12 Nisan 2022 tarihinde sabah 9:20 dolaylarında TRT Haber yayınını izliyordum. Yazının başlığında yer alan ve kulaklarımı tırmalayan bir haberle karşılaştım ve sarsıldım. Demek ki Anadolu Türkleriyle Kazak Türk’lerinin iftar sofrasında buluşmaları bu kadar yadırganacak bir şeymiş. Bundan normal ne olabilir ki… Türk Dünyası ile ilişkilerimizin artması epey oluyor. Hemen hemen her bir Türk Cumhuriyetiyle ilişkilerimiz gelişti; resmi kanalda olduğu gibi özel kuruluşlarımız da kardeş ülkelerle yıllardır çeşitli faaliyetlerde bir araya geliyoruz. Ancak sürekli yaptığımız bazı yanlışlar hala devam ediyor. Bu yanlışları çiftçimiz, esnafımız ve orta halli vatandaşlarımız yapmıyor. Aydın sayılabilecek diplomalı tipler ve diğerleri aynı yanlışları yapmakta bu kadar ısrarlı olmaları doğrusu bizleri hep üzüyor ve düşündürüyor. Ekranda duyduklarım karşısında adeta hayretler içinde kaldım. Belli ki bu programın amacı bizi Kazak kardeşlerimizle yaklaştırmak ve ilişkileri geliştirmek amacı taşıyordu. Ancak, maalesef bu gibi temel yanlışlar hem bizim, hem de kardeş Türk Cumhuriyetlerinin aleyhine olabilir. Dünyanın neresinde soydaşlarımızın olduğundan ne ölçüde haberdarız? Bu konuda endişeliyim. Bazen öyle yanlışlar yapıyoruz ki; sözde dost ve müttefik zannettiğimiz ülkeler bu yanlışları gülerek karşılıyorlar.   

            Yöneticilerimiz de ara ara kültür ve milli eğitim politikalarımız alanında eksik ve yanlışlarımızın bulunduğunu beyan etmektedirler. Bu doğrudur. Çünkü bizim yetiştirilme tarzımız genelde bazı mutabakatsızlıklar dolayısıyla istikrara kavuşamıyor. Laik antilaik çatışmaları, milli tarihe bir bütün olarak bakamama, futbol takımı tutar gibi tarihe mal olmuş değerli şahsiyetleri birbirine rakip görme yanlışı ve uzun süre siyasetçe de desteklenen kamplaştırmalar istikrarlı ve sürekli eğitim ve kültür politikasızlıklarını adeta teşvik etmiştir. Bazı temel hususlarda milli seviyede mutabakatların yeterince olmaması bir çok ülkede görülen ortak duygu ve düşünce birliğini zedelemektedir. Göreve getirdiğimiz diplomalı ve de aydın sayılabilecek kimselerin tayinlerinde destek aranması, uzmanlığı ve liyakati yeterli olmayan ama sadakati üst seviyede olan kişilerin tayinini doğurmaktadır. Bunun sonucunda tayin edilenler ve hele uydurma bir mülakattan geçirilip göreve getirilenler hata üzerine hata yapabiliyor; faturayı da devlet ödüyor. Zaman zaman kendi kendimizi inkar ve suçlayıcı hale getirmeyi de fazilet sayıyoruz. Milli menfaatler karşısında tarafsızlık üstün bir meziyet zannediliyor. Diğer taraftan, Türkiye sözde dost ve müttefik kılıklı, Türklük ve İslam düşmanı ülkelerce kuşatılıyor ama biz içeride siyasette kavgayı sürdürebiliyoruz. Milli kültür ile evrensel kültür arasında tercih yapma yanlışına da düşüyoruz. Oysa milli kültür başta olmak üzere evrensel kültüre de kapalı kalamayız. Evrensel kültürün maddi ve manevi değerlerini günlük bile yaşayabiliyoruz. İşin üzücü tarafı iç politikadaki yanlış ve üslup hatalarını dış politikaya da taşıyoruz. Bazı ülkeleri Nazi artığı olarak da suçlayabiliyoruz.

