Şehrin uzak kenar gecekondu mahallerinin birinde alışkın olmayan türden bir kalabalık dikkati çekiyordu.

Metruk sayılabilecek nerdeyse kapısı, penceresi bile dökülmüş, derme, çatma, duvarları yıkılmak üzere, çatısı teneke kaplı, perdesi var mı, yok mu belli olmayan, mahallenin giriş yoluna oldukça uzak, kara dar sokakların bitiminde bekleyen polislerin varlığı çevre sakinlerinin oldukça dikkatini çekmişti.

Kulaktan kulağa yayılan sesle, ‘’ …Kim ölmüş, kim öldürmüş, vah, vah, zavallı, kendi halinde, kimsenin işine gücüne karışmazdı, ne iyi adamcağızdı….’’ Haberleri ile yaşlı, genç herkes soluğu burada almıştı.

Polisler gecekondunun etrafını sarı renkli naylon şeritle çevirdiklerinden, kimse ne olduğunu bilmiyordu. Meraklı bekleyiş devam ederken, Muhtar’ın evde bulunan kişinin öldüğünü, cesedin kokmaya başladığını, Savcının beklendiğini haber vermiş olmasına rağmen kalabalık dağılmadı. Cinayet ihtimali de düşünüldüğünden Komiser kimseyi yaklaştırmıyordu.

Nihayet Savcı Beyin gelmesiyle de, maske ve plastik eldivenler takılarak içeri girildi. Biraz da yaz mevsimi olduğundan ağır bir koku ve rutubetten maskesiz içeri giremedikleri görüldü…Olay mahallinde yapılan geniş araştırmada cinayet izine benzer bir şeye rastlanılmadı. Odanın ortasında eskimekten çürümeye dönmüş bir yatak ve yorgan içinde yatan ölünün şahsi eşyaları arasında, kimlik numarası bile olmayan çok eski ve üzerindeki yazıları okunamayan kimlik kartı özenle plastik poşetin içine koyuldu.

Bir, iki tencere ve tava, birkaç tabak, oldukça eskimiş bir ceket, birkaç gömlek ve kazak, birkaç çorap ve bir iki iç çamaşırı dışında hiçbir şeyin olmadığı görüldü.

Eşyalarından, kapı ve pencereden el , parmak izleri alındıktan sonra, kimsesi olmadığı açıkça anlaşılan ceset özenle plastik torba içinde, adli tıbba gönderilmek üzere, cenaze arabasına taşınarak evi mühürlendi…

Olayı soruşturan polisler, ölen hakkında hiçbir sağlıklı bilgi edinemediler. Karnını doyurmak için inşaatlarda çalışması dışında, kendi halinde biri olduğundan, kimsenin fazlaca tanımadığı anlaşıldı.

Sessiz, sakin, kimsenin işine karışmaz, kimseyle de konuşmaz, giderken gelirken bile kafasını yerden kaldırmaz, çevreyi ve insanları rahatsız etmez, kendi halinde birisi…

Adeta hayatına ve kendisine küsmüş, yaşamaktan bıkmış, hayattan hiçbir beklentisi olmadığı şeklinde mahalle sakinlerinin benzer ifadeleri , Polis merkezindekileri olduğu kadar, olayı takip eden Savcıyı da meraklandırmışt!…

Anlatılanlardan acılı bir hayat hikayesinin olduğu anlaşılıyordu sanki. Fakat; soruşturmayı yürüten Savcılığın merak ettiği bir şey vardı.

Nasıl olur da, uzun zamanlardır aynı mahallede yaşayan bunca kimse, hakkında bir şey bilemezdi. Kimdi bu zavallı adamcağız.? Nerden geldi, kimin oğlu, kimin akrabası, bunca yıldır neden hiçbir arayanı soranı olmadı ?.Kendisini niçin bu kadar sakladı ?!..

Yoksa!... Evet , evet yoksa!..

