Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL
Bu satırların yazarı olarak bazılarının yaptığı gibi kimseyi memnun etmek, onlara hoş görünmek, birtakım beklentiler peşinde olmak amacıyla yazmadığımız gibi; kimseyi üzmek ve moralini bozmak için de yazmıyoruz. Zaman zaman bazı tenkitlerimiz oluyorsa da doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten uzaklaşmıyoruz.
2000’li yılların ortalarına doğru zaman zaman endişe dolu Cumhuriyet tarihimizin önemli bir dönemini yaşıyoruz. Böyle bir ortamda sık sık soru işaretleri doğarken, haklı olarak gelecek endişesi artarken, bizden kimsenin aşırı iyimser olmamızı bekleme hakkının bulunmadığını bilhassa belirtmek istiyoruz. Türkiye’nin geleceği ile ilgili zaman zaman hiçbir ciddi devletin kabul edemeyeceği bazı dayatmaların bulunduğunun, birtakım tavizlere zorlandığımızın farkındayız. Mağlup olan bölücü ve ırkçı, dıştan kumandalı terör örgütü ve onun destekçisi partinin fırsat bulmuşken çok talepkar bir çizgi izleme peşine düştükleri görülmektedir. Türkiye haklı olarak iç yapıyı güçlendirmek için çabalarken, teröre artık son verdirmeyi düşünürken acaba tersi mi olur ki şeklinde düşünenler de oluyor. Terörsüz Türkiye projesini gerçekleştirmeye çalışan iktidar. Karşısında sanki mağlup olmamış gibi davranmaktan utanmayan örgüt militanları ve malum parti bir başka ifadeyle terör severler, eşit vatandaşlık diye tutturuyorlar. Anayasanın ve bazı yasaların delik deşik edilmesini hedef alıyorlar. Bizzat Anayasada eşitlik maddesi olduğu gibi uygulamada da bunun dışına çıkıldığı pek görülmemektedir. Vatandaşlığı reddeden sözde bazı vatandaşlar eşit olmadıkları için mi her türlü siyasi ve iktisadi faaliyete girebiliyor, tapu alıyor, kamu hizmetlerinden faydalanıyor, AVM’lere, turistik otellere, benzin istasyonlarına sahip olabiliyorlar? Aslında aranan eşitlik falan değildir. O zaten gereğinden fazla piyasada mevcuttur. Bizde hedef devletin egemenliğini paylaşabilecek kanalları açabilmek ve buna uygun bir zemini hazırlayabilmektir. Türkiye’yi milli ve üniter bir devlet olmaktan uzaklaştırmaktır. Bazılarımız anlaşılmaz bir şekilde aşırı iyimser olsa da, yapılmak istenen, ülkemizin önünü kesmek için bölgede sözde dış dost kuşatması yetmiyormuş gibi, bir de ülke içinde etnikçi bir kuşatma ve tuzakla karşı karşıya getirilerek tamamlanmak istenmektedir.
Mesela, hiç utanmadan ve sıkılmadan aslında hayatları bağışlanan komisyonda yer alan terör seviciler sürekli anayasayı tartıştırmak için gayret göstermektedirler. Eğer siz bazı yönetenler ve bazı karton aydınlar birbirinden çok farklı olan anayasa değişiklikleri ile yeni anayasayı birbirine karıştıracak çapta iseniz, yanlış etiketler kullanıyor iseniz kimseyi de suçlamaya hakkınız yoktur. Tabii ki milli devlet ve üniter yapı ile kavgalı olanlar ve nereden çıkarıyorlarsa garip bir yüzyıllık düşmanlığı zihinlerine kilitlemişlerse bunların bu çizgiden ayrılacaklarını kimse beklemesin. Bazıları bu çizgiden ayrılsa bile, bazıları da bunu devam ettireceklerdir. Haddini aşan örnekleri böyle giderse takip edebileceğiz. Nitekim Komisyonda bir üyenin Kürtçe konuşma talebi tabii ki reddedilmiştir. Türkiye düşmanlarının, yediği kabı kirletenlerin şımarıklıklarının sınırı yoktur. Yönetenlere düşen bunları fazla şımartmamaktır. Burası dün de bugün de yüzyıl önce Batılı yazar ve çizerlere ve düşünürlere göre de Türkiye’dir ve bu coğrafya açık artırmaya da çıkarılmamıştır. Adalet eski Bakanlarımızdan Abdülhamit Gül Bey Komisyonda haklı müdahalede bulunmuş ve Komisyonun Anayasa ile ilgili bir toplantıyı yapmadığını belirterek bazılarını uyarmış ve doğrusunu da yapmıştır. İnşallah o komisyonda bazıları da dinleyici koltuklarından doğrularak gereken uyarıları yaparlar!.
