“Türkiye tarihinde bir devlet olarak, bir terör örgütüyle aynı masaya oturmak yoktur, bizden böyle bir şey beklemeyin”. 16 Ekim 2019  Erdoğan...

O günlerde bizlerin ihanet süreci olarak tepki verdiğimiz PKK ile görüşmeleri o zamanın iktidarı “çözüm süreci” adı altında  allayıp, pullayıp anlatırken, akil insanlar heyetleri kurup teröristlerle pazarlığa gönderen, silahlarını teslim etmeyen teröristler için valilere "dokunmayın" diyen Diyarbakır'da teröristlerle "Megri Megri" şarkıları söylerken alkış tutan, çadır mahkemesi kurup teröristleri aklayanlar vardı. Bu vatana ve millete ihanet sürecinde milletin büyük tepki vermesine rağmen zamanın iktidar bu tepki verenler “Bu çözüm sürecini hayvanlar bile anladı ama siz anlayamadınız” diyerek tepki veren hassas ve vatansever insanları hayvanlardan daha aşağı görmemiş miydi?

Hükümet yetkili herkes, Diyarbakır’a koşuyor Türk Devletine söven, hakaret eden, katil diyen, askerlere hakaret eden özerklik isteyenler ve PKK sevicilerle birlikte olmaya gayret gösteriyorlardı. Hatta Öcalan demokrasi kahramanı olarak ilan edilmeye ve satılmış bazı yazar müsveddelerinin “ufkumuzu açtı” övgülerine mazhar oluyordu. Bir ara hızını alamayan Bülent Arınç Öcalan’ın gençliğinde namaz kıldığını söyleyerek “Onun yerinde ben de olsam dağa çıkardım” sözünü sarf etmekten çekinmiyordu. Hatta o kadar gaza gelmişlerdi ki  devleti yönetenlerin İbrahim Tatlıses ile Devlet düşmanı Şivan Perver’in birlikte söylediği "Megri Megri" şarkısını dinlerken salya sümük ağlayan devlet erkanı ve eşleri vardı.

“Kırmızı pasaport vererek PYD / PKK lideri Salih Müslim Türkiye’ye gelmesini sağladılar ve resmi törenle karşılandı.

Sırrı Süreyya Önder iktidarın izniyle İmralı’ya gitti ve  Abdullah Öcalan’ın nevruz mektubunu bir tane Türk Bayrağı olmamasına ve PKK paçavrası ile dolu olan Diyarbakır Meydanındaki Nevruz’da okudu. 

O zamanlarda ne diyordu zamanın başbakanı:

20 Eylül 2011 tarihinde Esenboğa havalimanında “çözüm süreci” görüşmeleri için "PKK ile görüşen hükümet değil, devlettir"

26 Eylül 2011 tarihinde de Kanal 7'de yayınlanan İskele Sancak programında:  "Biz kimsenin adım atmakta tereddüde düştüğü, İmralı olsun, Oslo olsun çok açık net... Bu adımları da attık. Niye? Acaba nerede bir şey var, bunu görelim, bununla bunu yapalım. Oslo'da olacaksa, Oslo’yla bunu yapalım. Onun için de Milli İstihbarat Teşkilatı müsteşarı olarak Emre Bey zamanından itibaren başlattık görüşmeleri. Sonra Hakan Bey geldi, Hakan Bey’le de aynı şekilde devam ettik”.

2012 yılının Nisan ayında Çin’e ziyaretinde gazetecilere: "MİT Müsteşarımızı İmralı'ya gönderen benim, Oslo'ya gönderen benim. O benim sır küpüm".

28 Aralık 2012 tarihinde, TRT  Özel yayında: “Ben siyasetçi olarak bu görüşmeyi yapamam, ama onların eli ayağı durumu olan devletteki ajanları, temsilcileri vardır ve bunları yapar. Ada ile de görüşür, adanın kanaatlerini, düşüncelerini arar, sorgular. Adayla görüşmeler halen var.

13 Temmuz 2014 Şanlıurfa da Cumhurbaşkanlığı propagandasında "Çözüm sürecinden asla taviz yok, asla geri adım yok. Biz bu işe canımızı koyduk. Türkiye'nin kardeşliği için başımızı bu yola koyduk. Sizler takdir ederseniz cumhurbaşkanı seçilirsem çözüm süreci daha da güç kazanacak, daha hızlı, daha kararlı şekilde yolunda ilerleyecek. Zaten TBMM'de, bu noktada önemli bir yasayı çıkardık. Çözüm sürecini bir ileri safhaya ulaştırdık. sabırla sağduyuyla hareket edecek, hem akan kana hem gözyaşına tamamen Allah'ın izniyle son vereceğiz".

