Türkiye’nin 21. Yüzyılda jeopolitik yönelişi hangi iktidar olursa olsun denizlere doğru olacaktır. Türk halkı Atatürk’ün vefatından sonra ilk kez çevre denizlerini ağırlık merkezi haline getirmiştir. Mavi Vatan bilincine erişmiştir. Bu, jeopolitik kaderin zamanın ruhu ile buluşması sonucu ortaya çıkmıştır. Geri dönüşü yoktur.

EŞSİZ ZENGİNLİĞİMİZ: COĞRAFYANIN GÜCÜ

Türkiye bir yarımada devletidir. 3 kıtanın (Asya, Avrupa, Afrika), 3 su yolunun (Tuna, Nil, Dinyeper/Dinyester), 3 ara bölgenin (Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu), ara kesitindedir. Periferisinde bulunan 3 deniz ile (Hazar, Kızıldeniz ve Basra Körfezi) ile gerek Türk Dünyası gerekse eski imparatorluk coğrafyası irtibatlı bir devlettir. Rusya’nın ithalat ve ihracatının %65’inin; Çin’in Kuşak ve Yol Girişimindeki Orta Koridorun geçiş yoludur.

COĞRAFYAMIZI ARTIK BİZ KULLANALIM

Türkiye’nin yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım olağanüstü jeopolitik gücü 1945’ten bu yana bugün için NATO, İncirlik ve Kürecik Üsleri üzerinden Atlantik sistemin emrinde Rusya ile Çin’in kuşatılması (containment) için kullanılmaktadır. NATO’nun Land Command (Kara Komutanlığı) İzmir’dedir. Ve Türkiye de bazı çevreler bununla övünmektedir!

NATO HAYRANLARININ DRAMI

NATO ve yarattığı yumuşak gücün kurumsallaşması üzerinden Türk medyası, akademi dünyası (ki bu yapıda çoğunlukla yükselmek için Atlantikçi olmak gerek şarttır) STK’ları ve devlet kurumlarının önemli kısmı NATO üyeliğini medeni dünyada yer almak, uygarlaşmak, sözde kural temelli, kapitalist liberal düzeni devam ettirmek için vaz geçilmez görmektedir. Bu fikir yapısını savunanlara göre NATO neredeyse kutsanmış ve kutsallaştırılmıştır. 15 Temmuz darbe girişimi ve öncesinde yaşanan Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde FETÖ gibi Gladyo yapılanması üzerinden kurulan kumpaslar ortaya çıktığı halde NATO’nun sorgulanması ülkemizde yapılamamaktadır. NATO’nun gerek medya ve akademideki gerekse devlet içindeki yumuşak güç ve bilinçlendirme birikimi sebebiyle doğru kabul edilen pek çok yanlış ortaya çıkmıştır. Örneğin NATO’dan çıkmak yani askeri bir örgütten ayrılmak Türk uygarlaşmasını, batı değerleri ile bütünleşmesini koparır diyorlar. Bu aklı evveller kendilerine göre batılılaşmanın asıl kapısı olan AB’ye ısrarla alınmadığımızı sorgulamazlar. Zira Türkiye’nin emperyalizm tarafından sağılacak sütü coğrafyası ve tuzağa düşürülürse ucuz kanıdır. Türkiye’nin sadece savunma boyutunda ABD baskısı ile Avrupa’ya kabul edildiğini bilmezler. Foncu Soros’un dediği gibi, “En iyi ihraç malınız ordunuzdur.”