Acaba yıllar içinde büyük bir suç mu işledi? Adı faili meçhul bir olaya mi karıştı da; tıpkı kendisini gizlemek isteyen kaçaklar gibi bunca yıldır gözlerden uzak, kimsesiz ve sefil bir hayat yaşamayı tercih etmişti. Çünkü adli vakalarda bir çok faili meçhul ve aydınlatılamamış olayların olduğu bilinmektedir…

Yapılan tahkikatlar neticesinde, Anadolu’nun bir kasabasında yıllarca önce yaşadığı, köyünü belki 30- 35 yıl önce terk ettiği, bundan sonra da kendisinden nerede olduğu ve nerede yaşadığına ilişkin hiçbir haber alınamadığı, uzaktan bir akrabasının dışında kimsesinin olmadığı, bir daha da doğup büyüdüğü köyüne hiç dönmediği anlaşılmıştı…

Uzak akrabasının Polis merkezinde anlattıkları ise, hiç kimsenin bilmediği acıklı bir hayat hikayesinden, savrulmuş bir hayattan ve acıklı bir kara sevdadan başka bir şey olmadığı yıllar geçtikten sonra anlaşılmıştı…

***

Ömer oldukça yakışıklı, orta boylu, mütevazi, yardım sever, alçak gönüllü, kimseyi kırmaz , biraz da içine kapanık, sevimli bir delikanlıydı. İşinde, gücünde, babasının da her dediğini yapan birisiydi.

İki sokak altta oturan komşu kızına uzaktan uzağa ilgisi vardı. Ama kızın hiç oralı olduğu yoktu. Ömer ise; kızın kendi arkadaşlarının bile gözlerinin kendi üzerinde olduğunu bilmesine rağmen hiç oralı olmazdı onlarla…

Mahallenin ortak çeşmesinde her gün kızın gelmesini bekliyordu. Gözü başkasını görmezdi. Bütün kızlar Ömer’le çeşme başında konuşurlarken sevdiği kızın, yüzüne bakmaması onu çileden çıkarıp içten içe üzüyor, içine ateş düşürüyordu…

Artık askerlik zamanı da yaklaştığından bir an önce , askere gitmeden bu işin adını koymalıydı. Biraz da Ömer’in korkusu kendi babasıyla, kızın babası arasında vakti zamanında bir kadınla geçen aşk hikayesinden dolayı canı sıkılıyordu.

Endişesi de, korkusu da buydu. Şimdi bunun ceremesini çocukları mı çekecekti?... İki babanın arasında geçen o talihsiz olaydan bu çocukların ne kabahati vardı?... O da biliyordu olmadığını ama o günden bu yana bu iki adamın arası hep açıktı…

İkisinin babası da yıllarca önce, köyde aynı kızı sevmişlerdi. Önce kendi babası o kıza Allah'ın emriyle görücü yollamış, hemen arkasından da kızın babası istemek üzere dünürcü yolladığından araları o tarihten itibaren açıktı. Açık olmak ne kelime, düşmanlık başlamıştı.

Neticede kadın her ikisine de yar olmamasına ve ikisini birden oyalamasına rağmen sevdiği kızın babası, kadınla evlenememesini, Ömer’in babasından bilmiş ve iki baba arasında husumet hiç kapanmadan yıllarca devam etmişti…

Ömer durumu uzaktan akrabası Ali’ye anlatmış, Ali’nin karısı da kıza haber vermişti. Kızın da, aynı kendisi gibi korktuğunu, Ömer’i beğendiğini söyleyince, sevincinden üst kattan bağıran Ömer’in sesini, anne babası bir tarafa ,bitişikte ki komşuları da duymuştu!…

Duymuştu, duymuştu da babasının içine bir korku da düşmüştü o anda. Evde kimseyle konuşmadan, günlerce, kendi başına aşağı yukarı dolaşarak ve mırıldanarak, canından çok sevdiği bir tek oğlunun başına gelecek şeyleri düşünmek çok canını sıkıyordu.

Bu durum onu birkaç günde nerdeyse ihtiyarlatmıştı. Bilirdi kızın babasının huyunu.