Çözüm sürecinin HDP ve PKK ya  tanınan dokunmama ve destekleme politikaları ülkemize çok pahalıya mal olmuştur. 7-12 Ekim 2014 tarihleri arasında Kobani’nin IŞID tarafından kuşatılmasına Türkiye’nin IŞID’e müdahale etmesini isteyen HDP’nin halkı gösteri yapması için sokağa çağırmasına çeşitli bölücüler, çeşitli sendika ve derneklerin, aşırı solcuların, bazı menfaat guruplarının da destek vermesi ile ülkemizin bir çok yerlerinde yerleşim yerlerinin altını üstüne getirdiler. Ülkede büyük korku ve dehşet görüntüleri yaşandı. Şehirlerin altını üstüne getirdiler. Kobani eylemlerinde ülke genelinde 46 kişi öldü, 682 kişi yaralandı. 1113 bina hasar görmüştü.

Ülkemizi perişan ederek büyük acılara gark eden bu yakıp-yıkma, yaralama ve öldürme olaylarının üzerinden daha 5 ay bile geçmeden halkı sokağa çağırarak bir çok insanın katledilmesine sebep olan Erdoğan’ın şimdiki söylemi ile PKK’nın meclisteki temsilcisi HDP ile Dolmabahçe mutabakatı yapılıyor. Ki o zaman iktidarın izniyle Sırrı Süreyya Önder İmralı’daki Öcalan’dan mutabakat metninin tam onayını alıyor. 28 Şubat 2015’te İmralı’yı temsilen bulunan heyete yer alan dönemin HDP milletvekilleri Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken’dir. Hükümeti temsilen heyette ise dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal ile Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu Dolmabahçe Sarayı’nda bir araya gelmişti. On madde halinde devletin televizyonlarından Türk Milletine duyurulan ve milli birlik ve beraberliğimizi tehlikeye atacak bir çok madde vardı.

AKP ve HDP arasında imzalanan Dolmabahçe Mutabakatı'ndaki maddelerin bazıları şunlardır:

Dağdakilere siyasetin önünün açılması, Türklük yerine eşit yurttaşlık, PKK çizgisindeki sivil toplum kuruluşlarına serbestlik, bölgesel kalkınma projeleri, Güneydoğu'da özyönetim modeli, PKK'lı teröristlerin daha az tutuklu kalmasını sağlayacak yeni iç güvenlik modeli, ayrımcılığın bitirilmesine yönelik yasalar çıkarılması, anadilde hizmet, Kürtlere anayasal kimlik, anayasanın değiştirilmesi.

28 Şubat 2015, Başbakan Ahmet Davutoğlu Çözüm Süreci’nin yeni bir aşamaya girmiş bulunduğunu, silah dilinin sona ererek demokratik yaşama geçileceğini söyledi.

1 Mart 2015, KCK Eş Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada, Öcalan tarafından yapılan silah bırakma çağrısı tarihi bir adım olarak nitelendirilerek hükümet üzerine düşeni yaptığı takdirde sorumluluklarını yerine getirecekleri dile getirildi.

1 Mart 2015, ABD Dışişleri Bakanlığı, Öcalan tarafından yapılan silah bırakma çağrısını memnuniyetle karşıladığını belirtti.

Erdoğan: Öcalan'ın çağrısı önemli.11 Mart 2015, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Öcalan’ın silah bırakma çağrısının güven ve barışın, istikrarın tesisi için önemli olduğunu söyledi ve bu vaatlerin sözde kalmayarak uygulamaya geçirilmesi temennisinde bulundu.

21 Mart 2015, Öcalan Diyarbakır’da okunan Nevruz mesajında silahlı mücadeleyi bırakmak adına PKK’ye kongreyi toplama çağrısında bulundu. Kongrenin toplanmasını milletvekilleri ve İzleme Heyeti’nden oluşacak bir “Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu’nun kurulması şartına bağladı.