BU KABULLENMELERİ SORGULAYAN YOKTUR

Örneğin, Türkiye NATO’dan ayrılırsa ya Rusya’nın işgaline uğrar veya Güney Kıbrıs ile İsrail NATO üyesi olursa, Yunanistan ile birlikte Türkiye’ye saldırır. Bunlar Türkiye’nin gücünü bile okuyamayan akıllardır. Bu şehir efsanelerinin algı operasyonu olarak yayılmaları sağlanır. Örneğin ABD desteğindeki bir siyasetçi grubu çıkıp Ukrayna’yı işgal eden Rusya, Kars ve Ardahan’ı işgal edebilir diyebiliyor. Diğer bir mit NATO tarihin gelmiş geçmiş en başarılı ittifakıdır ve tek kurşun atmadan Varşova Paktını yenmiştir, diyor. Peki bu kadar başarılı ittifak neden 200 mili içindeki Yugoslavya’da on binlerce Boşnak’ın katliamını önleyemedi? Neden Afganistan’da taş devrinde yaşayan Afgan savaşçılar karşısında başarı sağlayamadı ve kaçar gibi geri çekildi? Diğer bir örnekte de NATO’nun 30 üyesi veto gücünü kullanarak örgütün kendi aleyhlerinde karar almasını engellemektedir deniyor. O zaman Türkiye bu gücü neden kendi lehinde hiç kullanmadı? 1952’de NATO’ya katılırken tüm Akdeniz ve Ege’nin Komuta Kontrol sorumluluğu Yunanistan’a bırakılırken ve bize sadece Karadeniz verilirken neden o gücü kullanmadı? Rogers planına neden hayır denmedi?