"Nuh der, Peygamber demezdi’’ asla!. Onda ne inat vardı, ne inat, herkes de bilirdi bunu…Aynı köyde yaşamalarına rağmen bunca sene verdiği bir selamı bile almayan adamdan hayır mı gelirdi?!...

Nasıl anlatacaktı bunu iki gözünden çok sevdiği biricik oğluna. Dünyada kimi vardı ondan başka. Ne o adamdan ne de onun kızından, oğluna bir hayır gelmezdi. Hisleri böyle diyordu kendisine ve yanılmazdı!...

Boşuna mı o kızın babasına. "Köstebek İbraam’’ demişlerdi. Ama bunları biricik oğluna gelde anlat... Zaten anlatsa da anlamayacaktı!.

Aslında doğru düşünüyordu babası. Ömer’in bunları anlayacak hali yoktu. Biricik sevdiğinin de kendisinden hoşlandığını duyunca dünyaya yeniden gelmişti. Eline kazma, kürek verseler tıpkı ‘’ Ferhat’’ gibi, karşı dağı bile yarıp, delerdi aşkı uğruna... Babası vermese bile, kızı kaçırmaya göze almıştı!

Fakat her şeyin bir usulü ve adabı vardı. Hemen kaçırmak olmaz dedi kendine. Canından çok sevdiği ‘’ Baharıyla’’ bir konuşması, anlaşması lazımdı. Adı Bahar değildi ama o takmıştı, ona o ismi . Zaten mevsim de Bahardı.

Fakat onun Bahar’ı, Bahardan da güzeldi!... Mevsimin tüm çiçekleri ve gülleri bile soluk kalırdı sevdiğinin yanında! Köyün bütün kızları bile soluk kalırlardı. Hiç yıldızlarla, güneş bir olur mu? Onun olduğu yerde, ne ayın, ne de yıldızın parlaması olurdu!...Bahar bir güneş gibiydi onun için…

Uzuna yakın boyu, o kirpikleri, güldüğü zaman ki yanağında ki gamzeleri, hele de utandığı zamanlar yüzünün allaşarak hafiften kızarması, kireç gibi beyaz dişleri, beline kadar saçları!...

Ya birde hafif önüne eğilerek nazlanır gibi yürümesi vardı ya. Köyün bütün kızları bir araya gelse hepsi bir Bahar etmezdi. Onun endamını, yürüyüşünü bile, bir bakışta yüzünü görmeden anlardı!...

Ne demişti anacığı ona bir tarihte?

-Bak oğlum. Kız dediğin biraz da etli, butlu olmalı. Neymiş o öyle kasnak gibi tahtaları çıkmış kız mı olur? İcabında adamını tuttuğu gibi, sırtında bile zaman gelir taşımasını bilmeli kız dediğin kişi. Biz böyle gördük, böyle söyleriz iki gözümün nuru…

- He ya ana, haklısın, aynı Bahar gibi. O da etine, butuna dolgun sayılır öyle değil mi ama?

- Oğlum Bahar da kim ki? Bu köyde öyle bi kız mı var?

- Var ya anacığım, var tabi ki!. Hani şu , Kötebeklerin İbraam’ın kızı!..

- Ammann oğluum, yapma, etme. O adamdan da, kızından da uzak dur!...

Fakat, Ömer ne dinleyecek çağda, ne de anlayacak başta değildi…

O zamanlar televizyonlar da tek, tük insanlarda bulunurdu, yeni gelmişti köye. Akşam olunca tüm erkekler kahvede toplanarak siyah, beyaz televizyon seyredilmesini fırsat olarak değerlendirmeliydi.

***

Günlerce düşünmekten gözüne uyku girmedi. Artık mahallenin çeşme başında birbirlerine uzaktan bakışmalar da yetmez oldu kendisine. Ah bee, askerlik, aahh!.. Sırası mıydı şimdi, tam da gelecek zamanı buldu! Halbuki önceleri can atıyordu bir an önce gitmeye.

