2 yıl önce parkta yürüyüş yapıyordum. Kenarda, bankta kilolu bir Arap oturuyordu. Biraz bilgi toplamak için kendisine İngilizce selam verdim. Tedirgin biçimde cevap verdi. 1 saat konuştuk. Bazı kavramları tam ifade edemediğimde telefondaki çeviri yazılımından destek aldım.

Adam, Kuveytli idi. Bolu’da, Sapanca’da ve Bursa’da evi olduğunu, 2 eşinin bulunduğunu, deniz tatili için Maldiv Adalarına 20 kişilik aile efradıyla gittiğini, petrol mühendisi olduğunu anlattı. 

O da benim gibi üniversite mezunu idi. Aynı sürelerde okumuştuk. Yaşımız da aynıydı. Bir çöl ülkesi olan Kuveyt’te doğmuştu. Bu yaşına kadar dünyanın hemen hemen her yerini dolaşmıştı.

Türkiye’yi öve öve bitiremedi. Her yıl 2-3 ay Bolu, Sapanca ve Bursa’da yaşadıklarını ifade etti. 

Bana telefonundan lüks yaşantısıyla ilgili onlarca resim de gösterdi. O bunları anlattıkça karşısında ezildim, küçüldüm, içinde yaşadığım sistemden utanmaya başladım. 

ABD ve İngiliz kuklası durumundaki bir devletin sıradan bir vatandaşı benim 10-20 katım zenginlik içinde hayatını geçiriyordu. 

1071’den hatta 1000’li yıllardan beri cennet gibi Anadolu topraklarında yaşayan bizler halkımıza eşit ve yüksek bir refah sağlayamadık. 85 milyonluk kitlenin sadece yüzde 10’u yağ-bal içinde, İsviçre standartlarında yaşıyorken 75 milyonluk çoğunluk bir Arap Bedevisinden 10-20 kat daha az imkanlarla günlerini geçirmekte.

Dün üç harfli bir markete girdim. Orada da 5-6 Arap tepeleme dolu alışveriş arabalarıyla salına salına dolanıyordu. Ben de makarnanın, yağın en ucuzuna bakmakla meşguldüm.

Dün Kobani bugün Halep! Aynı oyun mu oynanıyor? Dün Kobani bugün Halep! Aynı oyun mu oynanıyor?

Şehrin merkezi durumundaki İhsaniye, Gölyüzü Mahallelerinde bisikletle biraz tur atmak istedim. Yollarda yürüyen, parklarda oturan, küçük sahada top oynayan kişiler tamamen Arap idi.

Bugün, çarşıda yıldızsız bir otelin lobisinde 2 saat oturdum. 40 yaşlarında, ne iş yaptığı belli olmayan, ajanvari tavırlı bir adam da salona geldi. Selam verdim. Hasbihal ettik. Kendisi kripto para bağımlısı idi. “İran’da kripto para alım satımı yasak. O nedenle Türkiye’ye geldim. Burada hiçbir iş yapmıyorum. Sadece kripto para alım satım işi yapıyorum” dedi. Kılığı kıyafeti düzgün idi. 

Kriptocu adam oradan ayrıldıktan sonra 30 yaşlarında, İranlı bir kadın geldi. Tek başına tatile gelmiş. Manisa’ya gitmiş. Oradan Bolu’ya geçmiş. Ailesi Amerika’da yaşıyormuş. O da ABD’ye gitmenin yollarını aradığını söyledi.

Irkçı, kafatasçı, faşist, aşırı milliyetçi değilim. Dedem, küçükken atalarımızın Ortaasya’dan gelmiş olduğunu anlatır dururdu. Köyümüzde elektrik yokken, 70’li yıllarda, akşamları bize esrarengiz ve çok uzun masallar anlatırdı. Yıllar sonra İstanbul’da okurken, Milli Kütüphanede Türk masalları üzerine bir kitaba rastladım. Orada okuduklarım ile dedemin anlattıkları 1000 yıllık zaman farkına rağmen aynıydı. Ayrıca, bugün Kırgızistan köylülerinin yemekleri, düğünleri, giyimleri ve ev dekorasyonlarının aynısını bizim köyde de görebiliyoruz.

Konuyu fazla dağıtmak istemiyorum. Hafta içi Ankara’da çalışıyorum. Başkentimizin her sokağı Afgan, Iraklı, Suriyeli, Yemenli, Sudanlı vb. ile dolu. 

İki ay kadar önce İstanbul’a gittim. Seyyar satıcıların çoğunun zenci ya da Arap olduğunu gözlemledim. Vapurlarda, otobüslerde, metrolarda tamamıyla Arap ağırlığı vardı.

Tüm engellemelere, kısıtlamalara rağmen Bolu ili de Arap istilası altındadır. Bu gidişat pek hayra alamet değil. Bir işgal harekatı söz konusu. 

Merak edenler İhsaniye Mahallesindeki Kökez suyu çeşmesinin başında 1 saat kadar beklesinler. Buradan su dolduranların yüzde 70-80’inin yabancı (Arap, Afgan, zenci) olduğunu göreceklerdir.

 Ali Özdemir / Eğitimci-Yazar-Yayıncı
 

Editör: Kerim Öztürk