BU SORULAR ÇOĞALTILABİLİR

O zaman sadece şu soruyu soralım: ‘’NATO Türkiye’nin ulusal jeopolitik çıkarlarına ne kadar hizmet etmiştir?’’ Kıbrıs’ta soydaşlarımız vahşi hayvanlar gibi katledilirken 1964 ve 1967’de NATO neredeydi? 5 Haziran 1964 tarihli ABD Başkanı L.B. Johnson’un İnönü’ye yazdığı ‘’soydaşlarınızı kurtarmaya adaya giderseniz sadece çok kan dökülmez, sizi bu zayıflıktan faydalanarak işgal edecek Sovyetlere karşı korumayız…Ayrıca bizim hibe ettiğimiz uçak tank ve gemileri adada kullanamazsınız’’, söylemlerine ne demeli? Peki NATO, 1975, 1987 Ege Kıta Sahanlığı krizlerinde yanımızda durdu mu? 1982 Karasuları krizinde neredeydi? İki müttefik arasında devam eden sorunlara biz karışmayız demek ancak kapalı kapılar ardından batı medeniyetinin ayrılmaz parçası olarak kabul ettikleri Yunanistan’ı desteklemeleri nasıl izah edilir? Atina yakınlarındaki Lavrion kampından tutun, 1984 yılından bu yana cumhuriyete silah çeken ve kan döken PKK örgütüne NATO üyesi ülkelerden sağlanan siyasi, ekonomik ve askeri desteği yok mu sayalım? Rusya Ukrayna krizi çıkana kadar, Doğu Akdeniz’de mavi vatana karşı resmen Yunanistan yanında saldırgan şekilde yer alan AB ve ABD’nin NATO içinde Türkiye çıkarlarını koruyup kollayacağını nasıl düşünebiliriz? AB’nin Yunan Amiral emrindeki Irini Deniz Güvenlik Harekâtında Arkas Firmasına ait Türk bayraklı La Rosalie -A konteyner gemisine 22 Kasım 2020 günü Akdeniz’in açık deniz alanında Alman firkateynindeki deniz komandolarının deniz haydutları gibi Ankara’dan izin almadan çıkması, personeli donlarına kadar soyarak, kafalarına namlu dayayarak manevi işkence yapması ve bunu Türkiye’nin hazmetmesini nasıl unutacağız? Her şeyi geçelim NATO’nun Washington İttifak Anlaşmasına rağmen ABD ve Fransa’nın Yunanistan ve GKRY ile Türkiye karşıtı ikili savunma ve iş birliği anlaşmaları imzalamaları ve üslenmeleri; Her iki ülkeye Türklere ve Türkiye’ye karşı kullanılmak üzere saldırı silahları, Yunanistan’a uçak ve gemiler vermelerini nereye oturtalım? NATO’nun ve ittifak üyelerinin açıkça Türkiye aleyhinde yürüttüğü faaliyetlere yüzlerce kez cürmü meşhut yapıldığı halde, Dışişlerimizin büyükelçileri bakanlığa çağırarak protesto etme fiili ötesine geçebiliyor muyuz? Bu kadar aşağılanmaya rağmen hala NATO ve batı lehinde yazabilen ve konuşabilen sözde fikir insanlarının mideleri ve beyinleri bu hakaretleri nasıl kabul ediyor ve rahat uyuyorlar? Bu kişilerin psikolojik sentezleri tez konusu olmalıdır. NATO’dan çıkılması fikrini bile tartışmayan ve NATO üyeliğini kayıtsız şartsız Türkiye’nin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyen kaderi olarak gören Türk nomenklaturasının akıl yapısı nasıl değişir? Türkiye’nin jeopolitikte kuvvet çarpanı ve oyun değiştirici olan dünyanın en üstün coğrafi özelliklerine sahipliği halkın çıkarları için nasıl kullanılır? Kenar kuşakta ABD’nin ve NATO’nun jeopolitik bekçiliğinden neden kurtulamayız? Pax Britannica sırasında Alman İmparatorluğu yükselene kadar İngiltere’nin Süveyş Kanalı bekçiliğini yapmak üzere Romanovlar ile Akdeniz arasında tampon olarak kullanılan Osmanlıdan bu kez ABD’nin kenar kuşak bekçiliğini teslim almış olmak insanımızı rahatsız etmez mi? Hiç mi tarih okumazlar? Atatürk’ün Türk jeopolitiğini Türk coğrafyasını batıya muhtaç olmadan nasıl koruduğunu görmezler mi? Montrö ile Türk Boğazlarını geri aldıktan sonra İskenderun Körfezini emniyete almak üzere bir yıl sonra Hatay kamasını emperyalizmin böğrüne nasıl sapladığını anlamazlar mı? Vefatından bir yıl önce Kıbrıs için ‘’Bu adaya dikkat ediniz kaybedilirse ikmal yollarımız tıkanır direktifini nasıl unuturuz? 6 Büyük devlet kararı, Lozan Anlaşması ve 1947 Paris Anlaşması Anadolu’ya yakın 23 adanın egemenliğin Yunanistan’a gayri askeri statüde devrettiği halde Yunanistan’ın adaların karasını savunmak bahanesi ile aslında sahip oldukları deniz yetki alanlarını korumak için silahlandırdığı 23 adayı Ankara’nın gündeme getirmesine bile tahammül edemeyen medya ve hariciye mensuplarına ne diyebiliriz? NATO Deniz Komutanı İngiliz Amiralin mayıs ayında Türkiye Montrö Sözleşmesinin 19. Maddesini yürürlüğe koyduğunu bildiği halde ‘’NATO daha uzun süre Karadeniz dışında kalamaz’’ şeklindeki küstah açıklamasına cevap verilmemesi ve sessiz kalınması nasıl izah edilebilir? Kısacası içimizdeki ve dışımızdaki birtakım mahfiller aklımızla alay ediyor. Ancak biz bu yalanlara kanmıyoruz.

NATO MİLLİ MENFAATLERİMİZE KARŞIDIR

Özetle NATO üzerinden KKKTC, Mavi Vatan ve Türk Boğazları hedef alınmıştır. Değişen bir şey yoktur. Değişen tek şey uzayan Rus Ukrayna krizinin Türkiye ve Türk Boğazlarının önemini kuvvet çarpanı şeklinde ortaya çıkarmış olması ve bunu bilen ABD, AB ve NATO’nun Türkiye ile adeta iltifat dönemine geçmiş olmasıdır. Böylesi kritik bir durumda Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği üzerinden bir kez olsun Türkiye’nin gerçek jeopolitik çıkarları için NATO’yu kullanmalıdır. Öncelikle Doğu Akdeniz kıta sahanlığı sınırlarımız tanınmalıdır. Kıbrıs’ta 2 devletli çözüm kabul edilmeli; Ege adaları silahsızlandırılmalı ve altı mil rejimi korunmalıdır. NATO üyelerinin PKK desteği kesilmelidir. Bu alanlar arka kapı diplomasisi ile mutlaka müzakere edilmelidir. Yunanistan’ın Güney Kıbrıs’ın AB’ye tam üye yapılmasını iki Almanya’nın birleşmesini NATO ve AB’de veto tehdidi ile her türlü uluslararası hukuk kuralını katlederek nasıl başardığını; Makedonya gibi bir ülkenin adını NATO ve AB’de veto tehditlerini kullanarak Kuzey Makedonya yaptırdığını nasıl unutalım?

