Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan DEM Parti’den bir heyet; İmralı’ya gitti, terörist başıyla görüştü; görüşlerini, istek ve talimatlarını aldı, kendi görüşlerini de katarak, iktidar Partisi’nin yetkilileri ile yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin temsilcilerinin bir kısmı ile görüştü; anlaşma, sözleşme barış ve demokratik süreç projesi başlattı. Bu proje teklifini,iktidarın bir kanadı zaten yapmış, süreci başlatmıştı. Bunlar, Türk kamuoyunun ve bütün dünyanın gözü önünde cereyan ediyor. Dikkat edilmesi gereken husus şudur: Şimdiye kadar PKK bölücü terör örgütünü kınamamış, onların temsilcisi olmadığını açıkça beyan etmemiş olan DEM Partili yetkililer; bu sefer açıkça onların temsilcisi olduklarını, onlar adına anlaşma ve sözleşme yapabileceklerini ilan etmiş oluyor. ‘Hukukî zemin oluştu.’ diyenler olacaktır. Böyle bir hukukî işlemde taraflar olur. O da belli oluyor. Barış teklifini kabul eden DEM Partililer, taraf olduklarını kabul etmiş olmaktadırlar. Silahlı PKK yetkilileri mi gelip bu barışa ‘Evet.’ demelilerdi? Buna gerek görülmedi, siyasî temsilcileri devlet için yeterli oldu; üstelik bu yapılırken, mahkemelerin ömür boyu hapse mahkûm ettiği terörist başı, kurucu önder ilan edilerek onun mektubu da işin içine girdi. Hukuku ve siyaseti kullanan bazıları için bu bir suçüstü değil midir? Ama şimdiye kadar olanları unutup hukuku ve siyaseti kullanmaya (istismara) razı olup; suçu, suçluyu, adaleti görmezlikten gelince her şey oluyor.
Birbirine yabancı siyasî ve idarî iki otorite varmış gibi, anlaşma ve sözleşme nerede yapılıyor? Millî iradenin, hukuk düzeninin, siyasî otoritenin aynı olduğu, olması gerektiği aynı toplumda; aynı ülkede yaşayan insanların kendi içlerinde.
Anlaşma ve sözleşmenin esas hedefi silah bırakmak. Silah bırakma, -bilindiği gibi- savaş sonrası olan bir olaydır. Eğer silah bırakma iki taraflı oluyorsa, vuku bulmuş olanların bir savaş olduğunu, tarafların buna razı olduğunu ifade etmiş oluruz ki, Türkiye Cumhuriyeti devletinin buna rıza göstereceğine inanmayız. Böyle değilse, -ki değildir.- yapılanın adı, terörist tarafın silahlarıyla beraber teslim olması demek olur. Böyle olmalıydı. Karşı tarafın şart koşmaması devletçe istenmiş olması bunu göstermiyor mu? Bu isteğe uymadıkları da ayrıca anlaşılıyor. Terörist temsilcilerinin attıkları nutuklara bakılırsa bu açıkça görülüyor. ‘Yoruma gerek yok, dinlemek yeterli.’ denilerek yayımlanan videolar, gerçekten yeterlidir.
Bu noktaya nasıl gelindi? Yargı, asker, polis, siyasî kurumlar, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, işveren sendikaları, esnaf, memur, işçi, öğretmen, öğrenci, fikir ve görüş ayrılığından öte özgürlük ve demokrasinin ötesinde ayrışmış, kamplaşmışsa, bu durum, uzun süredir devam edip duruyorsa olacağı budur. Artık fizikî bölünmeye de seyirci kalmayalım diye bu son duruma gelinmişse, olanlar mazur görülebilir mi? Bu noktaya gelinmesinin gerçek sebeplerini, çilekeş Türk milleti çok iyi biliyor.
Kanaatimizce esas tehlikeli aşama şudur: Devletlerarası hukuk üzerinde yürür gibi hukukî sözleşme yapılıp, demokratik talepler adı altında beklentileri kabul edip, şartlar koşulmayacağı belirtildiği halde, her gün ilan edilen şartlara ses çıkarmamak ve hukukî potansiyele kavuşturmak, ‘süreç’ dedikleri uygun zamanını bekleyen bir bölünme art niyeti midir? Bunu görmemek tehlikeli bir aşama değil midir?
Aziz Türk milleti! Her zaman olduğu gibi bunun üstesinden de geleceğine eminiz.
Saygılarımızla.