Söylenenlerin aksine 21. yüzyıl ayrışmalar, analizler, farklılıklar çağı değil sentezler, ortaklıklar ve bütünleşmeler çağıdır. Kabile/feodal değerler, ayrışık/izole topluluklar geçmişe ait gerçekliklerdir. Ortak millî/evrensel ile bütünleşik/global değerler günümüz dünyasının gerçeğidir. Nasıl ki hücre biyolojinin, atom fiziğin yapı taşı ise millet ve millî devlet de milletler camiasının (BM) yapı taşıdır. Millî devlet özellikle AKP’nin kudret elitlerinin sandığı gibi geçmiş döneme ait eski bir hikâye değildir.
Genelde dünyada özelde ise Türkiye’de etnik/bölücü gruplar millî devlet kurmak için ölümüne bir mücadele verirken AKP’nin Türk millî devletini reddetmesi ve pazarlık konusu yapması anlaşılır gibi değildir!
AKP on üç yıl boyunca, Cumhuriyeti, Türk tarihini ve Türk milleti kavramını hem küçümsemiş hem de suçlamıştır. Geçmişi mahkûm ederek gelecek yaratmak AKP’nin yol haritası olmuştur. AKP mahfillerinde Türk kavramı sürekli mahkûm edilir, cumhuriyet tarihi suçlanırken PKK terör örgütü makul ve meşru muhatap olarak gösterilmeye çalışılmıştır.
AKP, Mesud Barzani ve ŞivanPerver’le birlikte Diyarbakır meydanında miting düzenlemiş, bölücü başının mektubunu her 21 Mart’ta Diyarbakır meydanında kitlelere okutmuş, yüce kitabın Kürtçe mealini ele alıp Siirt meydanında halka göstermiş, Dolmabahçe’de HDP’lilerle mutabakat metni hazırlatmıştır. Etnik tahrik ve kışkırtıcılığı iktidarın bizzat kendisi yapmıştır.
AKP’nin basiretsiz bir mantıkla devreye soktuğu ‘çözüm süreci’ projesi bölge halkı nezdinde terör örgütüne meşruiyet kazandırmıştır. Halk da AKP’nin muhatap olarak gördüğü ve gösterdiği Öcalan’ın ve onun HDP’sinin arkasına takılmıştır. Türkiye bugün itibarıyla etnik/siyasi ve nitelikli bir bölücülükle karşı karşıyadır.
Bölücü mihraklar bu sonucu, adım adım önemli aşamalardan geçtikten sonra almıştır. PKK’nın Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı başlattığı ve arkasında uluslararası destek ile yerel büyük bir potansiyel olan ayaklanma an itibarıyla ciddi bir aşamaya ulaşmış durumdadır. Örgüt kısa, orta ve uzun vadede yapması gereken ne varsa eksiksiz yapmış, gereken hangi eylem varsa onu da gerçekleştirmiştir.
PKK seksenlerde bölgedeki sol/devrimci şiddetin tekelini eline geçirmişti. Doksanlarda ise yavaş yavaş etnik bölücü olan muhafazakâr ve milliyetçi kesimi arkasına almaya çalıştı. Açılım süreciyle örgüt, Öcalan ve ayrılıkçılık adeta meşrulaşınca bölgedeki aşiretler, şeyhler, eşraf kesimi terör örgütünün yanında saf tutmaya başladı.
PKK’nın bugün itibarıyla bölgede diz çöktüremediği tek güç olarak HÜDA-PAR kalmıştır. 6/7 Ekim ve Cizre olayları, seçim sonrası işlenen cinayetler PKK’nın bölgede tam hâkimiyet kurma amacının
sonucudur.
PKK ilk önceleri terörist eylemlerle korku, şiddet ve tehdit yaratarak “halkın kontrolünü ele geçirme” ye çalışmıştı. Çözüm süreciyle birlikte PKK  “terörü ve teröristi”  gerektiği yer, zaman ve ölçüde kullanmaya başladı.
PKK, AKP iktidarından daha çok zorun halk üzerindeki etkisinin farkındaydı. Bu farkındalık sayesinde örgüt, silahlı terörist unsurlar vasıtasıyla halkı, hükümeti ve kurumları baskıladı. AKP ‘çözüm silahla olmaz’derken PKK, silahla kendisini muhatap aldırdı. AKP ‘güvenlikçi politikalarla sonuç alınamaz’ derken PKK, bölgede güvenlik gücünü oluşturdu.
PKK, siyasi hedeflerini hiç değiştirmedi yalnızca söylemlerini şartlara uyarladı. Gelinen aşamada İstanbul’da terör örgütünün organik siyasi uzantısı olan HDP, üçüncü parti oldu. PKK, çözüm süreci üzerinden ciddi bir meşruiyet devşirmiş oldu.
HDP’nin elde ettiği sonucun Türkiye’yi nereye götürdüğünü Tarık Ekinci söylüyor:  “Uzun bir süreç, her gün gayet ufak değişikliklerle, değişimlerle gideceğiz... Türkiye’nin eyaletlere ayrılmasını, sadece Kürtler için değil bütün Türkiye’nin kendi meclislerinde, kendi seçtikleri valilerle yönetilmesini öneriyorum... İstanbul bir eyalet olur. Diyarbakır, Mardin, Batman, Siirt bir eyalet olur.”