Elini çabuk tutmak için acele etmeliydi. Çünkü başkalarının da ‘’ Baharında’’ gözleri vardı.

Haber yolladı akşamdan sonra buluşmak için, zorla da olsa kabul ettirdi. Aslında Bahar da istiyordu konuşmayı, görüşmeyi. O kadarcık naz da olacak canıımm dedi kendi kendine ve sevinçten zıpladı bir, iki kere havaya…

Fakat o da ne? Bir aksilik vardı. Kızın evinin tam karşısında koskoca sokak lambasının bütün ihtişamıyla yandığını görünce ilk iş olarak o lamba denilen ‘’ mendeburu’’ halletmeliydi.

Taş atarak kırsa olmaz, hem halkın hem devletin malı sayılırdı. Bir gece öncesinden sağı, solu iyice kolladı, gelen giden olmayınca çevik bir hareketle çıkıp lambayı gevşetince sokak karardı.

Ertesi gün aynı sokakta oturan arkadaşı ‘’ Tilkicinin Selim’’ e anlattı. Aslında pek sevmezdi Selim’i. Çünkü ağzında sakız durmadığını bile , bile durumu anlattı ona.

Ağzının gevşek olduğunu çok iyi bilirdi! Kendisinin Baharla konuştuğu, onu sevdiği ,köydeki diğer delikanlılar tarafından hemen anında ertesi gün duyulacaktı. İstediği buydu zaten Ömer’in!.. Duyulsun ki, herkes adımını ona göre atsın anladın mı…

Bir sorun daha vardı. Sokak lambası karardı ama, sevdiği kızın evinin duvarları kale gibiydi mübarek. Köyde bahçe duvarları kale duvarı gibi yüksek olan hemen, hemen tek evde oydu. Aksi adamdı zaten babası aksi!…

Merdiven dayasa olmaz, bu yüzden arkadaşı Tilki Selim’in omuzlarına basarak çıkacaktı duvara. Esasen düz duvara bile tırmanırdı. Fakat ertesi gün, Tilki Selim mahalleye yayacaktı haberi. Bu yüzden bilerek çağırmıştı onu…

Bir mesajdı onun ki köye. Herkes adımını denk atsın ki; bu kızın sahibi var artık demeliydi ve dedi. Kızın babasının da kahvede olduğunu tahmin ederek, sevdiğini beklemeye başladı.

Bayağı konuştular. Ağızlarıyla değil, kalpleriyle, gözleriyle, hisleriye, bakışlarıyla çok şey anlattılar birbirlerine. Sözünü aldı kızdan. Askerden dönmesini bekleyecekti…

Babası da, annesi de anladılar oğullarındaki bu değişikliği. Annesi sevinçle, endişeyle karışık bir durumdaydı. Babasının ise; yüreği ağzına geliyordu. İçi, içine sığmıyordu bir türlü. Nasıl olsa vermeyecekti kızını ‘’Köstebek İbraam’’ denilen o mendebur herif!

Boşuna dememişlerdi ona köstebek diye.. Ne hınzır adamdır o, ne hınzır!...Olacakları hissederek düşünmek bile istemiyordu artık. Yine de vermesin, vermesin de, sonunu düşünmek istemiyordu bu işin…

Son bir kez daha buluştular el, ayak çekildikten sonra. İlk defa İbraam’ın kızı, Ömer’in elini tuttu. Konuşmuyorlardı hiç. İki kalbin heyecanlı atmasından başka bir ses yoktu. Zaman durmuştu sanki. Bir tek ikisi vardı artık, kimseler aralarına giremeyecekti..

Artık Bahar’ın duyguları da savunmasız kalmıştı. Ne derse, ne isterse gözleriyle olur diyordu sanki. İkisi de sözlerden çok, gözleriyle anlaştılar. Çünkü sözler uçabilir, gözlerse yalan nedir bilmez onlar!..

Bu aşk denilen şey var ya bu aşk denilen şey!… Uyuz köpeği bile yerinden kaldırıp diriltirdi... Sanki dünyanın hazineleri bu aşk denilen "iksirin’’ içinde gizliydi.