PARADOKSLAR SİLSİLESİ

Bugün maalesef Türkiye, mavi vatanını ve güneydoğumuzu parçalamak isteyenlerle aynı askeri ittifak şemsiyesi altındadır. Paradokslar silsilesi yaşanmaktadır. 2007 Ergenekon süreci ile başlayan ve 2016, 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi arasında geçen sürede Türkiye AB ve NATO’dan onarılmaz yaralar almıştır. Bu süreçte milli güçler ve Silahlı Kuvvetler, başta Donanma olmak üzere darmadağın edilmiştir. KKTC’yi bizden koparan Annan Planına evet dedirtilmiş; Karadeniz, Ege, Akdeniz ve Kıbrıs’ta milli menfaatleri koruyan, milli savunma sanayi geliştirilmeli diyen denizciler sahte delillerle tutuklanmış yıllarca hapiste tutulmuşlardır. İktidar ve parlamento alkış tutmuştur. 2009, AB Türkiye İlerleme Raporunda Deniz Kuvvetleri tarihte ismen ilk şikâyet edilen devlet kurumu olmuş, Dışişleri basit bir açıklama dahi yapmamıştır.

DONANMA HER ZAMAN HEDEFTİR

Donanma, her zaman marka değer ama aynı zamanda en büyük hedef olmuştur. Atatürk’ümüzün Hamidiye kruvazöründe subaylar ile sohbetinde dediği gibi Anadolu’yu yok edeceksen önce donanmayı yok edeceksin sözü bu yaşananları doğrulatmıştır. 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı Türkiye bugün Yunanistan’ın düştüğü duruma düşecek ve ABD’nin 51. Eyaleti olarak tüm üslerini ABD’ye açmış olacaktı. Direniş aslında Silivri ve Hasdal duvarları arkasında başladı. FETÖ kendisine duyulan nefretin tokadını ise 15 Temmuz’da halktan yedi. Ancak bu soylu direniş sonrası ülke, tam bir yumruk olacağı yerde kutuplaşma başka yönlerde devam ettirildi. Bu durum her zaman olduğu gibi emperyalizmi mest etti.

