Amcam Rahmi Hafız, Gümüşhane Kabaköy ve civar köylerde çok uzun süre imamlık yaptı. Ailesi oldukça kalabalık bir aileydi; 6 kız, 3 erkek olmak üzere 9 çocuklu bir aileydi. Ailenin bütün fertleri, gerek millî eğitim gerekse dinî eğitim alanında, o zor koşullarda tamamına yakını üniversite mezunu olmuştur. Bu başarının en büyük sebebi, fedakâr ve cefakâr yengemin ve amcamın üstün gayreti ile aydın kişilikleridir.
Amcam çok küçük yaşta babasını kaybetti. Bu durum hayatını derinden etkileyerek iki yetim kardeşin çileli hayat serüvenine dönüştü. Babasız büyüyen amcam, güler yüzüyle adeta tüm çocukların babası, amcası, dayısı olmuş; olabildiğince sevecen, sevgi, şefkat ve merhamet dolu bir umut kapısı hâline gelmiştir.
Geçinmenin, hayatta ayakta kalmanın adeta destan yazmakla eş anlamlı olduğu çile ve fakirlik diyarında bunu başarmak herkese nasip olmaz. Türkiye’nin dokuz Ayasofya camisinden birinin bulunduğu köyde imamlık yapmak; birikim, tecrübe ve model kişilik gerektirir. İşte amcam böyle bir sosyal iklimde ömür sürdürmüş, gerek evlatlarını gerekse çocukları bu duygularla eğitmiş ve yetiştirmiştir.
Onun hanesi, Halil İbrahim sofralarının kalkmadığı; fakirhanelerin, yine fakir ve ihtiyaç sahiplerinin karnını doyurduğu bereketli sofralardır. Kendi evine ya da yakındaki misafir odasına ziyaretçilerin eksik olmadığı şartlarda hem nasihat hem ziyafet birlikte verilmiştir. İnsanların hem gönlünü hem midesini zevkle doyuran, insan odaklı adeta bir dergâh olmuştur. Ancak tarikat ya da cemaat müridi değil; Allah yolunun aracısız öncüsü, önden gideni, yol açanı ve rol modeli olmuştur.
Amcamın civar köylerdeki dinî hizmetleri bu anlayış ve minval üzere; hem yasal sınırlar içinde hem de dinin emrettiği örnek kişilik anlayışıyla uzun yıllar sürmüştür. Kız çocuklarının ilkokula bile gönderilmediği bir dönemde, aileleri çocuklarını ilköğretime göndermeleri konusunda ikna etmiş; hem de kendi çocuklarına ortaöğretim ve yükseköğretim imkânı sağlamıştır. Genelde erkekler için mümkün olan bu olanaklar, kız çocukları için önyargıları aşmayı gerektirmiştir.
Civar köylerden itirazlar yükselmiştir: “Kız çocukları okur mu?” Bu dedikodulara kulak asmadan cesaret ve kararlılıkla örnek ve öncü olmuştur. İşte Saliha Abla ve ablası Meliha Abla’nın öğretmen olma serüveni bu şartlarda başlamış, yenilerinin yolunu açmıştır. Saliha Abla, Kabaköy’ün ilk kadın öğretmeni olarak köyün tarihine geçmiş; köye ve civar köylere emsal ve örnek olmuştur.
Zifiri karanlıktan aydınlığa ancak eğitimle, özellikle kadının eğitimiyle ulaşılır. Amcam dinî eğitimle misyonunu ifa ederken, kuzenim Saliha Abla millî eğitim alanında takdire şayan hizmetler sunmuştur. O, aynı köyde ve Gümüşhane’de nice ebe, hemşire, öğretmen, doktor, avukat, yargıç, mühendis gibi birçok kadın meslek mensubunun yolunu açmıştır. Kızların okula gönderilmemesi ülkenin kuzeydoğusunda, güneydoğusunda ve genelinde bir sorunken, bunu aşacak fedakârlığın öncüsü olmuşlardır.
Gümüşhane’nin ardından bu misyonu sürdürmek için Güneydoğu’ya, Bingöl’ün Genç ilçesine tayini çıkmıştır. Bir bakmıştır ki köyde okuma yazma bilen kız çocuğu yok denecek kadar azdır. “Sorunu çözmeliyiz” düşüncesine odaklanmıştır. Köyde evleri ziyaret etmiş, sohbet etmiş, temas kurup teşvik etmiş; çocuk yaşta kız çocuklarını eğitimsiz bırakan, hurafe ve bidat kokan yanlış törelerle örülmüş duvarlara yüklenmiş ve bölgenin ayı, aydınlık güneşi, ışığı olmuştur.
Eşini, kızını kadın doktora götürmek isteyen birinin, kızını okutmama ısrarını tuzla buz eden; duvarları yıkan eğitimin kahramanları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Bingöl Genç ilçesinin köylerinde biçki-dikiş öğretmeni olarak hizmet vermek isterken önce okuma yazma kursları açmış, ardından kızlara biçki-dikiş eğitimi vermiştir. Daha sonra Kahramanmaraş Elbistan ilçe merkezindeki Kız Meslek Lisesi’ne öğretmen olarak tayini çıkmıştır. Burada, bugün bile geleneği ve izleri yaşayan ve kullanılan Elbistan Festivali logolarını tasarlamış ve çizimini yapmıştır.