Terörün sona erdirilmesi aslında herkesin dileğidir ama terörsüzlüğü sağlarken inşallah değişen ve tanınmaz hale getirilen bir ülke ile de karşılaşmayız. Fazla iyimserliği bir tarafa bırakıp örgütün Suriye’deki PYD kolu her şeye rağmen ortadan kaldırılmalıdır. Herkesin şapkası sene sonu önüne düşecek ve gerçekler ortaya çıkacaktır. Suriye’nin güney bölgelerinin katil ve insanlığın 21. yüzyıldaki yüz karası İsrail’in Suriye’yi işgal planı ve KKTC’ye yönelik salyaları cevapsız bırakılmamalıdır. Bu konuda Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan’ın çabaları takdirle izlenmektedir. Ancak konu canlı tutulmalıdır. İsrail’in dünyayı hiçleyerek ortaya koyduğu alçakça soykırıma karşı üniversiteler sessizliğini bozabilmeli, sivil toplum kuruluşları sürekli konuyu gündeme taşıyabilmeli ve TV kanallarının bir kısmında devam ettirilen başarılı programlar sürdürülmelidir. Siyasi çatışma ve parti kavgalarından bu ülke artık bıkmıştır. Gelen giden asıl sorunları bırakmış birbiriyle uğraşıyor, ittifaklar kurulamıyor.
Türkiye halkları safsatasıyla ortaya çıkıp devletle kavgalı hale gelmekten dün çekinmeyenler, egemenlik haklarını paylaşma peşindeki tokata doymaz çevreler gereksiz ve çok yanlış benzetme ve ifadelerle cesaretlendirilmemelidir. Bu konuda yetkililerin bazı beyanatları son derece yanlış olmuştur. Komisyona katılıp şimdilik komisyoncu olanlar orman yangınları dahil fırsat doğarsa her şeyi yapabilirler. Türk Milleti’nin aslında bir parçası olduklarını unutanlar TC vatandaşlığının değerini anlayamayanlar, Türkiye Halkları şeklinde bir birleşme sağlayamayacaklardır. Bunlar sözde çözülme sürecinin birer unsuru da olamayacaklardır. Türkiye milletleşmeden geriye döndürülemeyecektir. Mustafa Kemal Atatürk’ün “TC’yi kuran halka Türk Milleti denir” ifadesi ne kadar anlamlıdır. Birileriyle bir çatışma içinde olsak bu etnik yobazları içeride karşımızda bulacağımızdan şüphe duyan var mı? Türk’e karşı ırkçılık etnik sıfatlar altında gündeme örtülü olarak getirilmektedir. Anadolu’nun tarihinde ne Kürtlerle ve ne de Ermenilerle savaşıp topraklarına el koymadık. Doğu Roma olan Bizans’ı yenerek egemen bir güç olduk. Ermenilerin yaşayabilmek için Bizans’la savaşan Türklerin başarısını beklemeleri sebepsiz değildir.
Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Sayın Mehmet Öz “Milletimizin kimliğini yoğuran tarih, adını da Türk olarak koymuştur” diyor. Türkiyelilik yaşanan bir coğrafyayı belirler; kültürel kimlik değildir. Alman yerine Almanyalı, Fransız yerine Fransalı, İngiliz yerine İngiltereli, Rus yerine Rusyalı denmediğine göre neden Türk’le uğraşılır? Bu tarihimize bir saldırıdır. Milli kimlikler sürekli değiştirilmiyor. Türkiye’nin yeni bir milli kimliğe ihtiyacı olmadığı gibi yeni bir dine de ihtiyacı yoktur. Bazıları terörden yana olmuş şimdi ise birlik ve beraberlikten oldukça uzak olanlara boş yere davetiye çıkarmaktan vaz geçsinler. Yolu ırkçılık, ayrımcılık ve kışkırtmadan geçen insanları ne yapsanız Türk’ün hoşgörü ve asil davranışlarıyla birleştiremezsiniz.