TÜRKİYE KITAYA İTİLMEYE DUR DEMELİ

Batı emperyalizmi denizcidir. Denizde güçlü rakip istemez. Atlantik daima Asya’yı kıtaya boğmak ister. AB ve NATO destekli Seville Haritası bu boğmanın en somut kanıtıdır. Yakın geçmişte özellikle önce 2007-2016 ve sonra 2018-2020 arasında yaşandığı gibi bugün de Türkiye’ye donanma üzerinden yapılacak baskı ve uyarılar önce çekirdek ikili (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan) ile denenmeye devam edilecek. Sonra baskı cephesi büyütülecektir. Tatbikatlar, yeni silah alımları, denizde ve enerjide iş birliği açıklamaları, Türkiye karşıtı AB ilerleme raporları, ABD’nin çok sayıdaki düşünce kuruluşu ve kongre araştırma raporları ile Harp Oyunları, Atlantik cephede bazı siyasi kişiliklerin tehdit dolu beyanatları gibi faaliyetler Türk iradesini değiştirmeyi hedefleyecektir. Bugün bu süreçte tempo düştüyse sebebi Ukrayna Rusya krizidir. Tarihte olmadığı kadar NATO ve AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Türkiye bu durumu diplomasi ve uluslararası hukuku kullanarak Ege ve Doğu Akdeniz’deki hayati çıkarlarını emniyete almalıdır. Bu durum aynı zamanda batı için bir ikilem de yaratmaktadır. Zira Türkiye’nin Ukrayna krizini kullanarak Yunanistan ve AB karşısında jeopolitik kazanımlar elde etmesini de istemezler. Türkiye bu ikilemi iyi kullanmalıdır. Ancak asla ve asla Yunanistan ile savaş tuzağına düşmemelidir. Bugün ABD ve AB, olası bir Türk Yunan Savaşı kaçınılmaz olduğunda Türkiye’nin başta donanma ve hava gücünü hırpalamak için bu fırsatı kullanmak isteyecektir. Daha sonra Mavi Vatanın asli ağırlık merkezi olan Doğu Akdeniz’de varlık gösteremeyecek, sondaj gemilerini koruyamayacak Türkiye karşısına batı donanmaları korumasında büyük firmaları çıkaracaktır. Diğer yandan böylesi bir durum NATO üyesi iki ülkenin çatışması olarak ittifakın güney kanadının çöküşünü tetikleyecektir. ABD, böylesi bir duruma göre de plan yapmış olmalıdır. Böyle bir durumda Türkiye’deki İncirlik ve Kürecik üslerini Yunanistan ve GKRY’ye taşıyacak, ancak silahlı çatışmada kesinlikle Yunanistan yanında yer alacaktır. Dedeağaç, Girit ve diğer 7 üste konuşlanma sadece Rusya için değil aynı zamanda Türkiye içindir. Ancak bu güçler asla Türk ana karasına karşı kullanılmayacaktır. İp ucunu anlatalım.

AMERİKAN SENARYOSUNDAKİ DÜŞMAN: TÜRKİYE

Amerikan Silahlı Kuvvetleri 2018 yılına yani Mavi Vatan gündeme gelene kadar, ateş gücünün Türkiye’ye karşı kullanılmasını ülke adı vererek açık bir şekilde dile getirmiyordu. Türkiye’deki Amerikan çıkarlarını ve Atlantik Sistemin ve NATO’nun Türk dostlarını tamamen kaybetmemek için hassas bir dil ve dolaylı tutum stratejisi uyguluyordu. ABD, 2018 yazına kadar Türkiye karşıtı faaliyetlerde (4 Temmuz 2003 Özel Kuvvetlere Çuval Geçirme hadisesi hariç) ya Türkiye’deki FETÖ benzeri Gladyo benzeri işbirlikçi enstrümanları kullanarak kumpas/baskı kurulmasını sağladı veya gerek NATO, gerekse milli tatbikatlarında (Millenium Challenge 2000 gibi) jenerik bir coğrafya, uydurma isimler ya da semboller üzerinden Türkiye’ye mesaj vermeye çalıştı.

EGE’DE TÜRK AMERİKAN DENİZ SAVAŞI

USNI-United States Naval Institute (ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü)nün 1986 yılından bu yana çıkarılan ‘’Naval Operations and Fleet Tactics (Deniz Harekâtı ve Donanma Taktikleri)’’ isimli referans kitabın Temmuz 2018’de tamamlanan üçüncü baskısının 15. Bölümü tarihte ilk kez ‘’Ege Muharebesi (The Battle of Aegean)’’ adıyla yayınlandı. Bu bölümde ABD Donanması ile Türk Donanması savaştırılıyor. Kitap serisinin birinci baskısında hayali Amerikan-Sovyet deniz savaşı suni bir harita ve senaryo üzerinden; ikinci baskıda (1999) suni bir coğrafyada kıyı sularında deniz harbi işlenirken, son baskıda gerçek haritalar ve gerçek olgular kullanılarak Türk Amerikan deniz savaşı yaşatıldı. ABD, Deniz Kuvvetlerine yarı remi bağlı USNI’nin yayınladığı referans bir kitapta, bir NATO üyesini açıkça düşman statüsünde görmüştür. Bu çok ciddi bir sorundur. Diplomatik hakarettir. Kitabın önsözü dönemin ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı tarafından yazılmış ve imzalanmıştır. NATO da bile tatbikat senaryolarında hedef ülkenin kim olduğu uzmanlar tarafından bilinmesine rağmen, hiçbir zaman o ülkenin ismi doğrudan zikredilmez, suni bir isim kullanılır. NATO ülkesine (Türkiye) karşı, bir başka NATO ülkesinin (Yunanistan) savaşını adeta kışkırtan ve daha sonra, tüm askeri ve siyasi gücü ile o ülkenin yanında savaşa katılacağın açıklayan bir senaryo, bulunabilecek en hafif tabiri ile, skandaldır.