Her sevilen bir hazine içinde saklıysa, sevenlerin vay haline!. Can ile canan kaynaştıkça, gizliliğin ne sırrı kalır, ne önemi olurdu?. Aşk güzelleştikçe olgunlaşır. Olgunlaşmadan, güzelleşen sadece dünyevi duygular olduğunu söyledi bir ara Bahar’a…

…….

Sessizliğin anlatılmaz büyüsü birden bozuldu!. Kapının açılma sesi her şeyi bozdu. İki bedende atan tek kalbin huzurdan bütünleşmiş süküneti bozulurcasına; eyvah dedi Bahar, babam geliyor!... Ömer birkaç metre yükseklikten bıraktı kendisini. O an anlamadı acısını, hızla uzaklaştı oradan.

Eve geldiğinde sessizce çıktı odasına. Uzun zaman hiçbir acı hissetmedi. Ta ki sabah olunca , sırt üstü düştüğünden belinin acısını o zaman hissetti. Ayağının burkularak mosmor olduğunu bile yeni, yeni anlamıştı!

İster morarsın, ister kararsın, farketmezdi . Sevdiği kız kendisini beklemeye söz vermişti, geri kalan hiçbir şeyin önemi yoktu artık.

Annesi anlamıştı durumu . Ömer düştüm dese de inanmadı. ‘’…Tamam düştün de nasıl düştün? Seni hınzır, seni…’’ dedi anası. Babası evden çıkınca uzun, uzun dertleşti oğluyla.

İlk sözü; ‘’Çok mu seviyorsun oğlum…’’ oldu. Biraz da utanarak evet dedi anasına…

Babası ise oğlunu nasıl olsa ikna edemeyecek olduğunu bildiğinden, belki unutur zamanla diyerek, vakit kazanmak için, askerden sonra kızı isteyeceğinin sözünü vermişti biricik oğluna…

***

Sayılı günler tez bitercesine askerlik de bitti. Bitti de Ömer de hasretinden, beklemekten bitti!..

Babası oğluna; ‘’ …Sana istediğin hangi kız varsa onu alalım, bu işten vazgeç oğlum…’’ nasihatları işe yaramadı. Mecburen, kapılarına gitmeden önce köyde sözü geçen bir haberciyi, Muhtarla birlikte kapılarına yolladılar…

☆☆☆

-Vayy, vayyy!.. Siz kimsiniz be, benim kızımı istemek ha. Hem de o aileye, siz kimsiniz? Hangi hakla karışıyorsunuz bu işe. Bende o çulsuzun, ….. ipsiz, sapsız….. oğluna kız verecek yüz var mı bende? Hemen çıkın evimden bir daha da bu niyetle gelmeyin, yoksa sizinle de kötü oluruz, bunu bilin tamam mı?!..

-Biz size kötü niyetle gelmedik ki İbraam Ağa. Hakaret de etmedik. Bu tür işlerin yolu, yordamı budur, bilirsin. Kızı vermezsiniz olur biter. Bilirsin dalda bir elma olur, kırk kişi atar birine nasip olur İbraam Ağa…

Hepimiz aynı köyün adamıyız, kötülük olsun istemeyiz böyle işlerde, yarın hep yüz yüze bakarız. Öyle değil mi muhtar?... Muhtar da yanındakini tastik etti. Fakat kızın babası ağzını daha da çok bozdukça bozdu!..

Babası gibi, Ömer de hazırlıklıydı bu duruma. Hatta, Allah’ın emri, Peygamberin kavlini yerine getirmiş olmalarının huzuru da vardı her ikisinin içinde. O gece Bahar, babasının hakaretlerinden ve utancından sabaha kadar uyuyamadı. Ömer kaçırırsa, kaçmaya o da hazırdı…

***

Ertesi gün olanlar oldu, dananın kuyruğu koptu.