22 Mart 2015, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe toplantısını doğru bulmadığını açıkladı. O ana kadar destekleyip son anda haberim yoktu diyerek ülkede bu duruma karşı çıkanların kaybetmemek için bir taktik olduğunu herkes anlamıştı. Hatta hükümet sözcüsü Bülent Arınç’a Cumhurbaşkanı Dolmabahçe Mutabakatından haberim yoktu sorusuna verdiği cevap: “Cumhurbaşkanımızın onayı olmadan bu görüşmenin yapılması mümkün değildir” demiştir.

2016 Yılında Erdoğan'ın "Dolmabahçe Mutabakatını doğru bulmuyorum" demesi üzerine Efkan Ala, o mutabakatı savunmaya devam etti. MHP’li  Oktay Vural'a TBMM şöyle cevap verdi: "2002'den beri ne yaptıysak arkasındayız, altına da imzayı atıyoruz. Senden öğrenecek değiliz. Senin politikan yüzde 10 alır, bizimki yüzde 50-49,5 alır, hadi!"

16 Eylül Çarşamba 2015 televizyonda:  "Çözüm süreci içerisinde valilerimiz verdiğimiz talimat doğrultusunda şu andaki gibi operasyonlara girmiyordu. Belki kendilerine çeki düzen verirler diye. Bunun ardında bir hazırlık safhasına girdiler. Çözüm süreci şu anda dolapta. Gelişmeler bunu gösterecek. olumlu gelişmeleri yakaladığımız zaman kaldığı yerden neden devam etmesin? "

20 Mart 2016 da TRT de: "Bu iyi niyet, ne yazık ki ciddi manada istismar edildi ve o süreç içerisinde ülkemize ciddi manada bir silah girişi oldu" dedi.

5 Ağustos 2009 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKP Genel Başkanı ve TBMM Grup Başkanı sıfatıyla DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'le TBMM'de bir araya geldi. Erdoğan'ın AKP Grubu'ndaki odasında gerçekleşen görüşmeye İçişleri Bakanı Beşir Atalay, AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ ile Başbakanlık Başdanışmanı Yalçın Akdoğan'ın yanı sıra DTP Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna ve Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş da katıldı. 

Bu görüşmeye çok sert tepki veren  Baykal, ''Görüşmenin muhatabı hiç kuşku yok PKK'dır. Bunu saklayarak, gerçeği örtbas ederek bir yerlere varmak mümkün değildir." dedi.

Baykal’ın o sözüne karşı Erdoğan, yaptığı açıklamada, "Ben, DTP'Yi PKK ile aynı kefede değerlendirmiyorum, değerlendirmek istemiyorum." demişti.

2010'da Oslo'da dönemin Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ve Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hakan Fidan ile  KCK'den Mustafa Karasu, PKK'li Sabri Ok ve Zübeyir Aydar'ın katıldığı ileri sürüldü. PKK'lı terörist başı Mustafa Karasu, Erdoğan'ın övündüğü Oslo görüşmeleri için şunları söylemişti:

"Oslo görüşmeleri resmî olarak 2008 Eylül'ünde başladı. Ama önceden dolaylı görüşmeler var. Türk devleti ve PKK arasındaki ilk görüşme Eylül 2008'de yapıldı. İkincisi ya da üçüncüsü Mart 2009'da yapıldı. Seçimlerden sonra Mayıs'ta da görüşmeler oldu. Daha sonra Temmuz'da görüşmeler oldu. 2009 yazındaki Oslo görüşmeleri, aynı zamanda Önder Apo'nun bir Yol Haritası hazırlayarak devlete sunduğu sürece tekabül ediyordu.  O zaman MİT Müsteşar Yardımcısı ekibiyle geliyordu. Daha sonra 2009 Ağustos'unda, Yol Haritasının devlete verildiği süreçten sonra Hakan Fidan da görüşmelere katıldı. O zamanlar Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı/Başbakan Temsilcisi olarak görüşmelere katılıyordu" açıklamasını yapmıştı.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Haziran ayında Avni Özgürel'le yaptığı söyleşide, "Oslo'da çözüme çok yaklaşıldığını, kendisinin de süreci yakından takip ettiğini" söyledi.

O günlerde muhalefet bu çirkin görüşmeleri vatana ihanet olarak görüyor ve şiddetle tepki gösteriyordu. Erdoğan'ın PKK ile görüşmeler yaptığını söylüyordu. Erdoğan ise: Terör örgütü PKK ile görüştüğümüzü , pazarlık yaptığımızı söylemek alçaklık, şerefsizlik, namussuzluktur” diyordu.

