuk kültürü ile, modern ve çağdaş ülkelerden ithal edilen hukuk kurallarının çatışmasından ileri gelen bir kavram kargaşası söz konusudur. Diğer taraftan hukukun üstünlüğünün olmazsa olmaz şartı, Yargının bağımsız olmasıdır. Peki Türkiye’de yargı bağımsızmıdır?
Ah keşke gönül rahatlığı ile yargı bağımsızdır diyebilsek. Bu konuda birçok insanın derin kuşkularının olduğunu söylemek mümkündür. Ancak son zamanlarda yargıya yapılan müdahaleler, bağımsızlığı oldukça sarsmıştır.
Yargının bağımsız olabilmesinin temelinde ekonomik bağımsızlık öne çıkmaktadır. Özlük hakları Devletin başka kurumları tarafından tespit edilen yargı mensupları ekonomik yönden nasıl bağımsız olabilir? Nitekim yıllar önce çok önemli bir yargı kurumunun başkanı, “Yargıçlarımız vicdanları ile cüzdanları arasında sıkışıp kalmaktadır.” ifadesini kullanmışlardır. Yargı kurumlarındaki rüşvet olaylarının basına yansıması oldukça üzücüdür.
Bir ülkeyi ayakta tutan değerlerin başında adalet duygusu gelmektedir. Kayırmacılık, iltimas ve torpilin egemen olduğu toplumlarda ise adaletin varlığından söz etmek mümkün değildir. Güçlünün hukukunun egemen olduğu toplumlarda mazlumlar, ilahi adalete sığınma ihtiyacını hissederler. Halbuki beşeri alemde adaleti dağıtacak organın bağımsız yargı olması gerekir. Bir ülkede yargı, hiçbir tesir altında kalmadan, hiçbir güce boyun eğmeden haklının hakkını, evrensel hukuk kuralları çerçevesinde teslim edebiliyorsa o ülkede yargı bağımsızlığından söz etmek ve yargıya güvenmek mümkündür.
İnsanlar tarih boyunca hep adaleti aramışlar ve haksızlıklardan şikayetçi olmuşlardır. Gerçekten adil olanlar ise bir efsane gibi tarihe mal olmuşlardır. Dini referans vermek istemem ama, bugün halen adaletli çözümlerden söz ederken "Hazreti Ömer Adaleti" gibi diye bir benzetme yapıyorsak, bu durum o dönem adaletinin tarihe damgasını vurmasından ileri gelmektedir. Sonuçta o döneminde kendisine göre bir hukuku vardır.
Tarih boyunca ideolojilerin de hukuku etkilediği görülmektedir. Her ideoloji kendi hukukunu oluşturmuştur. Halbuki yargı kurumlarının gerçek adaleti dağıtabilmeleri için ideolojilerden etkilenmemeleri zorunludur. Aksi takdirde yargı kurumları, yargıçların ideolojik değerlendirmelerine göre karar verirler ki, bu durum, yargıyı kullanarak ideolojik hesaplaşmaya dönüşür. Hatta günümüzde bazı yargı mensupları sanıklara, şimdi biz sizi yargılıyoruz, gelecekte sizde bizi yargılarsınız diyebilmektedirler.Türkiye de Anayasa Mahkemesi, Yargıtay çatışması böyle bir hesaplaşmayı çağrıştırmaktadır.
Diğer taraftan her rejim kendi hukukunu oluşturur. Özellikle devrimle gelen rejimlerin karşısında, karşı devrim hareketleri tarih boyunca var olmuştur. Yargı bu konuda da bağımsız olmalıdır. Olmadığı takdirde yargı üzerinden rejim çatışmaları meydana gelir. Bu durum gelecek için yeni hesaplaşmalara kapı açacağından tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Halbuki esas olan geçmişle hesaplaşmak değil, yüzleşmek olmalıdır. Hukuk kuralları içinde yüzleşmeyi becerebildiğimiz takdirde uzlaşma kültürüne hizmet etmiş oluruz.
İşte bugün Türkiye’de ihtiyaç duyulan hukuk, ideolojilerden, rejim çatışmalarından ve tarikat bağlantılarından uzak, güçlünün değil, haklının hukukunu esas alan ve evrensel hukuk kurallarına uyan hukukun üstünlüğüdür. Bunu sağladığımız takdirde bağımsız yargının dağıttığı adalet, kamu vicdanında rahatlık yaratacak ve toplumsal huzur yeniden tesis edilecektir. Aksi takdirde hukuk kisvesi altında işlenen cürümlerin Türkiye’yi rahatsız etmesi kaçınılmazdır. Yargı hiç kimsenin sopası olmamalıdır.
Bir yandan Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmazken, diğer yandan kara para aklayan çeteler tahliye edilmektedir. İktidar yanlıları her türlü hukuksuzluğu yaptıkları halde soruşturma açılmamasına karşın, muhaliflerin benzer ifadelerine savcılar soruşturma açmaktadırlar. Buna mağdurlar düşman hukuku uygulaması adını koymuşlardır. Yapılan kamuoyu yoklamaları Türkiye de yargıya güven kalmadığını göstermektedir. "Devletin dini adalettir, adalet ölürse devlet yıkılır." Hukuk olmadan yaşam olmaz. Sonuçta düşmanlığın bile bir hukuku vardır. Devletin bekası için yargı bağımsızlığının yeniden sağlanması zorunludur.