Sabahın erken saatinde dış kapı kırılırcasına vurulurken herkes uyandı. Ömer zaten sabaha kadar uyumadığından camdan dışarı bakınca , kapıyı vuranın kızın babası olduğunu gördü. Hemen babasını kaldırmak için aşağıya indiğinde o çoktan kalkmıştı. Oğluna beklemesini söyleyerek kapıya çıktı.

-Buyur İbraam Ağa, hoş geldiniz, içeri buyurun, bir çayımızı için... Der demez.

Daha doğrusu lafları ağzında kaldı.

-Sen o ipsiz sapsız oğluna benim kızımı nasıl istersin. Hangi yüzle, cüretle. Ben size bırak kızı, mızı, tırnağımı bile vermem. Ben adamın anasını, avradını....

-Bak İbraam ağa ayıp oluyor, ama. Bize, oğluma böyle küfür edemezsin. Yoksa bu işlerin sonu kötü olur… Şurda, kapımıza dayandın, benim de sabrımı taşırma, oğlumun hatırı için sustuğuma bakma….

-Susmasanız ne olur lan… Diyerek elindeki kalın sopayla üzerine yürüyünce, babası hemen kapıyı yüzüne kapattı. Ömer’in babası Ahmet Ağa sırf oğluna bir zarar gelmesin diye, bunca hakaretleri ve küfürleri bile duymamazlıktan geldi.

Fakat artık Ömer, anasına, babasına hem de kapıya dayanarak küfür etmesine dayanamazdı. Birden gözleri karardı, babası Ahmet Ağa kollarını açarak önüne geçtiyse de, ‘’…dur oğlum yapma…’’ dediyse de zapt edemedi oğlunu. Zaten konu, komşular da duymuşlardı bu küfürlerin hepsini.

Sen bize mi küfür ediyorsun diyerek, aniden Köstebek İbramın elindeki sopayı bile kaldırmasına fırsat vermeden direk boğazını sıkarak çenesine kuvvetli iki, üç yumruk attı. Babası ve komşuları, Ömer’in altından zor kurtardılar.

Ömer’in kollarını tutmaya çalıştılar ama nafile. Olanca kuvvetiyle Ömer bir tekmede, iki, üç metre uzağa fırlattı. Ağzının, burnu kan içinde kalan Köstebek, hem küfür ederek hem de yakası, paçası dağınık, şapkası başından düşmüş olarak kaçmaya başladı…

Olay çok çabuk duyuldu köyde. İki , üç saat sonra Jandarmalar gelerek babası ve kendisini karakola götürerek ifadeleri alındı.

İbraam şikayetçi olduğu için onu nezarete almadılar. Beş, on köylünün de tanıklık ifadeleri alındı. Gece karakolda sabahlayan Ahmet Ağa ve oğlu ertesi gün en yakın ilçede ki nöbetçi mahkemeye çıkarıldı.

Tüm tanıklar da olayı olduğu gibi anlattıklarından, şikayetçinin meskene ve haneye tecavüz ederek, onur ve haysiyeti zedeleyecek şekilde küfürler de ettiğinden ve meşru müdafadan dolayı, Ömer ve babasının tutuksuz yargılanmalarına karar veridi. Haneye tecavüzden de Köstebek İbraam’a dava açıldı…

***

Artık birbirlerini seven iki genç görüşemiyorlardı. Bahar babasının dövüldüğünü duyunca, o da hem üzüldü, hem de Ömer’e olan aşkı nerdeyse kör oldu. Zaten bırak dışarı çıkmayı, camdan bakması bile yasaklandı. Aylar ayları kovaladı. Bahar her şeyin doğrusunu öğrenince yine Ömer’i beklemeye başladı.

Zar, zor bir aracı kişinin yardımıyla beş, on dakika görüşme fırsatları oldu. İkisi de köyden kaçacaklardı. Zira bu olaydan sonra hemen yakın komşu köyden birisi Bahar’ı istemeye geldiler. Bahar ne kadar direttiyse de, babası kararlıydı vermeye.