SENARYO GAYRİ ASKERİ STATÜDEKİ ADALARA DAYANIYOR

Kıbrıs’a Yunanistan’ın balistik füzeler yerleştirmesini Türkiye’nin bunu önlemesi ve fırsattan yararlanarak benzer silahların yerleştirileceği gayri askeri statüdeki 23 adadan Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve İstanköy adalarını işgal etme niyeti üzerine kurgulanmış. Metinde Türkiye için ‘’dost görünümlü güçlü bir düşman’ ifadesi kullanılmıştır. Senaryoda, deniz ve hava hedefleri dışında Amerikan ateş gücünü Türk anavatanına yönlendirilmesinin ABD çıkarları için bir felaket olacağı vurgulanıyor. Ege’de gerçekleştirilen deniz kampanyasında silahlı çatışma alanı olarak sadece deniz tarafı kullanılmış. ABD 6. Filosu, başlangıçta Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü sağlamak ve Yunan Donanmasının yok oluşunu önlemek için Kıbrıs’a giden Türk amfibi konvoyuna ve filosuna karşı Aegis sınıfı kruvazörleri gönderiyor. Türkiye bunlardan birini batırıyor. Onlar da adaya giden Türk tank çıkarma gemisini (LST) batırıyor. Gemiyle birlikte 700 kişi kaybediliyor. Daha sonra savaş Ege’ye yayılıyor, Türkiye Boğaz önü ve Doğu Ege adalarını işgale yöneliyor.

TÜRKİYE’Yİ TAMAMEN KAYBETMEMEK

Amerikan Donanmasının hedefi Türk amfibi gücü adalara varmadan diğer muharip unsurlarla birlikte imha etmek. Bunun için de Türk savaş gemilerinin karşısına yem olarak 6 adet korvet tipi gemi çıkararak Türk unsurları açık denize çekmeye çalışıyorlar. Bu gemiler Türkleri oyalarken senaryoda gelecekte sahip olunması gerektiği vurgulanan 8 adet Phantom ismi verilen ve her biri 10 tane taktik balistik füze taşıyan kıyı sular saldırı gemileri ile Türk donanmasının işini bitirmek hedeflenmiş. Senaryoda çok güçlü düşman olarak gösterilen Türkiye’ye karşı Ege’deki Türk kıyılarından itibaren tam bir deniz kontrolünün tesisi amaçlanıyor. Kıyı sularda deniz savaşının değişik taktik, doktrin ve muharebe sistemleri gerektirdiği ve yeni gemi tipleri ile silahlara olan ihtiyaç öne çıkarılıyor. Senaryoda amacın, savaşı karaya yaymadan sadece denizde kısıtlı ve emniyetli bir hareket yaparak riski azaltmak olduğu belirtiliyor. Böylece hem Türkiye’yi tamamen kaybetmemek ve aynı zamanda Amerikan gemi ve can kaybını artırmamak amaçlanıyor. Genelde bilgi harbi ve insansız sistemlerin kullanılmasına vurgu yapılan senaryoda 6. Filo süper kahraman olarak gösterilmiş ve sayısal olarak güçlü Türk donanmasının karşısına zaman kaybetmeden çıkarılmış. Senaryo bu meydan okumayı İkinci Dünya Savaşının Pasifik Cephesinde Japonya’ya karşı kazanılan Midway savaşına benzetiyor. Avrupa Amerikan Deniz Kuvvetleri Komutanının akış içinde ‘’barışı sağlamak için kan dökmenin gerekli olduğuna inanıyorum’’ sözü dikkat çekiyor. Senaryo aynen bugün olduğu gibi Amerikan Başkanını tam bir Yunan hayranı yaparken, Amerikan Milli Güvenlik Kurulu Kıbrıs’a yönelik fiili bir harekatın ABD’ye yapılmış olacağı tehdidini ihmal etmiyor. Yunanistan’a da hiçbir adasının işgal edilmeyeceği garantisi veriliyor. Senaryoda dikkat çeken bir diğer önemli husus, Ege gibi kıyı sularda Amerikan donanmasının bu sahada tecrübeli Türk donanması karşısında büyük riskler alamayacağı ve gemi kayıplarına tahammül edemeyeceğini belirtmesi. Bu nedenle Truman uçak gemisi, Türk Hava Kuvvetleri ve Türk gemilerinin füze menzili içine sokulmuyor. Diğer taraftan kıyı sularda Harpoon benzeri gemiye karşı güdümlü mermilerin de ana kara ve adaların gölgesi nedeni ile güvenilir olmayacağı genellemesi yapılıyor. Senaryoda Ruslar da Türkleri ikna için aracı olarak kullanılmış. ‘’Türklere söyleyin. Adaları işgal etmesin.’’ (Bu kısım beni bugünün koşullarında bayağı eğlenceli olmuş.)