Bu konuda ise arşive girmiş son bilgileri ise 24.08.2010 tarihli Mehmet Ali Güller’in OdaTv de yayınlanmış yazısı ile bitirelim:

AKP’NİN PKK’YLA 7 PAZARLIĞI

“Daha düne kadar “PKK’yla pazarlık yaptığımızı ispatlayamayan şerefsizdir” diye yeri göğü inleten Başbakan Erdoğan, her şey kabak gibi ortaya çıkınca tevil yoluna gitti ve “hükümet değil gerekirse devlet görüşür” dedi. Ancak altını çizelim ki, devlet değil bizzat hükümet PKK’yla pazarlık yapıyor… Kaldı ki, “hükümet değil devlet görüşür” demenin de gerçekte teknik olarak hükümeti aklamadığı, bir şey değiştirmediği ortada…

AKP - PKK pazarlığın nasıl kotarıldığını yazacağız ama gelin önce ilk olmayan bu pazarlıkları kısa kısa hatırlayalım.

Öncelikle Erdoğan'ın İstanbul Belediye başkanlığı döneminde yanına danışman olarak aldığı o zamanki Kürtçü gazeteci Mehmet Metiner'le belirli mesajlar verilmeye çalışılan durumu asla unutmamak lazım. Yani AKP'inin fikrinin bütünü temsil eden Erdoğan bölücü Kürt hadisesine AKP kurulmadan önce de aynı baktığının delili değil midir Mehmet Metiner'i danışman almak. Ki Erdoğan belediye başkanlığından alındıktan sonra Metiner HADEP Genel Başkan Yardımcısı olmuştur. AKP Kurulunca da hemen AKP'ye gelmiştir. 

Yine bölücü Dengir Mir Mehmet Fırat'ı genel başkan yardımcısı yapmamışmıydı?

CHP Ağrı Milletvekili Cemal Kaya, partimde kürtlerin haklarını savunamıyorum diyerek istifa partisinden istifa ederek AKP'ye gemişti. 2007 Seçimlerinde de AKP den vekil olmuş.  Enerji Bakanlığı ihalelerinde yolsuzluk yaptığı iddiasıyla açılan davada "ihaleye fesat karıştırmak,  ÖRGÜTE YARDIM" suçlarından 7 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı ancak cezası ertelenmişti...

1.. Hükümetin akıl hocalarından Cengiz Çandar, AKP’nin “Kandil ve İmralı” ile görüştüğünü söyledi. (Sanem Altan Röportajı, Vatan Gazetesi, 26 Eylül 2009). Zaten Çandar, en başında beri meseleyi “iki Abdullah”ın çözeceğini savunuyordu. (Cengiz Çandar, Çankaya’daki Abdullah-İmralı’daki Abdullah-Kürt sorununda iyi şeyler olacak, Referans Gazetesi, 15 Mart 2009)

2.. Açılım Koordinatörü İçişleri Bakanı Beşir Atalay 20 Ekim 2009 günü yaptığı açıklamada, Öcalan’ın talimatıyla Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye gelen birinci barış grubuyla ilgili olarak, “eve dönüş, demokratik açılım sürecinin bir safhası, planın bir parçası” dedi. Ki Bakan Atalay’ın DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk ile 17 Ekim günü gizlice görüşüp, iki gün sonra Habur’dan geçişi planladıkları basına yansımıştı. (Milliyet Gazetesi, 21 Ekim 2009)

3.. Taraf Gazetesi’nden Yıldıray Oğur, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı bir analize dayanarak, 2006 yılından beri PKK’nın Avrupa sorumlusu Sabri Ok ile görüşüldüğünü açıkladı. Eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu da “Sabri Ok, Abdullah Öcalan ile telefon görüşmesi yaptı” dedi. Her iki açıklama birleştirilince AKP’nin Sabri Ok’la, Ok’un da Öcalan’la görüştüğü ortaya çıkmış oluyordu. Öcalan boşuna “AKP benim söylediklerimi alıp uyguluyor” dememişti! (ANF, 16 Ekim 2009)

4.. PKK lideri Murat Karayılan, Habertürk’ten Amberin Zaman’a şöyle diyordu: “Geçen yıl Şubat ayında bir hükümet üyesi Öcalan’a gitti ve açılımı konuştu”. (Habertürk, 16 Nisan 2010)

5.. Ve elbette eski MİT Müsteşarı Emre Taner’in gerek Barzani ile gerekse henüz müsteşar yardımcısı iken Öcalan’la hükümet adına yaptığı birkaç müzakereyi unutmamak gerekiyor…