             Yukarıda belirttiğimiz birçok metod hatasını daha da artırmak mümkündür. Ancak bunları teker teker saymak yerine, bir makale kapsamında neler yapılması gerektiğini de düşünmek zorundayız. Bir dönem Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarımız eğitim ve kültürdeki sorunları görerek 100 temel eser ve 1000 temel eser yayınlarına başlamıştı. Bu yayınlar belirli bir zamandaki nesillere hitap ediyordu. Yaklaşık 40 seneden fazla geçti. Bu süre zarfında gençlerimize bu yayınları sunamadık. Ama ilgililere soruduğumuzda hep bu yayınların yapıldığını belirttiler. Bu yayınlar belki biraz güncelleştirilerek tekrar yayınlanabilir ve yenileri de ilave edilebilir. Hedef gençlerin Milli Mücadeleyi ve Cumhuriyeti nasıl kurduğumuzu, dış ve iç düşmanlarla çatıştığımızı bilmeleri, onlara TC’ni yarınlara taşıyacak milli kültürü ve devletin kurucu iradesini tanıtmak ve düşündürtmek olmalıdır. Bu konudaki boşluk ve rehbersizlik Ortadoğu ve Batı kaynaklı birçok maksatlı yayının ülkemize girişini doğurmuştur. Türkiye’nin çıkarlarına göre değil; yabancı çıkarlarına göre şartlanma sürmüştür. Ders kitaplarımız da pek suya sabuna dokunmadan işi idare eder hale gelmiştir. Gençlik boşluğa itilmiş, sahipsiz bırakılmış, kendi kimliği konusunda da tereddütlere düşürülmüştür. Çünkü milli mutabakatlar yeterli değildir. Bir dönem laik-antilaik, sağ-sol, günümüzde de yerli-milli, küreselci daha doğrusu teslimiyetçi örnek tipleri çoğalmıştır. Sağ-sol ayırımı yerini hangi sağ, hangi sol sorusuna bırakmıştır.

             Milli ve dini bayramları birlikte kutlamalıyız. Çocuklarımıza altın ve giyim eşyası, değişik hediyeler vermek yerine onlara kitap ve kütüphane zevki aşılamalıyız. İyi bir TC vatandaşı yetiştirebilmek için örgün eğitimde onları temel bazı eserlerden haberdar etmeliyiz. Bir ara rahmetli Ömer Seyfettin Türk çocuklarına mefkure yani ülkü kazandırabilmek için Türk mefkuresi kitabını yazmıştı. Aynı örnekler Ziya Gökalp’te ve bazı fikir ve edebiyat mensuplarımızda da görülmüştür. Davranışlarımızda ve ilişkilerimizde sert ve kavgacı üsluptan uzaklaşabilmek için önde gelen lider ve aydınlarımız örnek olmalı, gençleri ümitsizliğe düşürüp geleceğe güveni sarsmamalı, beyin göçünü hızlandırmamalıyız.

YAD Tonyukuk Danışma Kurulu bildiri yayınladı YAD Tonyukuk Danışma Kurulu bildiri yayınladı

             Bir çok başarımız ve özellikle savunma sanayiinde gurur duyulacak eserleri yaratırken tarım ve hayvancılık politikası dahil bazı alanlarda neden sınıfta kaldığımızı anlamak çok zordur. Kadına şiddetin önlenmesinde TV dizileri ve ekranda silahlı, bıçaklı, tüfekli yanlışları sergilememeliyiz. Yargıya olan güvenin sarsılması, insanları yanlış yollara sürüklemektedir.

             15 Temmuz 2016’da Türk Milleti yöneticileri ile büyük bir imtihan vermiştir. FETÖ adlı terör örgütü kullanılarak ülkenin işgal ve parçalanması önlenebilmiştir. Geçmişi ve ihanetleri unutmayalım. Bugün FETÖ ve onun sahibi olan Batı’lı güçlerle mücadele hem vardır; hem de yoktur.

             Uyuşturucu terörü, yetkililerin etkili ve güzel çalışmalarına rağmen hız kazanmıştır. Ülkenin gençlerinden intikam alınmaktadır. Aileyi parçalayıcı, ferdi tekleştirici, milletsiz ve devletsiz fert yaratma çabaları sürmektedir. Üçüncü cinsiyet tuzağı telkinleri, yıkıcı, bozucu ve bölücü çabalar, özgürleştirme ve demokratikleştirme adı altında servistedir. Gelenek, görenek, örf ve adetler kan kaybetmekte, Batı’daki sosyal hastalıkları tanımadan bize telkin edilmektedir.

             Uzman yuvası DPT tekrar canlandırılmalıdır. Günlük ve ferdi yönelimler kaynak israfı doğurmakta, devlet geleneğimizi zedelemektedir. Geçici olarak koruma altına alındığı ileri sürülen ama vatandaşlık bile verilen göçmenler, nüfus yapımızı bozmakta, hiçbir ciddi devletin kabul edemeyeceği tehlikelere gebedir. Yarın yine dost ve müttefik zannettiklerimiz kanalıyla PKK yerine yeni terör örgütleri doğabilir. Yeni suçlular ve suçlar yoluyla devlete düşman unsurlar yaratmamalıyız. Vatandaşlarımızı ikinci sınıf haline sokucu imtiyazlardan sığınmacılara imkanlar vermemeliyiz. Bunlar vatanlarına dönmelidir. Yapılan araştırmalarda %85’i bulan oranda bunların geri dönmeleri istenmektedir. Aşırı iyi niyet ve saflık gösterisi yaparak ensar anlayışına sığınmamalıyız. Bu konuda bir çok araştırma ve kitap vardır. Sayın Prof.Dr.Ümit Özdağ’ın “Stratejik Göç Mühendisliği” kitabı en aydınlatıcı eserlerden birisidir.

Prof.Dr. Mustafa Erkal

Editör: Kerim Öztürk