Babası:

‘’… Çocuk aslan gibi, hem de devlette şimendifer memuru olmuş. Maddi durumları da iyi, Ömer gibi çulsuzun birine varıp ta hayatını mı mahvedeceksin…’’ gibi nasihatlar da işe yaramadı.

Şimendifer de duymuştu bu olayları. Kızı istemeden birkaç gün sonra, sanki kaşınır gibi resmi elbisesiyle gelip sağda, solda dolaşmasını duyan Ömer’in artık gözü hiçbir şeyi görmez oldu. Şimendifer’i kahvede otururken görünce, bir de bazılarının daha şimdiden kendisine ‘’ enişte’’ demeleri bardağı taşıran son damla oldu…

Ömer, herkesin duyacağı şekilde, ‘’Çakırların Kaypak Osman’’ a bağırdı.

-Kimmiş lan o, dağdan gelen enişte dediğiniz adam?’’

Bir anda buz gibi oldu kahvenin içi... Ömer’i seven arkadaşları hemen koltuğuna girip, uzaklaştırmaya çalıştılar. Tam kahveden çıkacağı anda, Şimendifer’in sesi duyuldu.

-Zoruna mı gitti lan it, benim o enişte dedikleri!...

Zurnanın son deliği oldu bu karşıdan laf atma. İki kişinin kolundan kurtulan Ömer, bir anda, kaptığı bir sandalyeyi bütün kuvvetiyle Şimendifer’in kafasına indirip arkasına bile bakmadan çıktı oradan…

Şimendiferin kafasına en az 10 dikiş atıldığı ,bir hafta da hastanede yattığı söylendi.

Bu darp olayından dolayı 2 yıldan fazla ceza aldı. Haksız tahrikten dolayı cezasından indirim yapıldı. On sekiz ay kadar da içeride yattı…

Cezaevinde bile dokunulmazlığı vardı onun. Çünkü o masumdu. Sevmekten başka hiçbir suçu yoktu. Kimseye bir zararı da yoktu. Sevdiği kız namusuydu onun. Bu uğurda aynı şeyler olsa yine yapmaya hazırdı…

Artık Ömer’in reklamı da, ünü de kendisinden fazla büyümüştü. Sanki ismi bu olaydan sonra da her yerde markalaşmıştı. Aşkı uğruna, bir engel tanımayan, her şeyi göze alan bir devdi o. Devlerin de aşkı büyük olurdu…

Ömer hapisteyken çok sevdiği biricik anası hayata gözlerin kapattı. Kahrından öldüğünü söyleyenler çok oldu. Ana yüreği dayanmadı bunca acılara. İzinle anasının cenazesine katıldı ve hemen geldiği hapishaneye geri gönderildi. Önce Baharının sonra anasının acısı yüreğine bir kor gibi oturdu…

Hapisteyken, Bahar’ın zorla Şimendifer’e verildiğini duyduğunda hapisten kaçmayı bile düşündü. İyi niyetli, babacan bir gardiyan ve Ceza evinin müdürü büyük şefkat ve anlayış göstererek, diğer mahkumlardan ayrıcalık tanıdılar ona. Ceza evinden çıktığında nerdeyse kahrından cansız bir cesete benzemişti görüntüsü.

Hele de, Bahar’ın evlenmeden birkaç gün önce, annesinin kullandığı tüm romatizma ve sair ilaçlarını içerek hayatına kıymak istemesinin kabahati ve sorumluluğunu babasında olduğunu bildiğinden kararını vermişti çoktan. Dünyada yaşamayı hak etmemiş bu adamı kaldıracaktı ortadan…

Oğlunun niyetini gardiyandan öğrenen babası Ahmet Ağa, oğlunu bu niyetten vazgeçiremeyeceğini bildiğinden kızın babasına haber yollayarak bir müddet köyden ve ortadan kaybolmasını istemiş.

Zaten ayakta duramayan, üç günlük canı kalmış Köstebek İbraam da, Ömer hapisten çıkmadan uzak akrabalarının yanına giderek bir müddet izini kaybettirmeyi başarmış.