Bu logolar hâlen ilçede kullanılmaktadır. Gümüşhane, Güneydoğu illerinden çok daha vahim şartlara sahip bir fakirlik ve çaresizlik diyarıdır. Bölgenin kalkınması insanı eğitmekten geçer. Erkek çocuklardan da önemlisi kadını eğitmektir; zira yuvayı dişi kuş yapar. Bu konuda Cumhuriyet’le birlikte önemli mesafe alınmıştır, öncesi ise içler acısıdır.
Bu açıdan Cumhuriyeti kuran ve aydınlık misyonu en ücra köylere kadar götüren kadın ve erkek öğretmenleri, kamu çalışanlarını saygı ve minnetle anıyoruz. İlerleyen yıllarda Kocaeli Gölcük’e tayini çıkmış, burada da cehaletle çok farklı biçimlerde savaşmıştır. Güneydoğu’da töreyle, ülkenin diğer yerlerinde ise yanlış din yorumu ve dinci cehaletle mücadele etmiştir. Aydın bir kişilik olan Saliha Abla, aynı zamanda Gümüşhane’nin değerler elçisi olarak da misyon ifa etmiştir.
Kız çocuklarının eğitiminde öncü bir model olmanın yanı sıra, kız çocuklarının başörtüsüyle eğitim almasına engel olanları makule davet etmiştir. Gölcük’te 28 Şubat sürecinde kaymakamlığın, Kız Meslek Lisesi öğrencilerinin başörtüsü takmaması yönündeki ısrarına karşı demokratik ve meşru itirazları, insan ve çözüm odaklı önerileriyle; kaymakam başta olmak üzere her kesimden takdir toplamış ve örnek gösterilmiştir.
Özetle; başörtüsü ısrarı yüzünden ailenin temel direği olan kadının eğitimine engel olamazsınız. Bunun mutlaka bir orta yolu bulunmalıdır. Bu kızların, başörtüsüyle haksız ve adaletsiz biçimde memur olamasalar bile eğitimli anne olma haklarına engel olmak, temel insan hakları ihlali ve ülkeye yapılan en büyük haksızlıktır. Cumhuriyet’in kazanımlarını ete kemiğe, ruha büründürerek hayata taşıyan ve bugün bu haklardan faydalanan her kesimden insanın bunu fark edememesi hüzün verici ve düşündürücüdür.
Bu sosyal, siyasal ve kültürel iklim eğitimle lütufla oluşmadı; bunda akıtılan ter, çekilen çile, emek, cefa, fedakârlık, dökülen kan ve gözyaşı vardır. Bize yakışan; onların aziz hatırasına saygı duymak, kazanımlarını korumak ve gelecek nesillere aktarmaktır. Bu boynumuzun borcudur. Aksi hâlde bugünleri çok ararız. İşte Irak, İran, Suriye, Arabistan, Afganistan… İşte Türkiye Cumhuriyeti.
Türkiye Cumhuriyeti, başta Atatürk ve mesai arkadaşları olmak üzere, Saliha Abla gibi eğitim emekçilerinin sayesinde bu günlere gelmiştir. Buradan geri götürmek isteyenlerin karşısında kale gibi, kaya gibi durmak; onlara vefanın ve sadakatin gereğidir. Bu, tarihe ve gelecek nesillere, insanlığa, Türk dünyasına ve İslam dünyasına borcumuzdur.
O, aynı zamanda bir gurbetçidir. Memleketini çok özlemiş, Kabaköy’den ayrılıp dönemeyenlerdendir. Kabri, Kocaeli Başiskele ilçesi Yeniköy Mezarlığı’ndadır. Kendisine Allah’tan rahmet dilerken, sizi onun sıla hasretiyle yazdığı satırlarla baş başa bırakıyorum:
KABAKÖYÜM
Doğduğum köyün dağları,
Gazi Dağı, Almaza Taşı.
Dedelerimin camisinin minaresi…
Karşı yoldan derim ki: Bizim ev hangisi?
Kabaköy’ün Ayasofya Vakıf Camii,
Çeşmesinin suyunu içer,
Hemen yanında olan dayımın elini öperim.
Hocagiller odasına yol alır,
Hafız Babamın çayını içerim.
İsa Dedemin bahçesinde koca dut ağacı,
Ovuğunda evcilik bezlerim.
Her yaz görmeyi isterim,
Sincap’ın çıkıp kaçışını,
Bana da gösterin.
Islık çalan kuşlar, ağaçkakanlar…
Sakal Ağartan Koruğu’nda
Şimşekler çakar.
Dölek Deresi yine coşar,
“Yağmur Deresi’nden sel geldi mi?”
Diyen çocuklar heyecan içinde
Köprü başına koşar.
Anam teras katta erik kurutur,
“Pullu geldi” diye konuşur.
Yıllar sonra oyun arkadaşıyla
Yeniden tanışır,
Anlatır çocukluğunu,
Oynadığı taşın altını.
Zaman geri geldi sanki,
Hâlâ yaşar çocukluğunu.
Ben unutmam çocukluğumu;
Armudun altını, dut ağacını,
Oyun arkadaşlarımı, evciliklerimi…
Kaldı bahçede tüm emeklerim.