6.. Diğer yandan Hasan Cemal başta olmak üzere PKK’yla röportaj yapan kimi gazetecilerin “yazılmayanları” Cumhurbaşkanı Gül ve hükümet ile paylaşması şeklinde yürütülen pazarlıklar…

Ayrıntılarını daha önce yazdığımız yukarıdaki en temel altı müzakereden sonra referandum nedeniyle ortaya çıkan 7. müzakere ise AKP’yi köşeye sıkıştırdı:

7.. AKP’nin PKK ile son pazarlığı ise referandum nedeniyle yapılan ama hedefleri referandum sonrası sürece ilişkin olan pazarlıktır. Pazarlığın ilk sinyali, PKK’nın 13 Ağustos’ta ansızın ilan ettiği “eylemsizlik” kararıyla ortaya çıktı. Ardından Cumhurbaşkanı Gül’ün, Bakü’ye giderken yaptığı “Terörü bitirmek için devlet her yöntemi dener” açıklaması gerçeği ortaya koyuyordu…

Ve PKK lideri Murat Karayılan’ın “devletle anlaştıklarını” ilan etmesi; ardından BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “Taleplerimize cevap verilmesi durumunda elbette ki biz yeni anayasayı destekleriz” sözleri ile Demokratik Toplum Kongresi DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk’ün “Hükümet ciddi adımlar atar, hamle yaparsa her şey değişebilir” sözleri, durumu gün yüzüne çıkarıyordu… Eşzamanlı olarak Abdullah Öcalan’ın “boykot yerine, seçmeni serbest bırakma” çağrısı pazarlığı iyice netleştiriyordu.

Aslında PKK’nın eylemsizlik kararıyla ilgili Tarım Bakanı Mehdi Eker’in “kan ve gözyaşı dökülmemesi her halükarda olumlu mütalaa edilmesi gereken bir durumdur” şeklindeki ilk yorumu meseleye o cenahtan nasıl bakıldığına işaret ediyordu. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in “Terör örgütü kimsenin hatırına silah bırakmaz” demesi de akıllara “peki PKK ne karşılığında silah bırakır?” sorusunu getiriyordu…

Tüm bu açıklamalar yapılırken, durumun ters teptiğini gören Başbakan Erdoğan miting meydanlarında görüşmeyi yalanlıyordu, dahası “ispatlayamayan şerefsizdir” diyordu…

Ancak Başbakan’ın danışmanı Doç. Dr. Yalçın Akdoğan’ın “pazarlık yok, diyalog var” demesi Erdoğan’ı istemeden de olsa köşeye sıkıştırdı ve Başbakan tevil yoluna gidip “hükümet değil, devlet görüşür” dedi.

Peki pazarlığın boyutu sadece referanduma “evet” demek karşılığında gündeme gelen BDP’nin “Öcalan muhatap alınsın, operasyonlar durdurulsun, seçim barajı düşürülsün, KCK tutukluları serbest bırakılsın” şeklindeki dört şartıyla mı sınırlı?

Yoksa, aslında referandumda “evet” çıktıktan sonra yolu açılacak “demokratik özerklik” ve “federasyon anayasası” pazarlığı mı yapılıyor?

Mehmet Ali Güller”

Sırf İstanbul Belediye başkanlığını tekrar alabilmek için akademisyen kılıklı birini İmralı Sakinine göndererek ondan kendi partisinin adayının desteklenmesi için mektup aldırarak Devlet ve özel televizyonlardan okutturulmasını unutmak mümkün mü?

Öcalan Canisinin mektubunun etkisini garantiye almak için kırmızı bültenle aranan asker katili ve Abdullah Öcalan itinin kardeşi Osman Öcalan’ı TRT ye çıkartıp iktidarın adayına oy vermelerini söyletmeleri çirkinliğini kimler nasıl unutabilir?

Ondan daha da beteri ülkede yıllarda tek yetkili olarak ülkeyi yöneten her şeyden haberi olan ve her şeyi kontrol eden Cumhurbaşkanı “Kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’ı devletin resmi televizyonuna nasıl çıktı” sorusuna verdiği cevap aynen şöyledir:  

“Doğrusu ben Osman Öcalan’ın kırmızı bültenle arandığını bilmiyorum. Ancak TRT’ye müracaat etmiş ve TRT Kurdi de böyle bir program yapmışsa bunu da TRT’deki arkadaşlarımız bilirler. Ben o kurumdaki arkadaşlarımızın da bu hassasiyet içinde adım attıklarına inanıyorum çünkü bu konularda kendilerine güveniyorum” diye verdiği cevap sizce ne demektir?