Demek Bahar’ını zorla verdi kocaya ha!... Bahar’ın 20’den fazla hapı içerek intihara teşebbüs etmesine bile aldırmadı o Köstebekten bile aşağı dinsiz, imansız herif diye günlerce düşündü…

Babası da zor yürüyordu, annesinin ardından aniden birkaç ayda çökmüştü. Belki de oğlunun hallerine dayanacak gücü kalmamıştı. Nefes alması da zorlaşmıştı. Hastanede ancak on beş gün dayanabilmişti bu hastalığa. Oğluna son vasiyeti İstanbul’a gidip orada yerleşmesi ve yeni bir hayat kurmasını istemişti babası.

Söz verdi Ömer gidecekti buralardan. Anacığı ölmüş, Bahar’ı solmuş, işte biricik babası da yolcuydu. Kimi kalmıştı buralarda? Terk etmenin en iyi yol olduğunu anladı ve babasına söz verdi. Son sözlerini duyan babası ellerini, oğlunun ellerine sımsıkı doladı ve Kelime’i şahadetle son nefesini verdi….

Kimsesiz kalmıştı buralarda. Ana yok, Bahar yok, babası da yoktu. Onu köyünde hayata bağlayan hiçbir umut kalmamıştı. Babasına verdiği sözü tutarcasına ve arkasına bakmadan hızlıca uzaklaştı köyünden ve İstanbul’da ki derme , çatma, gözlerden ırak, hiçbir tanıdığın olmadığı bu metruk eve yerleşti.

Ne köyle, ne insanlarla bir ilişkisi yoktu artık. Gündelik işler bulduğu zaman kendi halinde çalışır, kimseye muhtaç olmamaya gayret ederdi. Artık hayat onu olgunlaştırmıştı…

Çok uzun zamanlar köye hiç dönmediği anlatılır. Aradan geçen bayağı uzun bir zaman sonra tesadüfen Eminönü’nde köyden bir tanıdığına rastlar. Uzun, uzun sohbetten sonra cesaret edemez Bahar’ın durumunu sormaya. Hemşehrisi anlayıp anlatır herşeyi…

Şimendiferin sık, sık kafayı çektiğini ve Bahar’ı sürekli dövdüğünü bir de utanmadan üstüne kuma getirdiğini duyan Ömer bir daha yıkılmıştır sanki.

Demek, Bahar’a eziyet de ediyormuş ha!... Eski gücü kalmadıysa da, anıları bir, bir yeniden canlandı. Yarım kalan bir işi tamamlamalıydı mı yoksa…Birden babası geldi aklına...

Günlerce düşündü, taşındı neye karar verdiğini kimse bilemedi. Sadece 30-35 yıl içinde bir iki defa anne ve babasının mezarının başında dua okuduğunu görenlerin olduğu ve köye dönmeden de gerisin, geri gittiği söylenir. Hepsi bu…

İfade dosyasını okuyan Savcı, ‘’ Kişinin eceliyle öldüğünü, yapılan araştırmalarda suça dair bir algı belge ve emare bulunmadığını, kovuşturmaya da yer olmadığına….’’ Karar vererek dosyayı kapatır.

Bahar ile Ömer’in aşkı ve Ömer’in gizemli , Baharınsa mutsuz hayatı dillerden hiç düşmemiştir.

Kocaeli'den İznik'e büyük protesto! "Atatürk karşıydı, biz de karşıyız" Kocaeli'den İznik'e büyük protesto! "Atatürk karşıydı, biz de karşıyız"

Ömer’in kahrından hayata küserek, insanlardan uzaklaşıp, sessizce köyünü aşkı uğruna terk ettiğini ve bir daha da dönmediğini, sevdasını hiç unutmadan yıllar boyu içinde yaşadığını köyün yaşlıları tarafından uzun yıllar anlatıldığı söylenir… 06.05.2025

Av. Faruk Ülker

Editör: Kerim Öztürk