Büyük devlet olmanın birçok şartı vardır. Bana göre en önemli “olmazsa olmaz” şartı ise dünya ticaret yollarına hâkim olmaktır.

Yükselme devrinin en parlak hamlesi İstanbul’un fethi olup, sonuçları arasında İstanbul üzerinden gerçekleşen ticarete el koymamız gelmektedir. Bu el koyuş üzerine Avrupa–Uzak Asya ticaretinin önemli bir kısmı Kırım üzerine kaymıştır. Ticaretin Kırım’a kayması üzerine Sultan Fatih, Gedik Ahmet Paşa’yı Kırım üzerine göndermiş ve Kırım’ı fethederek oraya kayan ticaret yoluna da el koymuş, devletimiz büyümeye devam etmiştir.

İkinci kez ticaret yolunu kaybeden Avrupa, bu sefer yeni bir güzergâh hazırlamış; deniz yolundan Kızıldeniz’in en kuzeyine getirdiği malları deve kervanlarıyla İskenderiye Limanı’na, oradan da gemilerle Avrupa’ya taşıyarak yeni bir güzergâh oluşturmuştur.

Bunu gören Osmanlı hızla hazırlanarak Mısır Seferi’ne çıkmış ve üçüncü kez Avrupa–Uzak Doğu ticaret yoluna el koymuştur. Mısır Seferi’nin gerekçesinde ticaret yoluna el koyma zorunluluğu önemli bir yer tutar. Hac yolunun güvenliği ve benzeri gerekçeler ise kitlelere sunulan motivasyon kalemleridir.

Ayrımcılık denen düşünce, Türk milletinin fıtratında yoktur...
Ayrımcılık denen düşünce, Türk milletinin fıtratında yoktur...
İçeriği Görüntüle

Üçüncü defa ticaret yolunu kaybeden Avrupa boş durmaz ve yeni alternatifler aramak adına yollara düşer. Bir yandan Amerika’yı keşfeder, bir yandan da Güney Afrika Burnu üzerinden Uzak Doğu’ya ulaşmanın mümkün olduğunu keşfeder. Böylece Avrupa–Uzak Doğu ticareti Güney Afrika Burnu üzerinden işlemeye başlar. Türk–Osmanlı hazinesi bir kez daha dünya ticaret yolundan mahrum kalır.

Bunun üzerine hazırlıklara başlayan Osmanlı, Kanuni Sultan Süleyman eliyle Hint Okyanusu’na çıkmaya karar verir. Yapılan iki büyük sefer de hüsranla sonuçlanır. Kemal Reis, Hindistan’dan kara yoluyla geri dönmek zorunda kalır.

Osmanlı’nın duraklaması işte bu başarısız Hint Okyanusu seferinden sonra başlamıştır. Büyümesi duran, küçülmeye mahkûm oldu; gerileme 1919’a kadar devam etti.

Duraklama, gerileme ve yıkılış sürecinin arkasında tabii ki sosyal, siyasi ve ekonomik birçok sebep vardır. Yıkılış sebepleri sorgulanırken hepsinin yerli yerinde incelenmesi gerekir. Ama dünya ticaret yollarının kontrolümüz dışına çıkması ve arkasında getirdiği ödemeler dengesindeki kaçınılmaz bozulma, çok önemli ve etkin bir yer tutmaktadır.

Böyle önemli tarihî bir konu, kendi bağlamında, bilim ışığında suhuletle incelenip ortaya konulması gerekirken; “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayı” hayat tarzı hâline getiren bazı bedhahlar, süreci mecrasından çıkartıp din/İslam düşmanlığına çevirip kenar mahalle siyaset bezirganları seviyesine indirmekte; gerçekle hiç ilgisi olmayan Arapçılık vb. tanımsız kavramlar üzerinden kendi cehaletlerini cilalamaya çevirmektedir. Böyle aşağılık sapmalara karşı dikkatli olunmalı ve alet olunmamalıdır diye düşünüyorum.

Hasan Külünk