SEMBOLLER VE MESAJLAR

Amerikalı meslektaşlarımız semboller üzerinden mesaj vermeyi de ihmal etmemişler. Amerikalı Oramiralin İtalya’daki NATO görevinden ve Rhode Island/Newport’taki Deniz Harp Akademisinden arkadaşı olan Türk Donanma Komutanının adı Oramiral Mehmet Abdül. Yazar, Abdül’ün Birinci Dünya Savaşında İngilizlerin Türkleri medyada küçük gördüğü karikatür ve yazılarda kullandığı bir tabir olduğunu bilmediğimizi sanıyor olabilir. Diğer sembol isim açık olarak verilmiş ve izah edilmiş. Phantom filosunun iki komutanından birisinin adı Albay Stephanie Decatur. Bayan subaya verilen soyadı da 1804 yılında Osmanlı Garp Ocağı devamı olan Cezayir Dayısını yenerek bir savaş gemisini ele geçiren Deniz Yüzbaşı Stephen Decatur’dan geliyor. Amerikan Donanmasının ilk deniz zaferi olarak kabul edilen olayı resmeden ve yere düşen Türk bayrağını da gösteren Dennis Malone ‘nun yağlı boya tablosu, Pentagon’da ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı makam odası girişinde bulunuyor. Türkiye’nin defaten rica etmesine rağmen tablo kaldırılmış değil.

GÜNCEL NAVARİN TEHDİDİ

Söz konusu kitabın 15. Bölümü salt bir deniz taktik kitabının çok ötesindedir. Türkiye’nin Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de çıkarlarını korumak için Yunan deniz gücü ile karşı karşıya kaldığında Amerikan gücünün kayıtsız şartsız Yunanistan’ın yanında olacağını ve bu uğurda gerekirse Türk donanmasını imha edebileceğinin açık mesajını veriyor. Durumu 1827 yılında Pilos’ta yaşanan Navarin Baskını şartlarına benzetebiliriz. ABD Deniz Enstitüsü tarafından yayınlanan bu senaryo, düşmanca bir niyetin yansıması ve Türkiye’yi hala Bon Pour L’Orient olarak görme temayüllerinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.