Şimdi bu bilgilerden sonra, yeni seçim sürecinde bir dönem daha iktidarda kalabilmek adına PKK ile hemen hemen aynı görüşleri paylaşan Hizbullah’ın partileşmiş şekli Hür Dava Partisi Hüda Par ile ittifak kurmasıyla her şey apaçık ortaya çıkmış olmuyor mu?

Dr. Nefi Demirci Hakk'a Yürüdü Dr. Nefi Demirci Hakk'a Yürüdü

2016 Yılında Erdoğan'ın "Dolmabahçe Mutabakatını doğru bulmuyorum" demesi üzerine, o mutabakatı savunmaya devam eden Efkan Ala şu anda AKP listelerinden millet vekili adayı.

Orhan Miroğlu vb AKPliler… AKP'nin destekledi yandaş aydınlar ve gazetecilerin İstiklal Marşımız, Bayrağımız, Anayasamız ve devlet yapımız için abuk sabuk sözleri söylemeleri ayyuka çıkmıştı...

Şimdi, bunlar AKP’nin PKK ve HDP ile olan görüşme ve irtibatları... Bunlar belgeli ve arşivli…

İktidar olmadığı için bölücülere nasıl tavır göstereceğini bilemediğimiz CHP de PKK ya sert ama HDP’ye yumuşak davrandığı aşikardır. Mesela Kılıçdaroğlu bir sözünde “Allah aşkına Selahattin Demirtaş’ın ne sucu var da hapiste tutuyorsunuz” demişti. Bir ana muhalefet partisi lideri Kobani Olaylarını bahane ederek bölge halkını sokağa çağıranın o zamanki HDP eş Başkanı Selahattin Demirtaş olduğunu nasıl bilmez ve ya unutur? Bu tasvip edilecek bir durum değildir. Ve PKK’ya terör örgütüdür demeyen Sezgin Tanrıkulu’nu yıllarca vekil yapmıştır.

 Yeni kurulmuş Deva ve Gelecek Partisinin Güneydoğu bakışına ise HDP’ye yakın bir görüştür. Oradaki insanların çoğunun PKK yı desteklediği kanaatiyle o oylara Türkiye çapında sahip çıkarak partilerini güçlendirmek istiyorlar. Abuk sabuk görüş ve açıklamalara zaman zaman baş vuruyorlar. Sonunun nereye varacağını bilmeden sorumsuzca yapılan bu açıklamaları da doğru bulmuyoruz. Bu iki partinin genel başkanları da çözüm süreci adı altında uygulan o ihanet süreçlerinde bakanlık ve başbakanlık yapmışlardır. Bu sebeple sorumludurlar ve hesap vermeliler diye düşünüyorum.

12 Ocak 2022 de İktidar partisinin genel başkanı grup konuşmasında  Demirtaş ve Öcalan yorumu: “Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine verecek. Zannediliyor ki her yer şu anda toz pembe, onların da kendi içinde ayrı bir hesaplaşmaları var, bu hesaplaşmayı da yapacaklar" dedi. “İmralı’daki” diye söz ettiği Abdullah Öcalan ile Demirtaş arasında bir hesaplaşma olduğunu söyledi. Yani devletin ali işleri Demirtaş ve Öcalan'ın aralarındaki kavga mı olmalı. Sonra bu bilgi nereden alındı. İmralı ile halen görüşülüyor söylentilerine bir yol olur mu bilmem. 

Gelinen son noktada söylenen farkı, resmedilen farklı yapılanlar farklı. Bizi aldattıklarını zannediyorlar. Üzerimizdeki yılların verdiği yorgunluğu bizi ikna ettiklerine veriyorlar diye düşünüyorum. Bizlerin kaderinde hep aldanmak mı var? Türk milleti hep aldanacak mı dersiniz?

Başımıza ne geliyorsa gereksiz yere korktuğumuzdan için geliyor. Ve bizi yönetenler korkumuzdan yararlanıyorlar. Bu ise bizi daha çok korkutuyor…

Bizi yönetenler ille de bizden olmalı…

Selamlarımla

Mehmet ARSLAN Eğitim Yönetimi Ve Planlama uzmanı

Editör: Kerim Öztürk