DİKKAT EGE’YE ÇEKİLİYOR

Senaryonun ve taktiklerin Ege harekât alanı açısından eleştirisi için sayfalar yetmez. Ancak söylenmeden geçilemeyecek husus, senaryoda bir savaşta son sözü söyleyecek Türk denizaltılarından hiç bahsedilmemiş olmasıdır. Pek çok maddi hata ve yanlış bilgi ile bu senaryo ve hal tarzının, hiçbir yerinde Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kıta sahanlığını koruma kararlılığı ve hidrokarbon kaynakları mücadelesine yönelik gönderme yapılmaması da çok ilginçtir. Halbuki bugün için asıl mesele Ege’deki durumdan çok daha önemli olan Doğu Akdeniz enerji kaynakları mücadelesidir. Bir bakıma kurguda, Türkiye’yi Ege sorunlarına çekerek, Doğu Akdeniz yetki alanı paylaşım mücadelesini ikinci plana atmasını arzulayan bir mesaj verilmeye çalışılmıştır. Senaryoda Türkiye’nin Avrasya’ya ve özellikle Rusya’ya tamamen yönelmemesi için de tedbirler alındığını görüyoruz. Örneğin Türk Amfibi gücünü önlemek için çok fazla can kaybına neden olacağından denizaltıların kullanılması ya da ana karaya hava saldırısı istenmiyor. Yani Türk kamuoyunu kazanmak için açık kapı bırakılıyor.

YUNANİSTAN’A VE RUMLARA GÖREV

Diğer yandan Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a bu senaryo ile aslında bir görev verilmektedir. “Türkiye’nin askeri gücü çok artmıştır, siz şimdi ön alırsanız, bizim de desteğimizle Türkiye’yi yener, karada ve denizde siyasi hedeflerinize ulaşırsınız.” Geçmişte emperyalizmin benzer teşvikleri ile kendi başlarına “Küçük Asya” felaketini getirmiş olanların, bu ucuz ve çok tehlikeli senaryoda yer alıp almayacaklarını bilemeyiz.

TÜRKİYE DERSLERİ

Dünya yeni bir jeopolitik evreye girdi. Asya ile ABD/NATO/AB arasındaki mücadelede Asya sürekli kazanıyor. Zira Asya 150 yıl sonra yeniden yükselişe geçiyor. Kaçınılmaz son için ABD pozisyon alıyor. Kenar kuşakta Türkiye’nin eski yeri asla kalmayacaktır. Türkiye, muhteşem coğrafyasını kendi milli menfaatleri için kullanmasını öğrenmelidir. Hiçbir ittifaka ihtiyacı yoktur. Türkiye’nin Yunanistan ile bir savaş tuzağına çekilerek zayıflatılmasına, deniz ve hava kuvveti örselenmiş bir Türkiye’nin tekrar Washington kapılarına gitmesine fırsat verilmemelidir. ABD, alenen işgal ettiği Yunanistan’ı Türk Yunan düşmanlığını kullanarak sömürgeleştirmiştir. ABD bir yere girince zor çıkar. Ancak bugün ABD de çökmektedir. 1919 yılındaki İngiltere’den farkı yoktur. Yunanistan zaten yıkılmış, teslim alınmış ve kolonileşmiş bir devlettir. Ankara her yolu kullanarak Yunanistan’ı masaya ve barışın devamına davet etmelidir. Savaş en kolay olanıdır. Barışı zamanı savaşmadan milli menfaatleri sağlamak en zor olanıdır. Cumhuriyetin Onuncu Yıldönümü kutlanırken, Yunan Başbakanı Venizelos ilk defa Türkiye’yi ziyaret ediyordu. Türk Ocağı salonlarında verilen baloda meraklı Amerikan gazetecileri Büyük Atamızın etrafını sarıp sormuşlardı: “Ekselans, İstiklal Savaşına başlarken, Yunanistan’ın muntazam ordularına karşı sizin kuvvet denecek bir birliğiniz yoktu. Yunanlıları nasıl yendiniz?” Atatürk de tereddütsüz cevap vermişti: “Orası hiç de önemli değil. Bir şeyler öğrenmek istiyorsanız, Yunanlılarla nasıl dost olduğumu araştırınız.” Bugünün Amerikalı gazetecilerine de biz tavsiyemizi yapalım. ‘’Türkiye’nin Yunanistan ile dostluğu Türkiye’nin düşmanlığıyla kıyaslanamaz.”

Cem GÜRDENİZ

Editör: Kerim Öztürk